24 Mayıs 2011 Salı

NEYİNE YETMEZ KURU FASULYE




“Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” dediler, inandım .Kolları sıvadım, en alengirli yemekleri yapmayı öğrendim. Adamı yemeğe çağırdım, Koccaaaa bir balık pişirdim, süperr süsledim. Bu maymun gibi yedi “fazla pişmiş “ dedi , Sonra evine gitti. Bir daha kendisinden haber alamadım. Aradan bir yıl geçti. Yolda rastladım buna. “Ne oldu, balıklar dokundu galiba” dedim...

“Yemek yemek onun için bir ayindir” diye tanıştırdıkları adama oturmaya giderken süper bir tramisu yaptım,, yanına da fırında patlıcan ezmesi. Ayı gibi yedi , “çok güzel olmuş, çok güzel olmuş” dedi. Ay, ben de sevindim, ne güzel becerikliyim falan diye.
Adam başka bir ülkeye taşındı, görüşmedik, sesi çıkmadı..Boğazına dizilsin o tramisular dedim.

Yeni birisi..” yemek yemeyi sevmem , sadece özel yemekleri yerim” dedi. Boşnak böreği ve baklava yaptım o gün, koskoca bir günüm gitti neredeyse. Bu adamı çok sevdim hem, tamam, buna değer dedim. Güzel güzel kaplara yerleştirdim. Piknik yaptık. “Hayatımda yediğim en güzel baklavaydı” dedi . Bir ay sonra gitti pislik. "İnşallah bir daha baklava yemek nasip olmaz da kıvrım kıvrım kıvranırsın baklava diye" dedim.

Yine bir gün avakado salatası, havyar mavyar, kavunun ortasında dondurma lı bir sofra hazırladım. Eş dost gelecek.Yemek bitti bu kıvrım kıvrım kıvranıyor, bir huzursuz, bir mutsuz
“Ay, ben doymadım” dedi. “Git bak aşağıda kokoreççi var, bir ekmek al evden giderken, anca doyarsın” dedim , Allah”ın kro su ne anlarsın sen....






Yapacaktım ekmek arası peynir, yapacaktım bir koca tencere makarna, kuracaktım sofrayı, doyuracaktım ..Yok anam yok, adamlara yapamadım bunu, yüreğim elvermedi. Bundan sonra kuru fasulyecide buluşacağım, bak belki iyi gelir.

17 Mayıs 2011 Salı

YÜKSEK KALDIRIMDA BEN..

HERKESİN BİR HİKAYESİ VARDI, DEĞİL Mİ?



Yüksek kaldırımlı caddeden geçerken kafamda bin bir türlü düşünce..O sokağa nasıl ve neden girdim, inanın hatırlamıyorum. Camekanlı yerden içeriye boş gözlerle bakarken yarı çıplak hatunu görünce irkildim ve anladım nerede olduğumu. Kerhaneleri severim. Ucuz, pis yerleri severİm. Orospuları, çirkin ve geçkin orospuları da severim. Çok gerçekler , çok doğallar.Onların yanında istediğim gibi konuşabilirim, ne der, ne düşünür sorunu olmaz..

Yetişkin bir erkek olmaya ilk adımı attığımda, babam tutup kolumdan getirmişti buraya; dün gibi aklımda; ayaklarım heyecandan birbirine dolanıyor, elim ayağım tutmuyor , dilim dönmüyordu. Aynen böyle bir evdi . İçeride kocaman göğüslü, geniş kalçalı orospular dilleriyle dudaklarını yalıyor, müşterileri çekmeye çalışıyorlardı. Ağzım açık bakakalmıştım. Seyrettiğim porno filmleri saymazsam çıplak kadını ilk kez görüyordum. O zaman şimdiki gibi sevgilimizle değil yatmak , el ele bile tutuşamazdık.

“Gel yiğidim” demişti içerideki sarışın hatun. Babam, “onlar sana ne yapacağını öğretir” diyerek bırakmıştı beni yarı çıplak kadınların yanına.

Bir gece önceden kadın dergilerine bakmış, iyice tahrik olup azmıştım. Ama boşalmamıştım , onu bugüne saklamıştım.

Neriman hayatımda unutamadığım kadınlardan biriydi. Ne yaptı ne etti sonraları bilmem. Cumartesileri iple çeker olmuştum onu görmek için.

Elimden tutup artist resimleriyle dolu odasına getirmişti beni. Kırmızı bir gecelikle tülden bir külodu vardı üstünde, hiç unutmam. Okulu kırıp piç Cemal”in videocu dükkanı olan ağabeyine gider “ bize bol sikişli sokuşlu film ver” derdik. Sonra evimize çekilir, izlerdik. Adamların çükünü gördükçe; “ yaaa.. bunlar neden bu kadar büyük, yoksa benim ki mi garip’ diye düşünürdüm. Gerçi onu da lisedeki herkes gibi ölçmüştük .Gayet normaldi.

