31 Aralık 2012 Pazartesi

BELKİ BU SENE GÜZEL OLUR(MU?)





İlk yeni yıl duam; "Allah'ım ! Yeni yılda çılgın bir aşk yaşayayım. Birbirimizin gözlerine bakarken yaşlar gelsin.(O zamanki Türkan Şoray Kadir İnanır filmleri.) El ele tutuşalım, Şile sahillerinde koşalım(neden bilmem. O dönem sevgili olan herkes deniz kenarında koşuyor.) Uzun boylu olsun, sporcu vücutlu olsun, mutlaka hali vakti iyi olsun, güzel gülsün. Bir tek bana aşık olsun. Sonra evlenelim. Herkes bizim evliliğimizi konuşsun. Love Story"deki çift gibi olalım.(Sonu benzemesin ama.)"

Bir sonraki sene; "Allah"ım ! Geçen sene işler karıştı, beni unuttun. Bu sene çok yakışıklı, akıllı, maddi durumu normal, güzel gülen, sporcu vücutlu olmasa da yakışıklı sayılabilecek bir insan nasip eyle."

Bir sonraki sene; "Allah"ım!  Sevebileceğim,  dürüst, sadakatli bir erkek ver bana."

Bir sene sonra ; "Allah"ım! Sen şu kulunu görüyorsun. Sana ettiğim duaları boşa çıkarma. Anlaşacağım bir koca ver bana. Zira yalnızlık zor. Eşim dostum gitti, evlendi. Ben unutuldum."

Yine bir Yılbaşı gecesi; " Allah"ım! Ne olur, ne olur!  Yalnız kuluna bir eş nasip eyle! Kediler köpekler kuşlar eş buldu da bir ben bulamadım.

Sene 2000 ; Milenyum"dayız. Her şey tersine  dönebilir. "Yeni yılda sevmesem de anlaşabileceğim bir eş ver, çocuklarım olsun. Kirada otursak da yeter."

Sene 2002; "Hayırlı bir koca nasip eyle, Yarabbim!"
Sene 2005; "Yeni yılda koca olmasa da olur ,anlaşabileceğim bir sevgili diliyorum". 
Sene 2010; "Çocuk seven ve isteyen bir insan olsun yeter"
Sene 2011; "Çocuk yaptıktan sonra isterse gidebilen bir adam olsun .Tipi , maddi durumu önemli değil. İnsan olsun yeter". 
Sene 2012;" Allah"ım sen görüyorsun. Kalan ömrümü sağlıklı geçirmeme yardım et. Çocuk olmasa da hiç değilse evlatlık edinebileceğim bir çocuk ver..."





Mutfakta brokoliler haşlanıyor. Haydari de yapıldı. Sırada havuç salatası var. Dolmalar da tamam. 
Satırlarımı okuyan her ama herkese, dostuma düşmanıma, gencine yaşlısına, Bekar olanlara koca, evli olanlara huzur, hasta olanlara sağlıklı bir yıl diliyorum. Belki bu sene her şey güzel olur. Ne dersiniz?














25 Aralık 2012 Salı

YALNIZ KADINLARI NASIL TANIRSINIZ?


“Annesini, yeğenini, onun bir kuzenini, bir komşuyu MR çekimine götürürler: Emar çektirmeye giderken yanına yardımcı baap'da alınan bazı kişiler vardır ve onlar hep sabittir. Hastaneye varır varmaz, öyle büyük bir ciddiyetle yaparlar ki görevlerini, zannedersin az sonra o kişiye Angelina'nın yüzü nakledilecek.Hiç strese girmedikleri için hastaya sonsuz cesaret ve güven verirler. Hastanın soyunmasına, giyinmesine yardımcı olurlar. Sanki onlar bir "MR iyi niyet elçisi" dir. MR çekilmeden önce hastaya, sonra da teknik elemana talimatlarda bulunurlar. 'Şöyle dur, şunu düşün, hemen bitecek zaten, hiç kıpırdama ". "Bakın bip dedi, bitti sanırım, hasta çıksın artık" diyerek gerek çekim başlamadan gerek çekim yapılırken dışarıdan müdahale yoluyla talimatlar verirler. Hatta rapor çıkmadan hasta yakınları vesveselenmesin diye röntgen çeken kişiden önemli br şey olup olmadığı hakkında bilgi alırlar. Bu tip kadınlar yalnızdırlar. Ömürleri yalnız geçmiştir, Hiç sevgilisi olan kadın MR”a gider mi, Allah aşkına? Ne işi var oralarda? Sevgilisi olsa, onu soyar giydirir, MR çekilecek yaşlı teyzesini değil.


Kedi beslerler; “Ay Aslııı, biraz önce sokağın başından başladım yürümeye, aşağıdaki Tansaş”ın oraya kadar gittim. Bütün kedileri doyurdum" Kedileri doyurduktan sonra sırasıyla kuşlar, köpekler gelir. Bu kadar hayvanı aynı anda doyurabilenler  ancak ve yalnız “yalnız” kadınlardır.

Yürüyüşe gitmem lazım;  "Yürüyüşe gidiyorum", "Yürüyüş yapmam lazım ". İşte, tehlikeli cümleler! Bunu çok sık kullanan kadınların sevgilisi yoktur, olamaz. Yürüyüş yapmak yalnız ve boş insanların işidir. Sevgilisi olan kadının yürüyüş yapacak enerjisi mi olur, yapmayın, Allah aşkına.

Örgü dükkanlarından ayrılmazlar; Örgü dükkanları depresyona giren kadınlar için bulunmaz bir mekandır. Sevgiliden ayrılan, kocadan boşanan kadınlar kendini örgüye verir. Tüm sinirini ilmeklerden çıkartırcasına Ha babam ha diye diye bir gecede atkıyı bitirirler. Bütün renkleri kullandıktan sonra alt komşuya, işyerindeki çaycı kadının kızına, Komşunun güzel kızına, yeğeninin ilkokul öğretmenine kadar kim varsa örerler. Ah bir sevgilisi olsa onlara prezervatif bile örerler ama, yok işte. Hiç sevgilisi olan kadın atkı örer mi, yapmayın Allah aşkına.

Manikürcüye sohbete giderle; Manikür, pedikür yaptırırken ölesiye sıkılırım.Çok sıkışmasam gitmeyeceğim ya, neyse. Kadın ayaklarını hart hurt törpülesin, sen kendini bir sürü hizmetçisi olan saray soylusu gibi hayal edip, kazık gibi otur orda! Ojen sürülsün, kurumasını bekle. Zaten bunlar benim gibi yerinde duramayan biri için o kadar büyük işkence ki,  midem şişiyor vallahi beklerken. Ancaaak.. Oraya gelen bazı hatunlar var,  ne zaman gitsem aynı kadını, aynı koltukta rahat rahat otururken görürüm. Ellerine, ayaklarına bakarım; hiçbir muamele görmemiş ama o koltukta saatlerce oturup, gelen gidenle, manikürcüyle konuşur da konuşurlar. Haberleri izlerken laf olsun diye yorumlarda bulunurlar. Ne sıkılırlar, ne bunalırlar orada oturmaktan.  Arada bir cep telefonundan annesiyle, yengesiyle tümü kadın olan kitleyle konuşurlar ve konuları hiç bitmez. Bu tip kadınların sevgilileri yoktur, ve dükkâna takıldıkları sürece de asla olmayacaktır.


Ucuz ama kaliteli yerleri çok iyi bilirler, Bunlar sevgilisi olmadığı için, boş vakitlerini, dükkânları gezerek değerlendirirler. Ugg botların orjinalini % 40 indirimle nerede bulursun, Zara’nın yeni sezon, çok hafif defolu ürünleri  nerede satılır bu kadınlar çok iyi bilir. Hatta oraya hangi arabayla, hangi metrobüsle gidileceğini size hiç sıkılmadan tarif ederler. Bundan iyisi de...Ha,  işte bu kadınlar da hep yalnızlardır. Evleri adeta bir show room gibidir. Ancak alışveriş yaptıkça sevgili bulma oranları azalır bunların.

