16 Mart 2014 Pazar

HEM İNSAN TEK BAŞINA DA EYLEME KATILABİLİR.


Çok üzgünken konuşamam,  ağzımdan kelimeler çıkamaz; tıkanırım. Yemek yiyemem,  dışarı bile çıkamam. Evdeysem  odama, ofisteysem de sandalyeme yapışırım. Ayaklarım tutmaz, yürürken sağa sola sendelerim. Bir şeyler yazayım da içimdeki yangın sönsün isterim ama onu bile beceremem. Tuşlara basacak gücüm olmaz. Sadece sigara üstüne sigara yakarım. Sigaraya bu yaştan sonra başlanır mı bilmem ama Gezi olaylarından sonra düzenli olarak içmeye başladım. Bir tek bunu yapabiliyorum  üzgünken. Dolayısıyla, yazıyı da bugüne ancak yazabildim.

O gün de sabah yedide kalkmış,  haberleri izliyordum.Yorucu bir gün  beni bekliyordu. Alt yazı geçti o anda.  Aylardır uyansın diye beklediğim küçük can ölmüştü... Elimde çay bardağı vardı. Koltuğa çöktüm. Ayaklarım titremeye, güçsüzleşmeye başladı. Bir anda seksen yaşında  olmuştum. Bütün kemiklerim ağrımaya başladı.  Göz yaşlarım biraz önce yaptığım makyajı silip süpürmüştü. Gitmiş! dedim. Gitmiş işte.! Olmadı! Aylardır ümitle bekliyordum oysa ki.
Lap topumu alıp, evden çıktım. Acıdan ölsen de işe gitmek zorunda oluşuma  bir kez daha isyan ederek hem ağladım hem yürüdüm. Sabahları uzun zamandır kademe kademe tomurcuklanışına, çiçek açışına tanıklık ettiğim bir erik ağacım var. Her sene zamanını geçirmeden patlatır minicik tomurcuklarını, sonra yavaş yavaş büyür, göze çarpmaya başlar, bembeyaz gelin gibi açar, sonra da çok lezzetli meyvesini sunar bana. Ondan anlarım ben baharın geldiğini.
Oysa baharda uyanır diye düşünmüştüm küçük çocuğum. Bu ağaçlar ne zaman eriğe dönecek, o da o zaman uyanacak diye hayal kuruyordum. Çünkü baharda büyür çocuklar;  boyları uzar, yanakları al al olur. Ancak bu bahar güzel geçmeyecekti,  anlamıştım.
Ne çaresiz anlardır ölüm haberlerini duyduğumuz anlar. Mutlaka kendimi suçlayacak bir şeyler bulurum. Yapamadım, beceremedim, onu yaşatamadım diye. Kendimi Berkin öldüğü için suçlu hissediyordum. Bir şey yapamamıştım.
O gün twitleri  ve mesajları okumakla geçti. Hastane yatağında  bir lokma kalmış çocuğun ağırlığıyla  ezilmiştim. Yapabileceğim bir tek şey vardı şu anda, acımı hafifletecek  tek bir şey ; Kadıköy'e gitmek!

Çağırdığım herkesin bir bahanesi vardı. Eski arkadaşlarım zaten burada değildi  İş yerindeyse  "hadi Kadıköy'e" diyeceğim bir insan yoktu. O halde  tek başına  olsa da gitmeliydim.

Bir panik ataklı için eyleme katılmak, yürüyüşün parçası olmak, kalabalığın içinde olmak biraz daha zordur. Ama imkansız değildir. Kendi çapımda bir karton hazırlayıp çıktım yola. Üzerimde klasik iş kıyafetlerim ve paltom vardı, sabah bunu hesaplamamıştım hiç. Meydanda bir arkadaşıma rastladım, biraz konuştuk, sonra ayrı yerlere dağıldık. Aynı amaç için gelmiş,  çoğunluğu da gençlerden oluşan bir topluluk içindeydim, tek başıma slogan atıyordum, olaylar şiddetlenirse ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Gelmiştim işte, orada olmak, sesimi duyurmak için gelmiştim.