Hele o filmdeki uzun saçlı sarışın kocaman göğüslü kadınlar.. nasıl da ağzımızın suyu akardı. Pürüzsüz tenleri, bacaklarını açıp her dakika sevişmeye hazır olmaları , erkeğin saatlerce sevişip boşalmaması, kasıklarımı sancılandırırdı izlerken. Öyle bir kadını becermek istiyordum ben de. Sarışın, koca memeli , kocaman popolu olan bir kadınla olmak istiyordum. Neriman da aynen böyle idi. Onu görür görmez, “ tamam “ demiştim, bununla yatmak istiyorum
.
“Orospular öpüşmez “ demişti Haydar bir keresinde.” Dudaklarını sevgililerine saklarlar onlar” “Vajinaları müşterilere, dudakları sevgililerine” . Demek onlarla öpüşemeyecektim. Ah Elif ! bir kerecik öpebilseydim onu.. O gülünce yana çarpıttığı dudaklarına bi kere değebilseydim...Yan sıraya oturduğunda çoğu zaman onun bacaklarına bakmaktan dersi dinleyemezdim. Diz altında çorap giyerdi . Onu izlerken eteğini yavaş yavaş yukarı sıyırdığımı ,bacaklarını usulca okşadığımı, külodunun altına elimi sokup, o gizli bölgesine dokunduğumu hayal ederdim. Kıpkırmızı olurdu yüzüm, ona bakamazdım sonra...

İlk seferdi, annem evde yoktu o gün. Yorganın altına girip Elif”i düşünürken penisimin kalktığını, sertleştiğini hissettim. Ne güzel bir duyguydu bu. Gerildi , gerildi . Koskocaman, dağları taşları delecek bir canavara dönüştü. Onu hayranlıkla seyrediyordum. Bir yandan içimde dışarı çıkıp , taşmak isteyen bir his vardı , bütün vücudumu kaplamıştı. Gitgide büyüyordu penisim ve ben patlayacak gibi hissediyordum kendimi. Mastürbasyon yapmak çok keyif vericiydi. Ama şimdi çok daha büyük bir zevk alıyordum . Hayalimde Elif”in kalçalarının arasından içine giriyordum. Gözlerimi kapatmıştım, nefesim iyice hızlanmıştı. kendimi kocaman bir penis gibi hissediyordum bütün vücudum ,bütün oda ,bütün dünya sadece penisten ibaretti o an. Derken kasıklarım yanmaya başladı . Ağzımdan çıkan bir inlemeyle beraber öyle bir boşalmıştım kı ; içimde ne var ne yoksa akmıştı. Orgazm buydu işte. Herkesin diline dolanan orgazm buydu. Spermlerimin kokusu odayı doldurmuştu .Annem anlamasın diye bütün evi havalandırmış, kıyafetlerimi de alelacele yıkamıştım...

Evet, şimdi, babamın beni bıraktığı yerde dünyanın en büyük gizini yaşayacaktım. Bir kadının vajinasından içeri girecektim.

Neriman beni alışık olduğu canımlı cicimli sözlerle yatağa çekti.” Gel, donunu çıkart çıtırım” dedi. Külodumu çıkartınca utanıvermiş elimle kapamıştım çükümü
O ise ; “Ohh..maşaallah, büyükmüş seninki, gel yanıma, utanma “ deyip, bacaklarının arasına almıştı beni. Boylu poslu yakışıklı delikanlıydım. Dişlerimi de güzelce fırçalamıştım kötü kokmamak için. Güzel de parfüm sürmüştüm. Duvarda yarı çıplak kadın fotoğrafları vardı. Bir iki okşadı beni, memelerini avuçladım Neriman”ın; uçları koyu kahverengiydi, avucumun içinde dalgalandırarak yoğurdum. Ne kadar güzel bir kıvamdı o öyle. Benimki de iyice sertleşmişti. Sikimi tutup mastürbasyon yapmaya başladı. Bir an önce vajinasına girmem lazımdı, Ter içindeydim. Islak karanlık bir delikti. Kaybolmak istiyordum. İleri geri gidiyor ve her seferinde daha da dibine girmek istiyor kendimi ittikçe itiyordum. Dur dur sakin ol, dedi gülümseyerek. Kaçmıyorum bir yere.

Gülümsedim, en utangaç halimle. Saatlerce orada kalabilir, gidip gelebilirdim. Ama on dakika sonra büyük bir deprem oldu kasıklarımda. İnleyerek onun kucağında boşaldım. Olmuştu işte. Ben de bir erkektim. Yürüyüşüm değişmişti o günden sonra, “haftaya yine gelirim ben “demiştim , çok bilmiş edayla Neriman”a. Gülümseyerek alıştın desene demişti bana...

BU YAZI BİZİM OLSUN. DEVAMINI BERABER YAZALIM ...YASAKLI KELİMELERLE

YERLİ MARİLYN


“Bak canım, o zamanlar sesim güzel , kendim güzel, düşmüşüm buralara. Yapılacak tek iş bu. Sıkıysa yapma , başında o Hayvan Haydar dedikleri adam. Bizim evi işletirdi aynı zamanda Hayvan Haydar. İlk taze kızı yatağından o geçirir, kimseye kaptırmazdı; Bakire kız hastasıydı, önce ben derdi. Beni göreceksin ,su gibiyim o zamanlar; İncecik bel, kalçalar o biçim, göt de göğüs de yerinde anlayacağın. Ne delikanlılar gezerdi peşimde buralara düşmeseydim eğer. O Hayvan Haydar yoluma çıkmasaydı.. gençliğimi , hayatımı sikti, ibne pezevenk.