Ev tipi güzellik maskeleriyle araları son derece iyidir: “Merhaba, nasılsın?” de, sana hemen ,” Ay, canımcım, saçlarım çok dökülüyordu da, yeni bir formül buldum. Şurada yeni açılan Aktarlar var. Karabaş otu, deve sikinin kılı bir de ördek büzüğünün derisinden minik bir parçayı alıp, bunu sirkeli suda biraz bekletiyor, saçına sürüyorsun, sonra da Bim’den aldığın poşetlerle sarıp, bir gece bekliyorsun. Sabah da yeni doğum yapmış kurbağanın  çişiyle yıkıyorsun,  dökülen saçların hepsi yerine geliyor” diye size harika saç maskeleri, cilt maskeleri tarifleri verirler. Hiç üşenmeden, o kadar şeker anlatırlar ki, inanmasanız da gidip aynısı yapmak istersiniz. Sevgi yokluğundan kendini otlara, yağlara vermişlerdir. Uzun bir süre sevgili bulacaklarını zannetmiyorum.













18 Aralık 2012 Salı

MUTLU ÇİFTLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ



İkisi de ter kokuyordur ve hiç sorun yaşamıyorlardır

İkisi de çok çirkindir ve hangimiz daha güzeliz diye mücadele etmiyorlardır

Birinin pipisi , diğerinin memesi küçüktür ve sorun yoktur

İkisi de fakir aile çocuklarıdır ve hiç doyumsuzluk sıkıntısı yaşamamışlardır

İkisi de asosyaldir ve evli oldukları için kendilerini sosyalleşmiş sayıyorlardır

Yaz geldi mi hangi ülkeye gidelim sendromu yaşamadıkları için, kavga da etmezler

Plan her zaman bellidir: Bankacı olan eşin kampı ya da emekli bir tanıdıklarının yazlığı

Çocuğu hangi okula verseki, özele mi , imam hatipe mi, Avusturya Kolejine mi, yurtdışına mı yollasak sorununu hiç yaşamazlar. Bakkal Hayri’nin karşısındaki okul yürüyerek 5 dakikadır. Dolayısıyle servis parasını nasıl ödeyeceğiz, servis bekletme, servisin geç gelmesi gibi sorunları olmaz

Akşam koltuğa serildiği için kocasına/karısına /sevgilisine kızmazlar çünkü aynı şeyi onlar da yaparlar ve bundan büyük mutluluk duyarlar.

Dışarıdayken” o kadına baktın/şu erkeğe baktın” sorunu yaşamazlar. Nasılsa sadece “bakmakla” yetineceğini bilirler

Beni aldattı mı diye kendi kendini yemezler çünkü aldatma işinin de epey para/emek getirdiğini bilirler (Otelde oda kiralamak, eve yetişmek için taksi, içki içmek vs..bunlar hep paradır)

Tek bildikleri misyoner pozisyondur ve bundan mutludurlar. Arayışlara, fantezili sekslere ihtiyaç duymazlar. En büyük yaramazlıkları  cumartesi gecesi porno izlemektir. İzledikten sonra da aşırı marjinal ve seksi bir çift olmuşlardır kendilerince. Bunun neticesinde de misyoner pozisyonlarında, tek seferlik mutlu cinselliklerini yaşarlar(yatakta tabiii) “ Ay seviştikten sonra sarılmadı, geç boşaldı, erken boşaldı, ses çıkarmadı,bile, orgazm oldu mu ki ,” diye kendi kendini yemezler

Brunch'a gitmezler. Gitmedikleri için de trafik stresinden birbirlerine  saldırmazlar. Evinde sucuklu yumurtalı kahvaltılarını yaparlar.

Eşininki küçük diye arayışa girmeye, tripler yapmaya kalkmazlar. Allah o'nu vermiştir, hoş gelmiştir . Elindekiyle yetinmeyi bilir ve hiç bir zaman isyan etmez.

En büyük eğlenceleri tanıdıkların düğününe gitmektir. Gitsek mi gitmesek mi kavgası olmaz. Slow dansa ilk kalkan çift onlardır. Ve 70 milyon onları izliyormuş gibi, itinalı, istekli ve keyifli bir şekilde dans ederler.

Adam yatakta osurur ve kadın buna kızmayı aklından bile geçirmez. Kocasının bağırsakları çalışıyordur, ne güzel ne güzel.

“Ay.  beyaz don giyme”,” Pazar donu giyersen vallahi sevişmem” “ CK olsun, başka boxer olmaaz” falan demezler. Don dondur, erkek de erkek, pipi de pipi.

Hadi bakalım...





7 Aralık 2012 Cuma

40 YAŞ VE ÜSTÜ ERKEKLERİ NEREDE BULABİLİRSİNİZ












Sizi soranlar çok oldu. Ne yaparlar bunlar? Karizmatik olgun ve bekâr erkekler nereye saklanır?
Onlar için(!) araştırdım ve buldum.


Teknolojik ürünler sanat mağazalarda( Teknosa, Media Market, Yapı Market, Koçtaş,) İnanın çeşit çeşit orta yaşlı erkek var bu mağazalarda.
Büyük marketlerde; (3M Migroslar, Carrefour, Metro vs.) Özellikle, et, balık, tavuk ve içki satan yerlerde çeşit çeşit var

Otomobil, motor, tekne fuarlarında; Bunu açıklamama gerek yok; o fuarlara otomobil ve tekne için gitmediklerini hepimiz biliyoruz.

Hastanelerde; Evet, araştırmalarım sonucunda bu grup erkeğin en çok bulunduğu yerlerden birinin de hastaneler olduğunu keşfettim. “Yok, canımmmm” demeyin hemen. Hem kendi tahlillerini yaptırmak için hem de yaşlı anne ve babasını doktora getirmek için sık sık geliyorlar. Özel bir hastane kapısına oturun ve bakın, çeşit çeşit çok hoş adamlar göreceksiniz.

Spor merkezleri; Orta yaş krizine giren ve kendini spora adayan erkekler büyük GYM salonlarında bulabilirsiniz. Çıkışta kafesinde oturun, tanışmak için büyük fırsat. Hemen koşa koşa eve gitmeyin.
Sahilde; Hafta sonu sabah erken saatlerde sahil yolunda koşanların neredeyse yarısından fazlası orta yaşlı erkeklerden oluşuyor. Öyle güzel giyiniyorlar ki, eşofman, tişört, ayakkabı uyumu muhteşem.

Futbol ve Basketbol maçlarında; Türk erkeğinin ne kadar futbol meraklısı olduğunu hepimiz biliyoruz. Siz de arada bir tuttuğunuz takımın maçlarına gidin. Basketbol için de aynı şey geçerli. Maç çıkışında en yakındaki kokoreççi, midye tavacılara takılmayı pek severler. Siz sakın maç çıkışı direkt eve gitmeye kalkışmayın. Maçı kazanmış bir erkek testosteron doludur ve cömerttir. Akıllı davranın.
Ocakbaşı; Orta yaş erkeğine güzel bir yemek deyin yeter. Özellikle eti, ocak başı muhabbetini çok seven bu grupla tanışmak için çok uygun mekânlardır kebapçılar, vs

Kendin pişir kendin ye; Bir erkeğin olmazsa olmazıdır. Karda kışta, yazın kışın, ormanda, şehirde, nerede olursa olsun ona “yarın mangal yapalım mı sevgilim?” dediğinizde kendinden geçer. İşi gücü bırakır, karşısında lütfen iştahla yiyin. Erkekler iştahla yemek yiyen kadınlara bayılırlar. Mangalın dumanını tütsülerken siz dünyanın en güzel varlığını seyredermiş gibi bakın ona. O kadar büyük bir iş yaptığını düşünür ki...

Günaydın Kasap; Kimi zaman sorarız arkadaşlarımızla, “Orta yaşlı, güzel adamlar nerede diye? Neden onları sık göremiyoruz? Hepsi mi evli bunların acaba ?” diye. Ben size söyleyeyim; Bostancı Günaydın Kasap’a o kadar güzel erkekler geliyor ki; bunlar nereden çıkıp da buraya geliyor diye takip etmek istiyorum. Kimileri yalnız kimileri de maalesef evli. Biz bekar olan kısmıyla ilgilenelim.

Günlük hayatta o erkekleri yolda, sinemada, cafelerde filan göremiyorum ben. Bunlar tahminen villalarının bahçesine arkadaşlarını toplayıp gün boyu et yiyor, içki içiyorlar. Gelince benim gibi yarım kilo köftelik kıyma, yarım kilo yemeklik kıyma, üç tavuk budu almıyorlar. Bir koca koyunu, kuzuyu, danayı vurup omzuna çıkıyorlar. Arkalarından üzüntüyle bakıyorum. Haftaya burada aynı saatte kuzu budunun orda buluşalım demek geliyor içimden





Video Çekimi Yaparken; Okulların  mezuniyet dönemlerinde, çocuklarının kep töreni, diploma töreni gibi etkinliklerde çeşit çeşit karizmatik adamlar olur. Ellerinde profesyonel fotoğraf makineleri ya da video kameraları taşırlar. En büyük hobileri çekmektir. Bunların bir kısmı eşinden boşanmış, çok meşgul olan iş adamlarıdır ama asla çocuklarının okul faaliyetlerini kaçırmazlar. Yaklaşmakta fayda var. Boş sandalyelerden birine oturun, dikkatinizi sahnede gösteri yapan ufaklıklara verin. Ve boşluğa doğru “ ne kadar güzeller, hepsi birer prens, birer  kuğu” deyin. Büyük ihtimalle size doğru dönüp, onaylayacaktır. Adam tek oturuyor çünkü. Sonra minik minik cümlelerle sohbet ilerletin. Bir bakmışsınız çoluk çocuk derken, adamın çocuğu, siz ve adam aynı fotoğraf karesinde...Ne hoş, değil mi?