KFC'ndan  içine girip,  fotoğraf çekmek istedim. Orası çok uygundu. Ancak polis  o anda yapacağını yaptı ve Kadıköy"e gazı saldı. Gazdan  kaçan büyük bir grup KFC'nin içine daldı. İçerisi bir anda yerlere düşen kızlar, bayılan insanlarla doldu. Görevli "içeriye  gaz giriyor,  kapıları kapatıyorum" deyince tam bir panik haline girdim. Bir yandan gözlerim yanıyor, bir yandan da boğulur gibi öksürüyordum. Bir panik ataklı için daha beter bir ortam olamazdı. Taksim'deyken  bu kadar etkilenmemiştim;  alan büyüktü, arkadaşlarım vardı, sığınacak bir sürü kafe vardı. Ama bu sefer kötüydüm; tek başımaydım. Kızlardan birisi  yanan gözlerini elleriyle silmeye çalıştı, "yapma!" dedim, "daha kötü olur, ellerini sürme". “Tamam abla” dedi.
Kalabalıktan, gazdan,  hem de burada bayılırsam beni kim kaldıracak , ailemin haberi de  yok, gözlerimi nerede açarım korkusuyla elektriğe kapılmış gibi titriyordum. O anda Ali İsmail Korkmaz'ın neler hissettiğini çok iyi anladım.
 "Dışarıya çıkmak istiyorum,  açın kapıları" diye bağırdım.Dışarıda da gaz vardı, içerisi daha beter. Benimle beraber dışarı  çıkan bir kaç kişiden birine ” ben tek  başıma geldim, kimsem yok , ne yapacağımı bilmiyorum” dediğimi hatırlıyorum. Kız, elimi tuttu. "Gel,  korkma" dedi. O an yalnız olmadığımı hissettim, tutacak  eldivenli bir el ve onun da tuttuğu iki elle beraber koşmaya başladık. Sanırım komiktim. Lap topumla mantomla, topuklu botlarımla, komiktim.  Onlara yetişemiyordum,  hızlı koşuyorlardı.
Kalabalığa daldılar ama benim için korkunçtu o insan kalabalığı. Kızın elini bıraktım, ters yöne, gazın olduğu yere doğru gitmeye başladım.  Gözlerim berbat durumdaydı, kendimi kötü hissediyordum, yarım yamalak gördüğüm bir binanın önündeki gençlerin yanına attım kendimi.  Sanırım yere düşmüşüm, birileri kollarımdan tutup, talcid'li su sıktı ve içeriye aldı.

İçerisi bir stüdyoydu. Duvarlarda gitar fotoğrafları vardı. Koltuklarda benim gibi yüzü gözü şişmiş gençler oturuyor, kimisi ağlıyor kimisi de orada tesadüfen olduğunu ve ne olduğunu tam anlamadıklarını söyleyip birbirlerine sarılıyorlardı. Hepsi çok gençti ve benim yaşımda bir tek kişi yoktu.  Onlar benden küçük olduğu için yardım etmem gerekiyordu,  ama nasıl? Neyse ki  uzun sürmedi , kapı açıldı ve iğrenç gaz kokusuyla beraber benim yaşlarımda  iki adam girdi; yalnız değildim..

Güvenli bir yere sığınmanın, gazdan uzaklaşmanın huzuruyla az da olsa rahatlamıştım. İki kelimeyi bir araya getirip konuşamıyordum titremekten.
Birazdan iki baygın kız daha geldi stüdyoya. Onlara yardım etmeye çalıştım. "Ben de eskiden eylemlere katılırdım,  ancak panik atak olduktan sonra biraz zorlanmaya başladım. Telaşlanmayın, birazdan geçer" diye onlara ablacılık, annecilik oynadım.

Annesinden babasından habersiz gelmiş gençler vakit ilerleyince korkmaya başladılar. Polisten korkmuyorlardı ailesinden korktukları kadar. Bir kızın babası sürekli arıyor ve kıza küfür ediyordu. Kız da babasının ettiği küfürleri aynen bize aktarıyordu. Kıza "sen dur bir,  sakin ol" dedim. "Mesele nedir anlat.
Ver şu babanın telefonunu ben konuşayım" dedim. O kargaşadan anladığım kadarıyla kızın okulu Beşiktaş taraflarındaymış. Normal şartlarda her gün aynı otobüsle gittiğinden okuldan eve evden okula gidişlerinde herhangi bir aksama olmazmış. Polis dese,  eylem dese babası hayatı zindan edecek ona.
Babasını aradım, küfür ederek açtı  "Bakın beyefendi,  ben kızınızın Emlak hocasıyım, polisler bizi eyleme gidiyoruz zannederek Beşiktaş iskelesinin orada topladı ve  bir karakolu kapattı. Ben öğrencilerimi yalnız bırakmamak için onlarla kaldım"  Dedim. Adam o sırada  telefonu eşi olduğunu düşündüğüm kadına verdi. Babadan daha sert bir ses tonuyla konuşan anne" Peki,  nasıl dönecek bu kız eve" dedi. "Ben hepsini tek tek otobüse bindireceğim" dedim.
Zoraki bir " iyi" lafından sonra kız rahatlamış ve boynuma sarılıp"size nasıl teşekkür etsem azdır" demişti. Neyse bir sorunu halletmiştik Ama sorunlar bitmiyordu.
Diğer tarafta yirmi yaşlarında bir kız sevgilisini Kadıköy"de polisten kaçıp bir stüdyoda olduğuna inandıramıyor, kendini ispat etmek için bağıra çağıra kavga ediyordu. Onu da sakinleştirmem lazımdı. Zira konu sevgili ilişkileri değildi. "Ne bağırıyorsun, herkes canıyla uğraşıyor burada " deyip,  çektim telefonu elinden.
"Bak oğlum,  sevgilin burada, yanımda oturuyor şu anda. Ben elli yaşında bir kadınım ve yalan söylemiyorum. Polisler peşimizden kovaladı ve gazladı. Biraz önce kız burada astım krizine girdi. Arzu edersen gel. Ya gaz yiyip bayılırsın, ya da polisler seni gözaltına alır, istersen adresi de vereyim" deyip o ilişkideki sorunu da hallettim.
Çocuk sakinleşti, kız boynuma sarıldı. O küçücük stüdyoda hepsinin farklı bir telaşı vardı. Bir ara dışarı çıksam başıma bir hal gelir mi diye düşünüyordum. Çocuklardan biri " abla ya,  sen çık,  seni kimse almaz bu kıyafetle" dedi. Aynada kendime baktım, çocuk haklıydı...