Neyse senin de kafan güzel, bozmayayım. Bak genceciksin , gençliğinin kıymetini bil, var mı sevdiğin? vardır vardır.. böyle adamı boş bırakırlar mı? cebinde parası, kaş göz desen okka gibi, altında arabası. Ah ah! sen beni o yıllarda görseydin. İlk kez milli olacakların durağı bendim. En taze olduğum için beni isterlerdi hep. Şimdiki halime bakma , o zaman saçlarım yaldır yaldır yıldızlar gibi parlardı, sapsarıydı, boya sanırlardı ama değildi işte Şimdiki gibi aklarla dolu değildi. Marilyn Monroe derlerdi bana, bazıları da Yerli Marilyn.

Çok müşterim vardı o zamanlar ama Haydar da bana göz açtırmıyor bu arada. Hala bir sevgilim olur, buralardan kurtulurum diye bekliyorum. Ah ah! İnsanın bir kez ters gitti mi işleri, öyle devam eder.... O geldi sonra, O’nu gördüm. Aynen senin gibi uzun boylu, tertemiz giyimli, güzel dişli. Gözleri, kirpikleri o biçim..Ağzı hiç kokmaz diğerleri gibi. Müşteri değil sanki peşimde koşan liseli genç gibi. O an sandım ki, okulumun önüne gelmiş, beni limonata içmeye götürecek. Ama odaya çıkıp soyunmaya başlayınca gerçeği anladım. Erkek milleti işte sikmek dedim mi akan sular durur. Neyse bu bir dahaki Cumartesi yine geldi. Bekliyordum aslında ,gelir diye. Hani onun kollarındayken para kazanmak için değil, istediğim için duruyordum, anladın mı?


Adı Yunus”tu.Sesi de güzeldi . Bizim oralara gelen en güzel müşteriydi o. Bak hala müşteri demek gelmiyor içimden. Bir iki kere para istemedim ondan , bu ne demektir bilir misin. Artık ben seni beğeniyorum, seviyorum ,aşığım demektir. Kabul etmedi teklifimi, yine ödedi parayı.
Her hafta düzenli olarak geliyordu ve ben Yunus”umla aşk yaşıyordum üst kattaki odamda. Hayvan Haydar”ın gözünden kaçmamıştı yakınlaşmamız; sıkı takipteydi. O Cumartesi yine geldiğinde heyecanlıydı Yunus.“ Haftaya seni kaçıracağım, gelir misin?” dedi. Nasıl sevindim...bu sözleri duymak her kadının hayalidir orada çalışan. Yiğidimin boynuna atladım heyecanla, sonra kollarımı çözdüm , "ama olmaz “dedim, “seni vururlar” . “Bir şey olmaz bana” dedi. Babacandı, olgun adamdı , yakışıklıydı. İlk kez biri beni sahipleniyor, değer veriyordu.

“Bak bu memelerim var ya, bu memeler, uçları yukarı bakardı , sütyen takmazdım, herkes hayrandı “
Ne dedim . Heh. Yunus”um dedi ki; "haftaya hazırlan, her şeyi ayarlayıp kaçıracağım seni, beraber yaşayacağız evleneceğiz. Nasıl seviniyorum , oh kurtuldum buradan diye. Kader yüzüme güldü diye.

Ben markete çıkacaktım bir şey lazım diye. O da arabasıyla arka tarafa gelecekti. Sonra ordan güneye inecektik.
Neyi hazırlayacağım ki.. birazcık param var çantamda. Sadece onu aldım. Biliyorum ki yakalarsa Haydar, domaltıp ikimizi de siker sokak ortasında. Onun kadını olacağım diye nasıl seviniyordum.

Aseton alacağım diye çıktım markete. Hava nasıl sıcak, yapış yapış her yer. Ben heyecandan terler döküyorum..Marketin arkasına geçtim, bekliyordu yiğidim mavi arabasıyla..

Arabaya bindiğim gibi bastı gaza Yunus. Saçlarım rüzgarda savruluyor, ellerimi tuttu. Oldu bak dedi. Ben sürekli arkaya bakıyorum. Yakalayacak, vuracak ikimizi diye an kolluyorum.

Antalya'ya kaçtık oradan. Yunus'un orada bir yazlık evi varmış, bir süre burada otururuz dedi. Nerede olsa yaşardım onunla. Bir iki saat yoldan sonra mola vermek için benzinciye uğradık. Tuvalete girdik, çay içtik beraber. Çay içerken baktım karşıda , kel kafalı , şişman bir herif pis pis sırıtıyor. Yunus görmüyor, görse adamın yarağını kopartıp, ağzına sokar. Bana gelen müşterilerden biriydi. Esrar içerdi, her seferinde bana da uzatırdı , "iç kafan yerine gelsin" derdi. Küçükken babasının onu taciz ettiğinden bahsedip, ağlamıştı kollarımda koskoca adam. Şimdi pis pis sırıtıyordu. Sikti ya efendim oldu sandı. Kimse umurumda değildi, Yunus'um beni seviyordu. Bunu biliyordum.

"Ver şuradan bir şişe şarap daha ibne,yaşlandım diye yüzüme bakmıyorsun.." Sen beni tanısan var ya O günlerde, ayaklarımdan içerdin bu şarabı be.Heyyyt !! .. ne dedim heh,Antalya’ya gittik. İlk günler çok güzel , bana çiçekler getiriyor her akşam. Nasıl mutluyum nasıl mutluyum. Bir de hamile kalmam mı? Çocuğumu tertemiz büyüteceğim , anasıyla babasıyla olacak. diye sevinçliyim.