Evde, kanepede uyuklarken; (Elindeki kumandaya bir kadına sarıldığından daha güzel sarılmışken)

Business Class, VIP  olan her yerde:

Koçluk eğitimlerinde

Sauna,Hamam, Masaj salonlarında; (Nasıl girersiniz bilmem)

Saç Ektirme Merkezleri

Ürologda sıra beklerken













17 Kasım 2012 Cumartesi

BANA BİR ŞEYLER OLACAK



Bir kaç gün sonra doğum günüm olduğunu fark ettim, ne kadar acı değil mi? 
Yoruluyorum, eskiyorum, mumlar çoğalıyor ve benim gözlerim doluyor. Güzel bir döneme giriyor-muşum, öyle diyorlar. Hayatın başladığı yaşlar - mış. Hahaha. Bu zamana kadar ki neydi, provası mı?
"Kadınların en verimli olduğu yaşlar" -mış. Meyve ağacı mıyım ben, ne verimi ? Ne veriyorum, anlamadım ki..
Peki, size bir soru; iş yerinizde hiç

"Oğlum Emir, Hale'nin poposuna dikkat ettin mi? Of, oğlum!  Nasıl sarkık nasıl güzel  o popo, yaaa.. Her adım attığında, gidip sıkasım geliyor"
"Sorma oğlum yaa, benim de rüyama girdi kadın, sabah anlayacak diye yüzüne bakamadım!"

 “Sen onu bırak da,  ben Pazarlamada çalışan Tülin"e  açıklayacağım duygularımı artık. "Kızım,  sen gülerken şu gözlerinin kenarındaki kaz ayaklarına dayanamıyorum, hele o göğüs çatalındaki kırışıklık, beni deli ediyor." diyeceğim,  diyeceğim işte”.(De, de, gör bak ne diyor) diye dedikodu yapan erkeğe rastladınız mı hiç ?

Reina’da bir Cumartesi gecesi. Kum gibi insan dolu. Gazeteciler, televizyoncular. Merak edip uzatacaksınız başınızı” Acaba Adriana mı burada” diye. Kalabalığın ortasında orta yaşlarında bir kadına mikrofon uzatılmış;  ilgilenmeden içkinizi alır, eğlencenize devam edersiniz. Ertesi gün gazetelerde ; "Melda Kuruhasanoğulları dün gece  Reina"yı kırıştırdı. Ay pardon, karıştırdı! "  Neyse ne, canım.

"Melda hanım, 40.yaş gününü çılgın bir partiyle kutladı. Davete yüzlerce birbirinden buruşuk, menopozlu,  botokslu, sarkmış kadın katıldı. Melda hanıma en güzel hediye hayat arkadaşı Tosun beyden geldi. Kırışması , buruşması ve şişmanlaması neticesinde pırlanta gerdanlık alan Melda hanım"a  mikrofon uzatılınca, duygularını gizleyemedi; takıyı bir kenara koydu ve "Çok mutluyum, yeni yaşıma girdim. Hayat kırkında başlar  diyorlar (evet, ama seks hayatı değil) canım) "Eeee.." der , botokslu dudaklarını ileri doğru uzatarak, "Bundan sonra menopoza gireceğim, kilo alacağım, kalp ve tansiyon hastası olacağım için çok heyecanlıyım. Şu anda heyecandan  dolayı gördüğünüz gibi göbeğim titriyor"

Böyle mi olur sizce güzel yaşlar, bu mu dur?
Bundan sonra başıma gelecekleri biliyorum;

Alışveriş yapacağım mağazalar, içki içmek istediğim mekanlar gitgide kısıtlanacak.  Dans etmek için gide...  (Ne dedim ben?  Dans etmek mi?  Edebilir miyim ki?) evet ne demiştim 'Ben dans ederken ' arkamdan " Ablaya bak beee, hey yıllara yenilmemiş size" diyecekler.

Sevdiğiniz adamla el ele gezseniz “koca kadına bak, liseli sanıyor kendini, gelmiş kaç yaşına, hala el ele tutuşuyor" diyecekler

İç çamaşırı mağazasına gidince “güzel bir külot istiyorum” dediğimde beni string kısmından uzaklaştırıp, göbeğe kadar uzanan, penye çamaşırlar bölümüne götürecekler,

AVM'lerde yolumu  kesip “bakın, şu hampster”ın  göt hücresinden (pardon kök hücresinden  ) yapıldı, içinde osuruk otu tohumu da var ve  kırışıklıklarınızı % 80 oranında açıyor’ diyecekler.
Ütü mü lan bu? Arkadakine satsanıza,  yellozlar. (Ama onlara bu krem olmazzzzz ki....)” Olsun, kıçına sürer.”

Mango ve Zara “dan şiddetle uzaklaşıp, Fatoş, Mısırlı ve Faik Sönmez “den giyineceğim.

Köfte -patates, hamburger bana yakışmaz; Lahana, turşu suyu, pırasa, fırında somon balığı üstüne kurutulmuş domates yiyeceğim.

Hustler, Leman, Uykusuz, Alacakaranlık öyküleri  yerine, “Şiş ve Tığla örgü teknikleri”, “Kuş ve Kedi beslerken nelere dikkat etmeliyiz”, “Nasıl prostat oldum” ve “Emeklilik hayallerim”  adlı kitapları okuyacağım.

Gece elbisesi istediğimde bana gayet muteassıp, dekoltesi olmayan, rahibe kıyafetlerini çıkartacaklar. Hayır, ben belki açık saçık giyinip, her yerimi göstermek istiyorum. Siz mi karar vereceksiniz buna?
Menopoza da girerim, saçımı maviye de boyarım, mini de giyerim. Dağılıınnnn!!!! Yaşlanıyorum!!!!!...

19 Ekim 2012 Cuma

BAĞDAT CADDESİ/ KADIKÖY VE TAKSİM KIZLARI


Çok sıkıntılıyım bu aralar. İstanbul çok kalabalık, araba görmekten sıkıldım. Ben buranın kadını değilim! Etrafımda hala “şarz “diyen elektrik mühendisleri var. Ben iş makinası satıyorum ama anlamıyorum. Boş olduğum her an  bir şeyler yazmak istiyorum. İmla kurallarını sevmiyorum. O da bir “kural” çünkü ama bunun yanında”eylendin mi?” “Sendemi geliyorsun?” diye mesaj atan arkadaşlarım var ve ben onları esefle kınıyorum...

Hafta sonları rutin olarak yaptığım bir iş var; Sahafları gezmek. Toza alerjim olmasına rağmen öksürükten geberene kadar o kitaplara bakıyorum. Sonra oturuyorum yakın bir kafeye. Gelen geçene bakıyorum. Neler konuşuyorlar, mimikler, jestler nasıl diye inceliyorum hepsini kahvemi çayımı içerken rahatlıyorum ...

SAÇLAR;
Kadıköy kızlarının saçları sarı olmaz; ya gece mavisi diye bir renge boyarlar ( nerden buldularsa bunu sanırım adı çekici geldi) , ya da simsiyah saçların ucuna kırmızı boya.
Taksim kızlarında pembe, mavi, yarısı sarı yarısı mor renkler uygularlar ve bunu kaşa , dudak altına ya da üstüne taktıkları piercing ile tamamlarlar.
Cadde kızları; Ya sarıdır, ya sarı , bazen platin.