Gazın şiddeti artmaya, iyice içeriye sızmaya başladı. Her içeri giren  gazla beraber geliyordu. Zaten alerjik olan bünyem iyice beter olmaya başlamıştı. Yine öksürük tuttu, yine içim sıkışmaya,  nefes alamamaya başladım. "Benim gitmem lazım" dedim. Stüdyodaki çocuklardan birinin üst katta evi varmış. Tanrım binlerce defa razı olsun,  beni evine götürdü. Buraya gaz dolmamıştı. Kendimi resmen bir savaşın içinde hissediyordum.Dışarıda polislere küfür eden bir grup, polisin ateş ederek verdiği karşılık, çığlık atan kızlar.Yüzümde kırmızı kırmızı lekeler oluşmuştu.  “Burada dinlenin biraz, sonra gidersiniz “ dedi. Kardeşim facebook'taki fotoğraflarda beni görmüş, "senin ne işin bu yaştan sonra oralarda" diye mesaj atıyordu. Bir yalan uydurdum. "İyiyim" dedim.

Cesurca  katıldığım eylemleri, gösterileri hatırladım. Yirmili yaşlarım,  çılgın, korkusuz kimliğim gelip dikildi karşıma. Ben de onlar gibiydim şimdi.
Gaz maskesini takmış, dışarıda yardıma ihtiyacı olan birileri var mı diye kontrole giden  ev sahibine, "ben de eski eylemcilerdenim" dedim. "Ama yıllar insanı acemileştiriyor, korku salıyor,  gözü karalığını alıyor" dediğimde,  elinde talcid sisesiyle bana  gülümseyerek kapıdan çıkıyordu. Birazdan baygın birini bulup,  evinde misafir edecekti.
Ne güzel şeydi bu Kadıköy'lüler.  O gece evine almasalardı, biri üstüme basıp geçecekti.  Polis "ne bok işin var be kadın,  bu yaştan sonra" deyip tartaklayacaktı belki de.  Ben  " imdaatttt , kurtarın beni,  kimsem yok" diye bağıracaktım.

Hiçbiri olmadı; yalnız değildim.

Hiç tanımadığım insanların elini tutmuştum.(bu arada elimi tutan kız, bunu okuyorsan binlerce kez teşekkürler, sen elimi tutmasaydın belki bir daha sokağa çıkamayacaktım)

Bu gece benim için çok fazla heyecanlı geçmişti. Dar alanda paslaşmalar yaşamıştım. Ortalık biraz yatıştıktan sonra ciddi iş kıyafetimle Boğa"nın orada duran çevik kuvvet ekibinin ortasından, gözlerine baka baka geçip, bir taksiye bindim ve evime gittim. Gece heyecandan uyuyamadım.

Benim hiç çocuğum olmadı. O yüzden bütün çocukları,  gençleri benimmiş gibi sevmekten, ölümlerinde benim çocuğummuş gibi üzülmekten, onları yeniden doğurup, yeniden  kaybetmekten çok yoruldum.

Ev sahiplerine haftaya mantı yapıp, getireceğimi söyledim ayrılırken. Öyle şeker,  öyle güzellerdi ki, tekrar yirmi yaşlarıma dönmek  mümkün olsaydı, onlara yirmi yaşımla misafir olmak isterdim.

Kalkıp mantı, mercimekli köfte ve kakaolu kek yapmam lazım, söz verdim ama ayıp olur.