Yunus'a sabahları çay hazırlıyorum , ekmek kızartıyorum sonra da camdan uğurluyorum. O sabah kapının önünde bir araba durdurdu bunu. Bir şeyler konuşup arabaya bindirdiler. Ben evde dört dönüyorum, kimsem yok , kime anlatayım bunu. Akşama kadar kapılarda camlarda Yunus”u bekledim. O gece geç vakitte zil çaldı. Benim karnım burnumda. Uykusuzum, çıldırmışım. Açtım kapıyı, bunun ağzı burnu dağılmış , gömlek yırtık, kanlar içinde. Eyvahh diye bağırdım. Noldu sana . Yok bir şey dedi. Yıkandı , yattı , tek kelime demedi bana, yalvarsam da.
Hayvan Haydar mı yoksa dedim. Yine cevap vermedi.
Ertesi sabah gitme dedim dışarıya evde kal benimle kal bugün. Olmaz dedi, gitmem lazım. Israr ettiysem de gitti.
O geceden sonra dönmedi. Oğlumu tek başıma doğurdum. Bekledim ama, hep bekledim. Oğlum kucağımda geziyorum bir gün sahilde. Son paralarımı yiyorum, ne yapacağım diye kara kara düşünüyorum. Herifin biri girdi koluma , gel biraz sen dedi. Kimsin ne istiyorsun demedem arabanın içine tıktılar beni. Aynı kocama yaptıkları gibi. Kucağımda bebek ağlar. Terbiyesiz, kansız, ruhsuz herifler, hayvanlar. Dinlerler mi? Kimsiniz dememe kalmadan , beni bir eve getirdiler, etrafta kimse yok. İçeriden Hayvan Haydar denen o adam geldi, gözlerim yerinden fırladı. Oooo , Sultan hanım, ev kurmuşsun, çocuk yapmışsın. Hayırlı olsun dedi. Sesimi çıkartmadım, “ kocamı sen mi aldın?” dedim. Yunus mu? dedi. Hahaha! diye kahkaha attı pezevenk. Bir tokat attı ki ağzım burnum dağıldı o zaman.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

KAYBETTİĞİM EŞYALARDAN DÜKKAN AÇSAM GELİR MİSİN?



Lise döneminden itibaren kaybettiğim eşyalarla bir vintage mağazası açabilirim.


Ömrümün yarısı bir önceki gün kaybettiğim eşyalarımı aramak ve toparlamakla geçti.

Bu kaybetme huyları bende 8.sınıfta başladı. Her gün bir kalem kaybetmekle başlayan alışkanlık, kalem kutu, cetveller, silgiler, saç tokaları, formamın kuşağı ile devam etti. Arkadaşlarım ben eve girdikten sonra gelip , anneme teslim ederlerdi eşyalarımı. Annem alışmıştı artık, bakalım bugün neler gelecek diye. Lise dönemindeyken bir sınıf atlayıp; çorap teki, sütyen(19 Mayıs provalarında başka bir okulun soyunma salonunda çıkartılmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır )”e kadar ilerledi. Bu olayın akabinde banyoda rastladığım beyaz sliple inanın hiç bir alakam yoktu.)

Beden eğitiminde giydiğimiz veleybolcu şortu(bir kıza vermiştim yan sınıftan, bir daha geri gelmedi. Ki o zaman çook pahalıydı), Eşofman altları ya da üstleri, Şapka, atkı, eldiven, güneş gözlükleri, kimlik,(3 kez), nüfus cüzdanı 2 kez, Okul kimliği (hemen hemen her gün). Yüzük, küpe kolye(her bindiğim arabada mutlaka düşer)
Şemsiye(artık asla şemsiye kullanmıyorum sırf bu yüzden.) Burnumdaki piercing(el ayak rahat durmadığı için )İki kez cep telefonum, spor salonunda mayom. Aile albümünden çıkartıp orjinal bir şey yaptıracağım diye topladığım bir benzeri olmayan siyah beyaz fotoğraflar ve benim profesyonel olarak çektiğirdiğim bikinili fotoğraflarım(nerde ve kimin elinde bilmiyorum). Servis beklerken üzerine oturduğum günlüğüm ,pek çok kez de ajandam. (Ohh adamlar hangi gün sevgilimle buluştuğumu, kavga ettiğim günleri , regl tarihlerimi hepsini öğrendiler.)) Üstüne telefon numaram da yazılıdır. Hani çok kaybettiğim için beni arasınlar diye. Bazen insaflı biri varsa arıyor beni, akşama buluşup, ajandamı/günlüğümü alıyorum , verirken de pis pis sırıtıyorlar. Çok renkli bir ajandam vardır. Herkese göre birşeyler var içinde. Bir gün deniz otobüsünde kitap dosyamı kaybetmiştim. Kaptan aradı buluştuk adamla bir yerde çay içip dosyamı bana teslim etti.)))