TAKILAR;
Kadıköy kızlarının takıları boncuk, bazen minik gümüş kolyeler bazen de dökme demirden mevlana kolyeleridir. Bileklerde 1 2 Tl lik renkli boncuklar, ayakta yaz dönemi ise gümüş olmayan dökme demirden halhallardır.
Cadde kızları deri iplerin ucuna genelde Baykuş ya da kedili figürleri takarlar. Bunlar çoğunlukla değerli taşlardır. Beyaz altın, annesinin doğum gününde aldığı minik pırlanta küpeler de olabilir kimi zaman.
Taksim kızları, hand made, farklı ve özgün takılar kullanırlar; kimi zaman kuş tüyü bir küpenin içine tamamen konsepte aykırı bir taş, ya da “bu kolye benim tasarımım” olayı

GİYİM;
Kadıköy kızları şişman olsun zayıf olsun umurlarında bile olmadan (takdir ediyorum bu huylarını) sıska paçalı, düşük belli pantolonları popolarından çıkarmazlar. Bu pantolonlar üstlerinde pırıl pırıl parlamaz nedense. Yerlere mi oturuyorlar ne yapıyorlar bilmiyorum ama hiçbir zaman gıcır gıcır değiller.
Taksim; Uzun etek, kısa kot ceket . Dar bir kot üstüne deri ceket, Ya da şalvar kombinasyonları, Renkli güneş gözlükleri.
Cadde kızları; Yeşil eşofman, kocaman marka çantalar (ama illaki dirsek hizasında) ağzına kadar inen kocaman güneş gözlükleri. Ya da strech minicik bir elbise

AYAKKABI;
Cadde kızlarının ugg larını Taksim ve Kadıköy kızlarında göremezsiniz. Çünkü cadde kızlarının ayakları çok üşür. Çok iyi beslendiklerinden, bakıldıklarından olsa gerek hep üşür onlar, O ugg botun orjinalini aldırana kadar zavallı anne babasının başını yemişlerdir zaten..” Bu orjinal değğiillll, ben giymem bunuuuu”. Saçını başını yolduğumun solaryum güzeli, aygaz tüpü patlamış suratlı, sen orjinal misin ???
Hee ne demiştim, Kadıköy kızları babetlidir, bütün kıyafetlerine babet kombinasyonunu kondururlar. Taksim kızları ise military bot giyerler

MEKANLAR/ KONUŞTUKLARI KONULAR;
Kadıköy kızlarının kafelerdeki gündemi; malumunuz erkekler. Nokia model telefonlarından bol bol mesaj çekerler, hayatını telefonda ve facebookta yaşarlar. Yüksek sesle konuşurlar, konuşurken birbirinin üstüne atlarlar, bacakları genelde ayrık otururlar, at gibi kişnerler ve çok iştahlıdırlar; götü göbeği umursamaz, sosisli ketçaplı kocaaaa sandviçin ucundan suyunu damlata damlata yerler. Konuşmaktan mahrum kalmak korkusuyla tek eliyle ağzını kapatıp, bar bar bağırarak iletişim kurmaya çalışırlar.

Cadde kızları pahalı kafelerdeki- mümkünse herkesi görebilecekleri ve herkesin onları görebilecekleri - masalara otururlar. Oturuşlar aynıdır; dik , göbek içeride kıç dışarıda ve Ms. Adriana havasında.Menüdeki en pahalı yemeği garsona parmaklarıyla bir gösterme tarzları vardır onların; sanki Salvador Dali”nin kimsenin bilmediği bir tablosunu gün ışığına çıkarmış da onu paylaşıyor dersin.Yemek geldikten sonra ilk lokmayı ağızlarına götürürken Brad Pit”in taşşağını yermiş gibi; önce yavaşça açarlar ağızlarını , kapatana kadar bir dakika geçer, hiç acele etmeden (niye acele edecekler ki, çoluk çocuk onu beklemez, işleri kadınlar yapar, parayı ana babalar verir, saçlarını kuaför yapar çok yavaş hareketlerle o lokmayı yuvarlar da yuvarlarlar. Ee, ağızdaki Brad Pit”in taşşağıdır, dikkatli olmak lazım. Tadına vara vara, değil mi?. Bunu yaparken bir yandan da iphone'un en yeni çıkan modelinden sürekli mesaj çekerler.
Ve mutlaka o çatal sol elde, bıçak sağ eldedir. Evde neredeyse tabağa ayak parmaklarını sokup, yalayacakken dışarıda en sosyetik hallerine bürünürler.. Daima erkek arkadaşlarının mal varlıklarından bahsederler.

Taksim kızları güzel ve ucuz yerleri çok iyi bilirler. Onların küçük ama lezzetli, sahibiyle garsonlarıyla kanki(nefret ediyorum bu kelimeden ama  kullanmadan edemeyeceğim,  cuk oturuyor) oldukları mekânları vardır,  tek başına olsalar da hiç sıkılmazlar. Gelen geçenlerin içinde mutlaka bir tanıdığa rastlarlar. Yanlarında kitap,  mizah dergileri taşır, yemekten sonra hiç acele etmeden bir sigara yakıp, onları okurlar.

VEEE SON OLARAK,
Cadde kızları hep daha iyi daha zengin erkeklerin hayalini kurar, Taksim kızları sinemadan anlasın, kitap okusun, rock dinlesin isterler. Kadıköy kızlarının felsefesi “Yaratılanı seviyorum Yaradandan ötürü" ya da "güzel değil ama kalbi güzel" der ve hiç boş kalmazlar
Allah hepsinin gönlüne göre versin ne diiim...

19 Ağustos 2012 Pazar

İŞ HAYATI HAYAT MI BE?




Bir sabah kalkarsınız yataktan benim gibi. O güzelim gözleriniz gökyüzüne bakamadan, iki güvercin göremeden tuvalete koşarsınız. Yerinden çıkartacakmış gibi ovalarsınız gözlerinizi zorla açmaya çalışırak. Yazık günah onlara, acıyorum vallahi bazen.

Sonra o sevgilinden daha fazla gördüğün, samimi olduğun, elleştiğin gardrobuna doğru otomatik olarak uygun adımlarla ilerlersin. Mıy mıy mıy ...Giyeceğin kıyafeti seç; “Ay, bugün toplantı var, bu etek fazla kısa. Pöfff..Pantolon giysem kıçımdaki orkid belli olacak, Ay bu da Şadiye Teyzemin kızının düğününde giydiğim elbise. Bu hiç olmaz ;en son çaycı kadın giymişti aynısını.” Diye diye minimum 10 dakika konuşursun o dolaptakilerle.Seçersin birini, koşarsın aynaya. Sıra gelir boyanmaya. Gerçi çoğu zaman hafif makyajımı serviste yaparım ben.
Servis şoförünün araba kullanışı tüm Anadolu yakası sakinleri tarafından bilinir. Bir fren sıkar; benim rimel torpido gözüne fırlar. Bir fren daha sıkar; yandaki gencin kollarına düşerim makyaj çantamla beraber. Ne var ne yok çocuğun üstüne dökülür. Tek tek toplar bana verir. Bu şartlarda makyaj yaparım.

Kimi zaman düğmeli bluzlarımı bakkalın karısına ilikletirim. Kimi zaman da yeni aldığım bluzun etiketini Pastane önünde servis beklerken garsonlar keser.

Kahvaltı mı? O da ne? İşyerine gidince otomatik olarak ilerlediğim büfe ve yine gözü kapalı gittiğim çay makinasından ibaret. Sabahları konuşmayı hiç sevmem zaten. Mümkünse bir “Günaydın” kaydı yapayım telefonuma o konuşsun benim yerime.

Sonra otururum masaya; ilk iş olarak friend feedi ve tweeteri açarım; Mesaj var mı diye bakarım. Mesajları okurken tostu bazen ağzıma bazen burnuma sokarım, çaydan genelde dilim yanar. O sırada gene müdür gelir. Günaydın demek zorunda kalırım.

Ve “İŞ” denen o garip hadise başlar. Uzun zamandır düşünüyorum. Ya ben bunun için mi okudum, çalıştım, kıçımı yırttım. İşe girmek için aylarca bekledim. Görüşmeler, formlar bıdı bıdı işler bu kara koltuğa oturmak için miydi? Yıllardır bu masada pineklemek için mi dünyaya geldim ben? Hani iş dediğin şey biraz sevilmeli değil mi? Hani bir beste yaparsın, dans edersin, labaratuvarda deney yaparsın, resim yaparsın, ameliyat edersin, organ nakledersin, uçak kullanırsın. İş, bunlara denir.
Bu benim yaptığım ne , Allah aşkına? Excel tablosu yap, GAC lar GUC lar. PGC ler, Satış sonuçları, Ne kadar sattık, ne kadar daha satacağız, Tahmin de bulun. Ulan neyi tahmin edeceğim ?Falcı mıyım ben? Nostradamus muyum ben? Ben tahmin etmek istesem nerede, nasıl öleceğimi tahmin ederdim. Satışın nesini tahmin edeceğim. Satarız herhalde bişeyler, satınca görürsünüz demek geliyor içimden o sıçtığımın raporlarına.



Mesela sana harç kamyonu sattırıyorlar. Şimdi ben 5000 kamyon satsam, dünya için ne faydası olacak? Sonra o kamyonları nereye koyacaklar? Boş arsa mı kaldı bir şey koyacak? Hayır, ben kıçımı koyacak boş bir alan bulamazken bu kadar kamyonu sattıktan sonra nereye koyacaklar, ben hep onu düşünüyorum. Eyvaaah ,şimdi bir sürü yer lazım bu kamyonlara, iş makinalarına diyorum.

Yok, anam, yok. O tablololar, o çerik çürük iş makinaları parçaları. Bunlar ahirette benim neyime yarar? Bu aletler beni tanıyacak mı öte dünyada? Hayır, bunlarla uyusan uyunmaz, sevişsen sevişilmez. Sana şefkat beslemezler. Ben bu parçaları nasıl şevkle satarım, ne kadar satacağımı nasıl tahmin ederim? İstemeyin benden böyle falcı işleri n'olur yaa..

Hepiniz bir cep telefonuna, bir arabaya tav oluyorsunuz anacığım Senede bir kaç kere güzel otelde toplantı (O otelde de zaten hep diğer firmalardan gelen beleşçi adamlar olur) yap, göz boya. Al sana mutluluk!

Ay, bir de demezler mi; “İşini çok seviyor, işine çok bağlı “ diye. Ölesim geliyor.
Sen akşama kadar tablolarla uğraş, evrak oku, imzala, hesapla. “Ay, ben işimi çoook seviyorum” de. Elinize bir evrak çantası _bilgisayar alıp, topuklu ayakkabılar, yapılı saçlarla şıkır şıkır, iki dirhem bir çekirdek elin adamlarına makina satmanın nesini seviyorsunuz? İnsanlara şirin gözükmek için kasım kasım kasılmaktan, yüzünüzün buruşmasından zevk mi alıyorsunuz? Hele o selam verip, sümük atmayacağınız taşaklı adamlarla yemek yerken nasıl yapmacık bir suratınız oluyor, farkında mısınız? Bu mu sizin mutluluğunuz? Mutlu olacak başka bir şey bulamadınız mı? Gidin, sevişin bence.

“Ay, Rüknettin bey! Yarın Guatemala”dan misafirler geliyor. Onları iyi ağırlamamız lazım, sen taşaklarını serin tut, ben raporları yazıyorum. Çok önemli toplantıymış mış efendim. O toplantıda önemli ne olabilir en fazla? Adamların organlarını mı değiştiriyorsun, insan mı klonluyorsun?. Gezegenlerin yörüngelerini mi gözlemliyorsun?

Duvara beyaz bir bez parçası koy; klavyedeki tuşlara bas. ” Bakın, Ortadoğu”da şu kadar kamyon sattık. Satışlarımız bu sene üç katına çıktı, daha da iyisini yapacağız” Hayır, bir mal en fazla ne kadar satılabilir ki? Noluyor satınca? Mesela bir kamyonu en fazla kaç kişiye satabilirsiniz? Daha fazla çalışmaktan, baharı, yazı, kışı fark edememekten başka ne işe yarayacak satışların iyi gitmesi?

İş sevilecek bir yer/hobi değildir. İş, para kazanmak için hiç sevmediğiniz, yolda görseniz selam vermeyeceğiniz insanlara zorla gülümsemek, akşama kadar birilerini memnun etmek için bütün uzuvlarınızı kasmaktır.

Sekiz saat gittiğim bir işim var; maaşımı zamanında alıyorum, evet ama kesinlikle sevilecek bir yer değil. Hatta kimi zaman herkese “hepinizden midem bulanıyor, pis sahtekârlar” diyesim geliyor, ancak yeterince sabıkalı olduğum çatlaklık suçundan daha fazla hüküm giymemek için susuyorum. Ve siz de susun. Paranızı alın ve susun. Ya da emekli olun. Daha az para kazanın ama hayatın tadını daha çok çıkartın. Hepsi bu. Neyse, bir iki gün tatildeyim sonra yine isyanlarıma devam edeceğim.
Küçüklerin hayallerinden, büyüklerin umutsuzluklarından öpüyorum.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

  AURA MIGRANIA

Derdim; hasta oldum yok mu benimle ilgilenen, aman da aman acıyın bana demek değil. Başına gelen olur da paniklenir diye yazayım dedim.

Nerde cins hastalık var beni bulur. Millet fıtık olur, yumurtalığında çikolata kisti olur, ülser olur ,gastrit olur ne bileyim prostat olur, memesinde zararsız kist olur hani dersin o zaman "amaan herkeste var, doktora giderim bir çaresi bulunur diye.

Bundan tahminen sekiz yıl önceydi. Mum ışığında içkili bir yemekten sonra birkaç arkadaş arabaya bindik. Benim gözümde heralde mum ışığına bakmaktan bulanık görmeler başladı. Bekledim birkaç dakika geçer diye. Geçmedi Allah Allah herhalde içkiden dedim. Ama biraz arttı bu bulanıklık meselesi. Gözümü açıyorum kapıyorum geçmiyor. Uzun süre ışığa ya da güneşe baktıktan sonra her yer nokto nokta flu olur ya, aynen öyle bir durumdu bu. "Yaa,  arkadaşlar benim gözümde bulanmalar başladı,  nedir şimdi bu?"  diye hafiften panikledim. Kızlar da "Heee.. içkiden güzelim, içkiden, çok içmişsindir" dediler ve  ilgilenmediler. Bu olay yarım saat kadar sürdü.

Göz doktoruna gittim ertesi gün, derdimi anlattım. "Retina yırtılması olabilir, göz sinirlerinde kayıp olabilir, halk arasında gece körlüğü olarak bilinen gittikçe daralan görme kaybı olabilir " dedi,. Gittiğim ayrı ayrı dört doktordan aldığım iç açıcı sonuçlar bunlardı. Ben ağlamaya başladım. Türk filmlerindeki gibi kör olacağım, hiç bir şey göremeyeceğim,  ben ne bahtsız kızım diye.
Sakinleşmem uzun sürdü. Bir doktor ilginç bir hastalık buldu. Bir damla verdi "her gece bunu kullan" dedi. Neyse uzun bir süre böyle bir rahatsızlık yaşamadım ama aklımın bir kenarında durdu o.
Aradan üç yıl geçti. Bağdat caddesinde salak salak  dolaşıyorum ben tek başıma. Yine hafiften geldi o puslu görüntü.Aynı anda kulaklarımı sağır edecek kalp gümbürtüm.
Hafifçe başladı flulaşma sonra  giderek arttı. Hhemen bir taksiye binip eve gittim. "Tamam" dedim " bu sefer bittin kızım sen.Kör olacaksın beyaz bastonla yürüyeceksin. Hiçbir erkek dönüp bakmayacak sana"
Eve gidene kadar geçti,  tekrar eski görüntülere kavuştum. Ama yine birkaç doktora git ve yine" Önemli bir şey yok, zaman zaman kılcal damarlarda kanama olur, ondan böyle olur" gibi bir sürü ayrı yorumdan sonra takıntılarla yaşamaya devam ettim.

En son gittiğim iyi bir göz doktoru ayrıca bana "gizli glokom" teşhisini koydu. Altı ayda bir göz tomografisi falan çektiriyorum. Her gece damla kullanıyorum, kontrollere gidiyorum.