Adidas ve Nike marka şapkalar (havuz kenarında unutulur ve bir daha asla bulunamaz),
Annemin akşama gelirken al diye verdiği ilaç listesi( her seferinde eve girince hatırlarım.” Anne bir şey lazım mı akşam ?” dediğimde, “ lazım ama sen nasıl olsa unutursun , söylemeyeyim “ dediği zaman utançtan yerin dibine geçerim.
Çamaşır asarken komşunun balkonuna ya da arka bahçeye düşen çorap tekleri, çarşaf, havlu bornoz , Bakkalın kepenklerine düşen külot(çirkinse hiç üstüme alınmam, güzelse “ bişey düştü kepenklerin üstüne, siz bana şu demiri verin, ben alacağım “ derim, bazen adam ısrarla” ya zahmet etmeyin ben alırım deyip ısrarla demiri elimden çekse de ya kardeşim ver şunu görmeni istemediğim bir şey “ deyip adamın elinden demiri ısrarla alırım ; mahalle delikanlıların gözünün önünde külodu/sütyeni cebime sokar, evin yolunu tutarım.

Sabah hava soğuk, öğleden sonra sıcak olduğunda giydiğim trenckot ya da montu mutlaka ve mutlaka işyerinde unuturum. Kafelerde bıraktığım şallar yüzünden ertesi gün aynı yere gitmek zorunda kalırım.

Mutlaka ve mutlaka eldivenler. Ne şahane deri eldivenlerimin hepsi tektir. Ben de tek elime cebime sokar, açıkta kalan elime takarım. Ne yapayım ki şimdi . Takmayıp da atayım mı ?

Denize ya da havuza getirdiğim terlikler, pareolar ve benzerleri. Güneş kremlerim mutlaka ve mutlaka kaybedilen eşyalar arasındadır.

İş çıkışı buluşmak için bir arkadaşımla sözleşirim ya; onu mutlaka unutup, eve giderim, ne zaman telefon çalar ve ismi okurum” eyvah derim yine unuttum. Manikürcüye kuaföre randevu verip akşama mutlaka unuturum.

Üniversite sınavına gireceğim gün beni annem babam kız kardeşim getirdi. Akşam yatmadan önce üç dört kez evraklarımı kontrol ettiler. Üç beş tane kalem ve 3 silgi verdiler yanıma. Ben sınavda silgileri yedim. Parçalarla idare ettim.
Allahtan birileri kontrol ediyordu da cevap kağıdını vermeyi unutmadım.Sakın yanlış yere işaretleme demişti annem. Sayısallarla sözelleri karıştırma. Tamam diyerek söz vermiştim. Neyse bişey yapmadım rahat olun. Onlar da problem yoktu.

Bu eşya kaybetme huyu tamam da bazen de eve olmadak eşyalar gelir hiç tanımadığım kime ait olduğunu bilmediğim şeyler. Yukarıda bansetmiştim. İnanın o erkek slibiyle uzaktan yakından bi ilgim olamaz. Beyaz eros marka bir donu olan sevgilim olmadı hiç.




Sonra yatağımın altından sürekli emzik, bebek çorabı, biberon, oyuncaklar çıkar. Bu ne diye sormayın. Karşı kapıdaki komşumun çocuğu saat 10.30 gibi sütünü, emziğini alıp gelir, benim yatağıma gider. Uyur , sonra annesine veririm. Klasiktir bu. Gün içinde de aynısını yapar mış, oyuncaklarını alır, yatağıma girer, çoraplarını da çıkarır yatar(çocuk asaletli canım.) o yüzden her yatak /oda toplayışımda çıkan eşyalara bakıp, gülerim.

Kemer, cdler(izleyemediğim fimleri) , kitap (kime ne zaman ne verdiğimi hep unuturum) ve en çok da bilgisayarda yazdığım yazıları kaybederim.
Bugünkü dileğim bir şeyleri kaybetmeden evime varabilmek. Ama ondan daha önemli bir dileğim daha var; kendimi, az da olsa kalan masumiyetimi kaybetmemek. Siz de kaybetmeyin olur mu?

2 Mayıs 2011 Pazartesi

YAŞAMIN ÖĞLEDEN SONRASI

“Yaşamın öğleden sonrasının da bir anlamı olmalı, bu dönem yalnızca yaşamın sabahının acınacak bir eki olarak kalmamalıdır”(x)

Kundaktan kefene uzun bir yola çıktık.

Kalabalık yerde doğduk. Önce anaokulu, sonra ilkokul, ardından yatılı okullar, askerlik, hastane, yurtlar, iş hayatı derken hep kalabalıkta yaşadık. Birbirimize ne kadar kızsak da, tartışsak da; kimi zaman o curcunalı günleri özledik. Yalnızlık da güzeldi ama iki kelime konuşup, dertleşmek yarıyordu insana kim ne derse desin. Yalnızlık da bir yere kadardı hem.


Çocuklar büyüdü, evlendiler, İşten ayrıldık. Kariyer derdi, kiminle evleneceğim çocuğum olacak mı, başka bir şehre mi taşınsam? Hepsi, hepsi bitti. Tam hayatın öğleden sonrasını yaşıyoruz. Acele edecek, strese girecek, peşinden koşturacağımız işler bitti. Emekli olduk. Hayatın keyfini çıkaracağız. Koşuşturmaktan şimdiye dek apartmanın önünde bir erik ağacı olduğunu bile fark etmemiştik. Yağmurlu havalarda trafikte ne yaparım derdi olmadan, elimize aldığımız bir bardak çayla yağmurun yağışını keyifle izleyebileceğiz. Düşen sarı bir yaprağı, miyavlayan bir kedinin gözlerini, arkadaşımızla ağır ağır ettiğimiz sohbet eşliğinde içtiğimiz kahvenin tadına saniye saniye varabileceğiz. İşte o zaman anlayacağız yaşamın koşturmasında fark edemediğimiz güzellikleri. Şimdi tam da zamanıydı kendimizle baş başa kalmanın, özgürlüğün, hayatı dibine kadar yaşamının.


Gençlik hep beklentiler ve hedefler silsilesidir. Birileri bizden bir şeyler bekler, biz birilerinden bir şeyler bekleriz. Koşarız, hayal kırıklığı yaşarız, heyecanlanırız, ümit ederiz, olmaz, umutsuzluğa kapılırız . Şimdi hayatımızın öğleden sonrasında beklenti kotamızın hepsini doldurmuş olarak, hayat gurmeliği yapmak için buradayız.

Şimdi bu öğleden sonrayı keyifle değerlendirmenin tam zamanı…

Kimisi; ailesi olmadığı, ilerleyen yıllarda kendisine bakacak kimsesi olmayacağı için buraya geldiğini söylüyor. Başka birisi “ böyle geçinmek çok daha kolay, evde yalnızsın, yemek yapmak zorundasın, etrafında konuşacak insan yok, yakıttı elektrikti derken uğraşmak çok zor oluyor. “ Burada evde harcayacağım paranın yarısına yemek yiyor, yatıyor ve ısınıyorum, üstelik arkadaşlarım var” diyor. Kimileri de kendi isteği dışında “öyle gerektiği için” getirilmiş. Ortak bir nokta var ortada” huzurevi daha güvenli”.

Olumsuz yanları var mı?

Tabi ki var. “ Kendinle baş başa kalamıyorsun” diyor S.Bey, “belki ağlayacaksın, belki kimseyle konuşmak istemeyeceksin, işte bu çok zor oluyor, kendine ait özgürlüğün olmuyor.”

“Kimimiz iki kişi kalıyoruz, kimimiz dört kişi. İki kişi olanlar şanslı tabi.”

Bazı huzurevi konuklarının evi de varmış, zaman zaman gidiyorlarmış, “Özgürüm, istersem gelip burada kalıyorum, istersem geziyorum,aylarca gelmiyorum, kimse karışmaz “ diyor. Onlar için sosyal bir hayat burası. Devletin onlara layık gördüğü 700 TL ile insanca yaşayabilmek için en uygun yer.

Açıkça söyleyeyim, arabaya binmeden önce zar zor yürüyen, iki büklüm insanlarla karşılaşacağımı düşünmüştüm. Kendimi ona göre hazırlamıştım. Ben gayet neşeli, konuşkan, bakımlı bu insanları görünce şaşırdım. O yüzden onlarla vakit nasıl geçti anlamadım. Beni bulunduğum çerçeveden çıkartıp başka bir yere yapıştırdılar. Onlar anlattıkça gözlerim onların gözüyle görmeye başladı bir süre.

İpek gibi saçlarınızın hiç beyazlamayacağını sanıyorsunuz değil mi? Ya da pırıl pırıl cildinizin hep öyle taze kalacağını .. Buruşmayacaksınız..Yaşlanmak size hep uzakta değil mi? Hiç uğramaz sandınız onu. Onların da kırmızı mini eteklerle, daracık kotlarla 34 beden olarak gezdiklerini; şu elinde bastonla zar zor yürüyen dedenin bir zamanlar ağaçlara tırmandığını, yüreğinin aşk ateşiyle yandığını hayal edemediniz değil mi?

Çok uzak sanıyorsunuz, biliyorum. Okulunuz bitecek, işe gireceksiniz, iş yerinde iyi bir yere geleyim, para kazanayım, paramla iyi bir araba alayım, ev alayım, hadi bir de yazlık alayım, evleneyim, çocuk yapayım telaşıyla ömrünüzü harcayacaksınız. Sonra her gün biraz daha çoğalacak beyaz saçlar; önceleri önemsemeyecek “amaan boşver” diyeceksiniz. Sonra bir sabah gülerken göz kenarındaki o derin çizgiyle karşılaşacaksınız, bir süre bakacaksınız, gülmek isteyecek ama gülünce yüzünüz kırışacak diye gülmeye çekineceksiniz. Çünkü hep pırıl pırıl saçlarla , saten gibi bir ciltle yaşamak istediniz. Hep orantılı, hep düzgün bir vücudunuz olsun istediniz. . .

Bir gün gelip fiziksel güzelliğin sadece ruhun bir örtüsü olduğunu, onun da bir gün toprağa karışıp çürüyeceğinin farkına varacaksınız ve işte o an; güzelliğin çok da önemli olmadığına karar vereceksiniz

Hiç bir güzellik kalıcı değildir onu ruhumuzla beslemezsek eğer.


Servet Hanım”la ilk karşılaşma anında “ben gençken gerçekten çok güzeldim, bir bakan bir daha bakar, dakikalarca bakardı “ derken ona inanmakta hiç zorluk çekmiyorum. Ses tonu, konuşurken kelimelerle oynaması, hiç teklemeden, hiç düşünmeden ezberlemiş gibi bir çırpıda anlattığı hayatını dinliyor ve kendimi oraya biryerlere oturtturuyorum, ben de yaşıyorum onun hayatını.