Bu sabah bir rapor üzerinde üç saat kımıldamadan çalıştıktan sonra gözlerim yoruluncu  kalktım masadan. Hafif hafif fluluklar vardı yine. Çok baktım bilgisayara ondandır dedim. Ama gözümü  her kırptığımda gördüğüm alanda kısım kısım fluluklar başladı. Eyvah, geliyor diye panikledim .Ben zaten panik atak bozukluğu olan bir kişiyim. Böyle durumlarda haliyle sakin  kalamıyorum. Güneş gözlüklerimi takıp bahçeye çıktım, etrafa bakıyorum, yeşile bakıyorum, gözlerimi kapatıyorum, unutmaya çalışıyorum ; yok,  kahretsin yok!  gitgide artıyor. İnsanların suratının yarısı yok,  gözümü kapatıyorum; zigzaglar. Ben panik yaptıkça şiddetlenmeye başladı. İş arkadaşıma "ya dedim çabuk şu telefondan göz doktorumu bul, ara, beni iyileştirsin."  Çünkü baktığım her şey karışmaya başladı. Öyle cins bir şey ki bu nasıl doğru tarif ederim diye düşünüyorum. Yani resmen yarı  görmüyorsunuz.Bir şeyler yapmalıydım bu sefer kesin  kötü şeyler olacaktı. Arkadaşım  doktoru aradı, " en yakın göz hastanesine gitsin"  diye bir cevap geldi. Telefonu kaptım elimden. "Bakın doktor bey"  dedim,  "beni çabuk iyileştir, kör oluyorum, bana kötü şeyler oluyor" dedim sinirimden ağlaya ağlaya. .Arkadaşım sakinleştirmeye çalışıyor. Şansıma adam John Hopkins te işe başlamış. İş yerime çok yakın. Acilen aldı beni muayeneye , "sakin ol,  gözünde bir şey yok, bu migrene benziyor"  falan dedi. Muayene ettikten sonra beni nörolojiye yönlendirdi.
Nörolog  beni muayene ettikten sonra "Endişelenmeyin bu AURA MIGRANIA(migren)  dedi. "Bu migren çeşidinde daha çok görme problemleri yaşanır "dedi. Evet zaten migren vardı ama en azından ne olduğunu öğrendim .Umarım yaşamazsınız ama yaşarsanız benim gibi panik olup, kendinizden geçmeyin diye bilgilendirmek istedim sizi. Şimdi evde dinleniyorum .İyiyim.Sağlıcakla kalın, öperim. :)
Bakın şu zigzaglı saat pili gibi olan görüntü var ya tüm nesnelerin üzerinde o görüntüyü gördüm önce,  sonra da görüntüler ekteki fotoğraftakiler gibiydi.













7 Temmuz 2012 Cumartesi

EX AŞKIM, EX AŞKIM!

Kimi zaman kulaklarını tıkar, gözlerini yumarsın tüm yalanlara. Görmek istemediğin için görmez, duymak, istemediğin için duymazsın. Aşkın içine 'Acaba?" girdi mi boka sararsın...

Güzel erkekler tehlikelidir. Güzel ve zeki erkekler şeytandır. Karizmatik, zeki, ve zengin erkekler seni asla mutlu edemezler.Adam rahat dursa da bütün kadınlar ona " evlenilecek, ağa düşürülecek potansiyel erkek' gözüyle baktıkları için o ilişkide rahat nefes alamazsın. Şansını çirkin erkeklerden yana kullan.

SEÇME ERKEKLERDEN SEÇME YORUMLAR!

- "Ya, seninle bir şey konuşacağım; Ben evlenmeyi düşünmüyorum, evlilik bana uymuyor. Senin de yaşın geldi, ben seni oyalamak istemiyorum"
....
İlişki biter. Aradan  birkaç ay geçer: telefonun çalar, eski sevgili arar. "Naber canım, seni çok özledim ben.Ya, ben evlendim ama çok pişmanım, seni unutamıyorum. Ben sana karşı kendimi çok suçlu hissediyorum."
"Karının yanına dön!"...

- Telefon edersin ama o telefon hiç zamanında açılmaz. Neden ? Neden ? Neden?
Daima mı toplantıdasın?  Beş dakika sonra döner. "Müsait değil miydin?" dersin. "Evet" der. Ama ne yapıyordur, neden müsait değildir belli değil. "Ya,  neden açmıyorsun şu telefonu. Bir kere de aç dersin. "Ay yine başladın paranoyaya" der. Sen dırdırcısındır çünkü...

- Eminsin , başka birileri daha var ama sadece yakalayamıyorsun. Yakalayıp yüzüne gözüne tükürmek istiyorsun  ama o ne yardan ne senden geçmek ister. Bir konuşmanın ortasında "Hani o gece beni aradın ya, neredeydin ?" dersin. Cümle çok net anlaşılsa da 'Ne?" diye sorar. Ama hep böyle zamanlarda kulaklarının duymamazlığı tutar. Arada zaman kazanacak adam, yalan bulacak..

-Eski sevgiliden gelen mesajlara neden bozuluyorsun hayatım, Bitmiş, gitmiş işte"
 "E, neden hala aşklı maşklı cevap yazıyorsun peki ona?"
  Ne aşkı ya, şiir!
 Ay,  hepiniz  böylesiniz!(Yine suçluyuz)

- Sevgilinin evindesindir. O çok yorgun ve uyuyakalmıştır. Sonra dolaptan bir şeyler alıp içersin. Sarhoş olursun. Adam horul horul uyumaktadır. En sonunda sıkılır eve gitmek istersin. Ama istersin ki; o uyansın ve "Nereye gidiyorsun, gitme"  falan desin. Ayakkabılar giyilir, 'Ben gidiyorum, çok sıkıldım" dersin. Karşı taraf narkoz almıştır sanki. Ses yok. Cümle tekrar edilir. Homur homur bir ses çıkar " Tamam,  gidiyorsan git.  Taksi telefonu var orada, ara".  (Çüşş!!)

-Sevgiliyle ayrı yakalarda yaşamak bir ilişki için en büyük felaketlerden biridir. Köprü trafiği denen, asla bitmeyecek olan bir sorun vardır. Sevgiliye Cuma akşamı bir sürpriz yapmak istersin. Her şey tamamdır. Telefon açılır. "Bu akşam geçsene bu tarafa, güzel bir  plan yaptım" .
 "Aaa, keşke önceden söyleseydin?".
 " Neden ?
 "Ya, ben hayatta geçemem o trafikte karşıya.  Taksimde olacağım ben bu akşam.
" Hımm, peki. (Vapur da yoktur aslında karşıya geçen)
Gece ararsın. Fonda müzik,  hatun sesleri. Öyle bir ses tonu takınır ki, sanırsın kuru temizlemeye verdiğin ceket için arıyorlar.. E, etrafta hatunlar var, ağzını yüzünü yamultursa kadınlar anlayacak, adamın kısmetleri kapanacak.
(Karşı tarafta oturan sevgiliden uzak durun)

- Ben tatile çıkıyorum dersin sevgiline. " Yaaa, çok kıskandım şimdi seni. Ne güzel! Rahat rahat yüz."
 "Öküz!  Sen de atlayıp gelsene! Güzel güzel yüzmüş. Çocuk havuzunda yüzen çocuklara söylüyor sanki...

- "Ben asla sevgilimi aldatmam, çok ucuz bir şey bu!.. Bir erkek neden aldatır sence sevgilisini? Her şey tamamsa neden başka birine ihtiyaç duyar?"  der .
Aradan birkaç ay geçer. Adama gelen gizli telefonlar ve mesajların neticesinde düpedüz aldattığı anlaşılır. "Hani sen aldatmaya karşıydın?" diye mesaj yazılır. Cevap gelir: "Ama seninle öyle bir arkadaşlığımız yoktu ki bizim?"
(Nasıl bir arkadaşlığımız vardı?)...

- "Bir kız çocuğum olmasını o kadar istiyorum ki" der adam bir gün.
  "Oh, çok güzel . Ben de çok istiyorum"
 "Ama bu bir şans tabii. Birini seveceksin, evleneceksin, çocuk yapacaksın; şansım çok az "
 "Hı?" Nasıl yani?"

- Bir hafta aramayan sevgiliye. "Ne oldu, bir sorun mu var? Görüşmek istemiyorsan açıkça söyle. Hiç hoşlanmıyorum böyle imalı hareketlerden " dediğimde "Ya, yapma, saçmalama. Nefes alacak vaktim yok"
Bir hafta sonra Beyoğlunda bir hatunla baş başa içki içerken görüntülenir...
 
- Sevgilinin evinin bir odasında sırtını dönmüş bir hatun fotoğrafı çerçeveli bir şekilde duvarda durur. "Aa. kim bu? " Kardeşin mi?
"Yok, değil. Kim peki?
Ya, boş ver... kimse kim. Birisi işte. Amma meraklısın sen yaaa!..