“Bana prenses muamelesi yaptı o” dedi. “Beni hiç bıkmadan, hiç doymadan sevdi”. Kim mi? Hayat arkadaşı, kocası. O kadar çok sevilmiş ki; bir daha başka birisiyle evlenip, bu büyük bu görkemli aşkı aldatmak istememiş,

“O vardı benim için sadece” dedi. “Hiç attan inip eşeğe binilir mi?. Bundan sonra ben kiminle tanışsam onun tırnağı bile olamayacaktı, biliyorum, O yüzden hayatımın kalanını da onun mezarına giderek, onunla konuşarak, onu içimden hiç çıkartmadan yaşadım, yaşıyorum…”


Çok başarılı bir doktor olan eşi, Servet hanımı, ziyaretine gittiği arkadaşının çalıştığı hastanede görmüş ilk. Ve hemen şu cümleyi söylemiş başhekime; “Kim bu? bu ne güzellik, nasıl birisi?, Ya bununla evlenirim ya hiç kimseyle”. Tabii bunu evlendikten sonra öğreniyor Servet hanım.

O zaman çok başarılı bir hemşire olan Servet Hanım, ailesinin çok köklü bir aile olması, ve kendi ailesi tarafından da uygun bulunması sebebiyle evlenme teklifini kabul etmiş. “İyi, olsun madem” demiş ( bunu kahkahalar atarak söylüyor.) “Nasıl yani, senin kalbin pır pır etmedi mi onu görünce?” dedim. “Ben kolay aşık olmam, o bana aşıktı, bu daha güzeldi “ diyor. (Evet Servet Hanım haklıydı belki, sevilmek daha güzeldi.)

“Gazinoya giderdik, Türk Sanat Müziği’ni çok severdi eşim. Sahneye en yakın masaya otururduk ama o mutlaka ve mutlaka arkasını sahneye, yüzünü bana dönerdi, neden biliyor musun? Eşi; “neden sahneye döneyim ki, ses arkamda, güzellik burada. Bu güzel sesi dinlerken, seni seyretmek bana çok zevk veriyor, en güzel manzara karşımda , ben neden sahneye döneyim ki” diyormuş.. Of of…

O kadar içten anlattı ki; bize böyle bir aşk nasip olmadı, olmaz da artık diye geçirdim içimden. (Hay Allah! Ağlama kızım şimdi, dakika bir. Herkes sana bakıyor, bak arkadan da fotoğraf çekiyorlar sanki.)

Otuz beş yaşında bir çocuğuyla dul kalmış. “Belki beni erken kaybedeceğini hissettiği için bu kadar çok sevdi “ diyor, ben de böyle düşünüyordum.

“Çok frapan giyinirdim, özel terzilerde diktirirdim kıyafetlerimi” diyor. İncecik topuklu ayakkabılar, ince çoraplarla, iki dirhem bir çekirdek, saçlar yapılı ve bol makyajlı gezerdim hep” diyor.

“Ben de bunu çok istiyorum ama.”..

“Ama şimdiki ortam böyle değil yavrum, eskiden İstanbul İstanbul’du, şimdi giysen dönüp bakarlar, rahatsız olursun.“Gitgide ilerliyoruz, gelişiyoruz desenize” diyorum. “Yaaa, sorma “diyor. Sohbetimizin bitmesine yakın;

“Lütfen Kadın kollarına katıl, siyasete karış biraz, ben kadınları siyasete çok yakıştırıyorum “ diyor ayrılmadan bana. (CHP Kadın koluna katılıyorum bir iki gün sonra)

Bu hikayeden çok etkilenmiş bir halde, başka bir hikaye arayışına giriyorum. Biliyorum ki anlatacak çok şeyleri var, öğrenecek çok şeyimiz var. Yemek masasındayken öyle güzel vakit geçiriyoruz ki, insanın karşılıksız çıkarsız karşısındaki insanın gözlerine bakabilmesi çok huzur verici.

Onlar hiç acele etmiyorlar, bir yere yetişmeye çalışmıyorlar ya, ben bu yüzden olgun insanlarla konuşmayı çok seviyorum. Her şeyden önemlisi: insanlardan sevgi dışında bir beklentileri yok. Zaman onlarla yavaşlıyor, dakikaları hissederek yaşıyorum.

Tam da olması gerektiği gibi aslında.

“BEN DERSİM”İ YABANCI ÜLKE SANMIŞTIM, GÜLME !


Hasan Kul, benimle tanışır tanışmaz, “biliyor musun ben 800 kişiye yemek yaptım Bolu’da, Ulus’ ta “ diyor. “Yıllarca çok çalıştım, hasta kardeşime baktım, onun kocasına baktım, sonra evi sattılar, ben de buraya geldim, N’apalım. Böyleyiz işte.

Eliyle ağzını kapatarak, kulağıma doğru eğiliyor, çok gizli bir şey söyleyecek diye düşünüyorum. “Ben aslında Tunceli’liyim, onun eski adı Dersim’di. Ben hep Dersim”i yabancı bir ülke sanmıştım küçükken” diyor. Gülünce de elinle ağzını kapatıyor kimseler duymasın gibi. , “Okuma yazma bilmem, bir de Alevi’yim ben diyor..”

“Sana bir şey söyleyeceğim bak” diyor omuzumdan dürterek “ ben bu sabah damat traşı oldum, mis gibi, benimle fotoğraf çektirir misin, şöyle ben başbakan gibi oturayım, bacak bacak üstüne atayım he olur mu, olur mu? Sen de bana biraz yaklaş ama yanlış anlama olur mu “ diyor. Senden rica ediyorum”

“Tabii ki olur” diyorum, bir fotoğraf karesine girmenin onun için ne kadar önemli olduğunu düşünerek gülümsüyorum. İki poz veriyorum onun için. Ama bunları mutlaka getir” diyor.