- Ben gideceğim bir gün Datça'ya, kimseye haber vermeden. Arayacak arayacak, bulamayacaksınız beni. Siz var ya siz, göreceksiniz o zaman.
(Biz kim? demiştim o zaman . BİZ' in birkaç kızdan oluştuğunu sonradan anladım )

-Mutfakta ona çok güzel bir tatlı yaparken, "Bu kadınlar çok çakal ,biliyorsun değil mi"
"Hı; evet , bazen."
 "Bak, ben hayatımda bir tek kadını sevdim; o da karımdı. Onun kadar anlayışlı kadın görmedim ben. Ben ayrılmak istiyorum dediğimde peki dedi. Tek bir soru sormadı. Haa, bir de nişanlanmıştım. Onu da çok sevdim ama beni çok kızdırdı. Evdeki eşyalarını toplayıp, kapının önüne koydum bir gün.
( Elinde süt şişesiyle bir süre boşluğa bakılır. Bu tatlıyı yapmasam mı?..O tatlıyı hiç yapmayacaktım aslında ben)


21 Mayıs 2012 Pazartesi

METROSEKSÜELLER VE GETTOSEKSÜELLER













METROSEKSÜEL VE GETTOSEKSÜEL ERKEK ARASINDAKİ FARKLAR

Sonu” seksüel”  olan tanımlamalar aldı başını gidiyor. Ben yetişemiyorum artık..Metroseksüel"i tam sindirmiştim ki,  karşı mahallenin oğlanları “ Bizi de yaz, bizi de yaz” diye  üşüştüler…..


Metroseksüel erkekler beyaz atlet giymezler, Getto seksüeller hiç çıkartmazlar.
Metroseksüel erkekler boxer giyer, Getto seksüel ne bulursa,
Metroseksüeller  yıllanmış şarap içer, Getto seksüeller köpek öldüren,
Metroseksüel erkeğin çevresinde yazarlar, çizerler, sinemacılar olur. Pipo içer, film festivalinden bahseder. Getto seksüel manavla, kasapla, kaportacı Hüseyin usta ile çay içer. Bedava ot bulursa,  mahalle kenarında duvarın dibine çömer, içer.. 






Metroseksüeller manikür pedikür yaptırır, Getto seksüeller manikür pedikür yaptıranlara “ibne “ der, selam bile vermez.

Metroseksüel ‘in bol bol kadın arkadaşı olur. Gettoseksüel’in tek kadın arkadaşı sevgilisidir..

Metroseksüel erkek  kız arkadaşını "fil taşağında havyarlı brepöf"  yemeye götürür, Getto seksüel  Hacıoğlu Lahmacun’a

Metroseksüel erkek sporla ilgilenir, düzenli olarak spor yapar. Gettoseksüel ayda bir halı saha maçı.

Metroseksüel’in burnunda,kulaklarında kıl yoktur. Getto seksüellerde kılın yanında bonus olarak et benleri vardır.

Metroseksüel erkek sevgilisinin yanına gitmeden önce  çükünü özel sabunla yıkar, Getto seksüel ‘bırak yaa, kokar mokar tok tutar “ der,

Metroseksüel tatilde Kamboçya’ya, Peru’ya gider. Getto seksüel ,kadının olduğu herhangi bir memlekete(parayı bulursa tabi)

Metroseksüel erkek sevgilisine kiraz ve çilek ikram ederken, tabağının içine buzlar koyar. Tek tek sevgilisinin ağzına götürür. Getto seksüel ‘Neriman, yavrum, bi çay koy da içelim”der

Metroseksüel Sevgilisini arkadaş gurubuyla tanıştırır; beraber yemek yaparlar. Getto seksüel,  arabası yıkanırken Kaportacı Selim amcanın dükkanındaki sandalyede bekletirken, çay ısmarlatır ve Selim amcayla tanıştırır.

Ve ve geldik en önemli kısıma..Getto seksüel gözünüze baka bakaaaa organını yerinden kımıldatır, sağa sola çeker, yerleştirir, beğenmez, avuçlayıp yeni baştan düzenler ama bir metroseksüel asla ve asla bunu yapmaz..

Metroseksüellerin asla kullanmadığı kelimeler;
Bizim hanım
Bayan arkadaşım
Aynısı kaynımda var
Her şeyin bir ilki vardır.
Ayyy, şaka gibi..
Hadi leenn…
Kafam güzel
Feys


Gettoseksüellerin asla kullanmadıkları kelimeler, cümleler
Girlfriend’im,
Notebook’umu almamışım
Vize işlemlerini başlattım
Jet lag oldum














23 Nisan 2012 Pazartesi


SEN DE BU KADAR SEÇİCİ OLMA AMAAAAA!  DİYENLERE CEVABIMDIR...

Eşek sikişmiş sikişmiş ,ölmüş ve orada günlerce kalmış gibi kokan ağzından doya doya  öpmeliydim değil mi? Ne olacak, o da insan ama..Kokar mokar tok tutar hem..

“Bugün bir kız gördüm, o kadar güzeldi ki evlenme teklif edecektim neredeyse” gibi bir cümleyi “bugün anneme  çiçek gönderdim” edasıyla söylediğinde, ona bakarak , ‘Yaaa, ne güzel, keşke ben de görseydim o kızı ‘ deyip, heyecanını paylaşmalıydım, değil mi? Ben var ya, ben ; o kadar kıskancım ki, bu ulvi duygularını anlayamadım adamın... 

Baş başa kalacağımız tek günde  “Ben annemi kahvaltıya getireceğim ama”  demesini olgunlukla karşılamalıydım, değil mi? (Kadın onu dokuz ay, belki daha kısa bir zaman karnında taşıdı, besledi,  büyüttü, tabii ki öncelik onun.)

“Aaaa,  bende prezervatif yok ki, sende var mı?”  Dediğinde  “Sen bekle, yorulma; ben bi koşu eczaneden alırım” demeliydim . Adam bütün gün çalışmış, yorulmuş,  bir de sevişecek, daha çok yorulacak. Bir de adama prezervatifi yok diye kızıyorum. Başka arzum? Git al!  ölür müsün? .. ne olacak ki?..

Özel olarak hazırladığım sofradan kalkıp, yarım saat hatunun biriyle geyik yaptığında “, ne güzel, ne kadar iyi niyetli, bütün telefonlara cevap veriyor, kimseye kabalık yapmıyor, canımmm”  diye düşünmeli ve ona yemekten sonra bir de amarettolu tiramisu ikram etmeliydim(kendi ellerimle yaptığım)...

Ağzını şap şup,şapur şupur şapırdatarak yemek yediğinde, hatta o esnada konuşarak ağzındakilerin harmanlanmış halini gösterecek hale geldiğinde  “çok ayıp “ dememeliydim,  değil mi? 

Romantik bir akşamda "ay, ishal oldum;  aşağıdan yukarıdan gidiyoré  dedikten sonra, ondan tiksinmemeli,: 'güzel bir sevişmeyi hak ettin'  demeliydim, değil mi? 

En damardan aşk şiirlerini telefonunda” BİRİNE” yolladığını  gördüğümde, “Annesine nasıl da bağlı,  canım” diye düşünmeliydim, değil mi? Oysa ben ne yaptım? Ne yapmadım desem daha doğru olur. Adam şiir yazmış, yollamış. Bir emek var burada, emeğe saygı göstereceğime, onu kollarıma alıp, bu platonik aşkını anlatmasını bekleyeceğime, yaptığım şeye bak! Huysuz kadın işte.

İş arkadaşlarımla ilk kez tanıştıracağım akşam sünnet olmuş çocuklar gibi bacaklarını açarak oturduğunda, ayıplamamalı, “ Mutlaka bir derdi var, yoksa neden böyle otursun ki”  diye düşünmeliydim,  değil mi? Adam belki pişik oldu, belki tek gecelik bir ilişkisinden mikrop kaptı? Hiç sorma olur mu? Hemen adamı suçla!!..cık cık cık....

Alâlade bir çay bahçesinde 2 çay 2 tost hesabı geldiğinde hesap makinesini çıkartıp, kişi başına düşen miktarı iskontusuz söyledi diye, o masadan kalkmamalı, “Bu adam çok tutumlu, bundan iyi koca olur”  diye düşünmeliydim, değil mi?

‘Ben sana hiçbir zaman evlilik vaad etmedim ama ?” dediğinde,  o şarabı suratına dökmeyip, ayaklarını yıkamak için kullanmalıydım değil mi?
Oysa ben bunların hiçbirini yapmadım, görmezden gelmedim; çok ayıp ettim değil mi?

Doğru,  siz de haklısınız







1 Mart 2012 Perşembe

KÜLOT TERCİHLERİNE GÖRE ERKEKLER...