Önemli olan hayata yeni yıllar eklemek değil, yılları hayata eklemektir.

“NE OLUR YÜZÜM GÜZEL ÇIKSIN, GÜZEL ÇEK.”



Kumru teyze mi desem, nine mi, yoksa sadece Kumru mu, karar veremiyorum. Bir yanı beş yaşında çocuk sevinci, bir yanı çekilmiş sıkıntılardan yorulmuş yaşlı bir beden. Beyaz saçlar ona o kadar çok yakışmış ki,; saçlarımı boyamamaya karar veriyorum onun gibi güzel olacaksam .

Fotoğraf çektirmeyi çok seviyor bizim Kumru”muz. Kumru teyzemi alıp Doğa Tatil Köyü’nün bahçesinde fotoğraf çekmeye ve sohbet etmeye gidiyorum. Bazen baş örtüsünü çıkarıp poz veriyor, bazen de paltosunu ıslak çimlerin üstüne bırakıp, kırmızı kazağıyla objektife gülümsüyor. Karşımda hayatı seven, zevk almasını bilen bir Kumru Teyze var. Fotoğraf çektirmekten çok hoşlanıyor.



Tam o sırada yağmur hızlanıyor, bulunduğumuz yerden manzara mükemmel, Aşağıda yeni açmış bahar dalları, geçen yazdan beri dinlenmeye çekilmiş havuz, göldeki ördekler ve mükemmel bir sessizlik. Derin bir nefes alıyorum, “sen de çek içine” diyorum. Derin nefes alıyor ” çok güzel” diyor, tam bunu derken hıçkırarak ağlamaya başlıyor.” Allahım, sana çok şükür, yaşamak çok güzel, bana buraları gösterdiğin için sana şükürler olsun” diyor.” Ben yaşlandım diye üzülüyorum ama yaşlı olmasam buralara gelemeyecektim ki “ diyerek kendi kendine de teselli veriyor.. Beni de ağlatıyor, hay Allah. O kadar güzel, o kadar doğal ağlıyor ki; bu anı kaçırmak istemiyorum, gözlerimden akan yaşlarla basıyorum düğmeye. Yine de esprisini yapıyor ama.. “Bak, güzel çek “ diyor, “güzel çıkmazsam yırtacağım, sakın yüzüm buruşuk çıkmasın” “Aaa, aşkolsun, sen çok şekersin” dediğimde; “doğru söylüyorsun değil mi, alay etmiyorsun benimle” diyor.

Haddime mi?

Kumru teyzemin yüzünde gördüğüm yaşam enerjisi, hala renkli kıyafetler giymek istemesi, benim küpelerime hayran kalması, bir kadının/insanın ne kadar “benden geçti artık” dese de derinliklerinde “ aslında hiç bir şey geçmedi, sadece tenim buruştu, vücudum değişti ama ben hala güzel olmak, beğenilmek istiyorum “ düşüncesini ulaştırıyor bana. Sadece yavaşlıyoruz, durmuyoruz. Arada sırada takılıp, tekliyoruz ama durmuyoruz. Durursak yaşam bitiyor.

Yine geleceğim sana Kumru teyzem, kırmızı bir atkı ve kırmızı küpelerle hem de.))

SON BOMBAM da ;

“Facebook ve hotmail adresin var mı?”diyen teyzemizden geliyor. Kendisi seramik sanatçısı, beni sergisine davet ediyor. Ağzım açık kalınca,“Facebook kullanmıyorsan bu mailden bana ulaşabilirsin” diyor. “Bravo sana” diyorum, “bravo” “Ne yapalım eski arkadaşlarımı buluyorum oradan” diyor. Nasıl hoşuma gidiyor, nasıl…Ona sarılırken öbür taraftan Kumru Teyzem eliyle bana işaret ediyor, “başkalarıyla ilgileniyorsun , küstüm sana “ diyor. Ay çok şeker bunlar…

“Fotoğraflarımı getirmeyeceksin biliyorum, senden öncekiler de çektiler. Geleceğim geleceğim dediler, gelmediler” diyor küçük bir çocuk gibi. “Söz verdim ama söz verince gelirim” diyorum. ..

Vedaları sevmem. Veda zamanını mümkünse yaşamam. Kaçarım.. Ama bu sefer kaçmak mümkün değil..Onlar her yanımda. Sağımda solumda. Sürekli ilgi istiyorlar, sürekli konuşmak istiyorlar. Ben de yaşlanıyorum. Bunu engellemek mümkün değil. Yüzlerine hüzün düştü. Yağmur çıldırdı..Otobüsteki yerlerini i alıyorlar. Camdan yüzlerine bakıyorum. Doğa Tatil Köyü’nü çok sevdiler. Keşke daha güzel bir havada da gelsek diyorlar. Belli ki tam keyfini çıkaramadılar. Ama ben içimde benzerini tatmadığım duygularla dolu olarak arabaya biniyorum. Bir kaç hafta boyunca onlar aklımdan hiç çıkmıyor…Yine gidip göreceğim ben bu tatlı arkadaşlarımı…Beklerler beni, onları bekletmemem lazım….


(x): Carl Jung