1-     Erkek slipi sevenler; Bu tip erkekler, sportif, klişe zevkleri olmayan, farklı kadın tiplerini beğenen erkeklerdir. Mesela varla yok arası meme, kısacık saçlar, çilli kızlar gibi..Anaç tipli kadınlar ve  Pamela Anderson tarzı tipler  asla bu erkeğin ilgisini çekmez. Bu adamlar  genelde; yazar,  fotoğrafçı, reklamcıdır. Teknoloji ile ilgili işler yapan ve bilgisayar yazılımı/müh. vs  olanlarına  da rastlanır. Bunlar sevdiği kadını erkek küloduyla görünce acayip tahrik olurlar. Siz, siz olun, böyle bir külot tercihi yaptıysanız ve evdeyseniz bunu lütfen postallar, ağızda bir sigara ve kısacık saçlarla kombine edin. Bacaklarınızı hafif ayrık tutarak yürüyün. Bu tip külotu giyenler bunun hakkını vermeli. Genelde ince yapılı, orta boylu ya da inceden biraz daha hallice ama asla ve asla balıketi olmayan hatunlarda hoş durduğu rivayet edilmektedir.

2-     Şort ve boxer sevenler: Bunlar kendine güvenen, ne istediğini bilen erkeklerdir. Bu erkeklerin, espri yapacağım diye maymun kılığına girmekle, dikkat çekmekle işleri olmaz. Buna gerek duymazlar. Onlar zaten her türlü kadının dikkatini çekecek kapasitededirler.  Okumayı, yazmayı severler. Çalışma masalarının üstüne oturan şortlu bir sevgilinin kucağına yaslanmaktan zevk duyarlar. Bir şeyler karalarken masanın üzerinde oturan sevgilisinin gözlerine romantik bir biçimde bakar ve “Sevgilim, çok güzel görünüyorsun ama şu sayfayı bitirmem lazım, sonra yanına geleceğim”  derler. Bunu derken gömleğinin düğmelerini açıp, yazıyı toparlayamamış olmanın sıkıntısıyla, boncuk boncuk terleyen alnını şöyle bir siler, parmak uçlarıyla saçlarını karıştırırlar.(Tam hayal edebildiniz mi? umarım etmişsinizdir). Bunlar gazeteci, kendi işini yapan insanlar, senaristler olabilir. Boxer giyen kadınların  hafif tombul kalçalı olması daha makbuldur. Kuru götlü kadınlarda paraşüt görünümü yaratır, arada oluşan boşluklardan hava girip, idrar yollarını bozabilir. 60 kilo ve üzeri hatunlarımız için çok uygundur.Hatta kalçaların bir kısmı iki yandan taşabilir, erkek bunda herhangi bir problem görmez. Türkiye ortalaması için uygun bir iç çamaşırıdır.

3-     Klasik kesim, penye, beyaz külot sevenler; Bu adamlar her türlü kadınla beraber olmuşlardır. Rus, Azeri, Japon, Brezilyalı. Görmediği vücut tipi, görmediği külot tarzı kalmamıştır. Artık özüne dönmüşlerdir. Yapmacık, sahte, doğal olmayan her şeyden şiddetle kaçarlar. Onlara göre, “lazım olan, gereken” giyilmelidir. Fantezi çamaşırlar tamamen tüketim, yapaylık, gösteriş kavramlarını çağrıştırır. “Sevgilim, lütfen penye, beyaz külotlar giy” diye sevgililerine öneride bulunurlar. O, penye beyaz külotu gördükçe, on altı yaşındaki henüz kirlenmemiş ruhunu hatırlar, Bütün bir gece beyaz külotun  üstüne kafasını koyup, orada uyuyabilirler. “Ne stringi ne deri çamaşırı? Revü'ye mi çıkıyorlar “diye bunları giyen kadınları eleştirir. Aman sakın yanına giderken düttürü Leyla donlarından giymeyin, onun gözünde “diğerlerine” benzersiniz, adam sizi evden kovar vallahi. Üniversite hocaları, bar işletmecileri, bazı yöneticiler, karikatüristler, kitapçılar, yayıncılar bu gruptandır





4-     String sevenler; Ömürleri boyunca, porno yıldızı gibi bir sevgilisi olsun istemişlerdir. Poposu askılık kıvamında olan, saçları bel çukuruna inen, topuklu ayakkabılarla kıvrım kıvrım kıvırtan sevgili hayalini kurmuşlardır.  Bu tip adamlar gösterişi sever. ”Bakın, ben bunu şey ediyorum” ifadesi yaratmaya çalışırlar. Yere eğilince belindeki kıllarıyla beraber  poposunun arasına girmiş o şeyi gördüğünde kendinden geçen erkeklerdir bunlar.  Çok kolay harekete geçerler. String giymiş bir sevgili bulmak onlar için Megan Fox'u yatağa atmakla eş değerdir.  Kaportacı, mütayit, lise öğrencileri bu gruptandır.



5-     İç çamaşırı sevmeyenler; İç çamaşırı giymeyen kadın sayısı  bir elin parmaklarını geçmez diye bilirim. Zordur nitekim ama çok da ekonomiktir. Düşünsenize külot parası vermeden bir yıl geçirdiğinizi.. Alması, giymesi, yıkaması  bir dert,   “Ay, bu pantolondan çizgisi belli oluyor” , “beyazın altında güzel durmadıııı”  diye düşünürken  harcadığınız zaman ayrı. Gelelim bunu seven erkeklere.... Nüdisttirler.  Bilim adamı, gezginler, Balıkların cinsel hayatını araştıranlar, Afrika”da vahşi hayvanları inceleyenler bu gruptandır. Bir de günübirlik ilişkiler yaşayan erkekler. Bir erkeğe iç çamaşırı giymiyorum deyin,  bakalım nasıl olacak gözleri, yüzü? Bir deneyin, deneyin. 

21 Şubat 2012 Salı

NAMUSSUZ GECE




Kaç kere  içimde öksüz kalan şu cümleleri dökmek istedim, biliyor musun?
Kaç kere başladım,  ikinci satıra gelemeden sildim, attım.
İki yıl içinde kaç kez başladım biliyor musun bunu yazmaya, Kaç kez sen galip geldin. Klavyenin bütün tuşlarına birden basıp, bozdun kelimelerimi- hep yaptığın gibi-.
Başta akıcı, okunabilir bir yazıydım;  sen geldin, bir su damlası oldun, dağıttın(su   aslında masumdur, katran demem lazımdı)  Evet! Sen geldin, katran döktün o mavi kelimelere, hepsi allak bullak oldu. Ne kadar masum, ne kadar saf bir kız çocuğuydum ben senin yanında. Sen beni öyle çirkef yaptın ki; şimdi kime bulaşsam  çamur sıçratıyorum.

Büyüdüm sanıyordum;  terk edilip, aldatılmalarla. Bundan sonra kimseye kanmam, aşka meşke inanmam diyordum.  Liseli kız mıydım ben. Sen ve senin gibiler palazlamıştı beni. Bir ilişki nereye varır,  biliyordum artık. Sonsuzluk yoktu, yoktu böyle bir kandırmaca. Ama yine de eksikti bir yanım. Aşk var ya,  o lanet olasıca aşk!
Ne artık kimsenin gözlerinin içine göz bebeklerimi sermek geliyordu içimden, ne de kollarıma alıp,  tüm çocuk yüreğimle sarılmak.
Utanıyordum birini sevmeye, Sevmek gençken olurmuş gibi. Kendime tanıdığım üç hak vardı hayatta. Ve sen benim son denememdin. Son kez ”Güven bana” diyen birine güvenmiştim. Son kez “ben değil, biz olacağımıza inanmıştım...

Bir kadın sevilmediğini ne zaman anlar? Bu sorunun cevabı çok.  Ama öyle bir gözünüze sokar  ki kimi zaman sizi sevmediğini... onun bahanesi olmaz, bir kılıfına uyduramazsınız..

Şeytan dürttü, yapmadığım şeyi yaptım.  Mesajlarımı saklıyor mu acaba diye merak ettim.

“Sen yerde uyurken masum yüzüne(o zaman öyle gelmişti) bakarak, pis pis gülümsedim. O zaman uyansan, baksan ,yine devam edecektim telefonunu karıştırmaya. Ama bana ait mesaj yoktu orada.  O lanet olasıca ülkeye gitmeden önce, hani kaza yaptığın, hani bana üç  gün boyunca telefon etmediğin o günde,  ancak aşık olabilen bir insanın yazabileceği şiirler vardı...
 Hahaha.!!!   Ne kadar iyi niyetliyim, bana yazıldı sandım önce. Baktım,  başka bir isim. Gözlerim büyüdü, telefon o kadar ağır geldi ki felç olmuş ellerime  tutmaya takatim kalmadı.  Boğazımda "söylenmek isteyen ama bir türlü çıkmayan "neden?" lerden oluşan kocaman bir kaya,  ayağa kalkamayacak kadar yorgun dizlerim. Küt. küt .küt..

“Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun  içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun 
 ki içinde beni görebilesin..”.

Nazım Hikmet”in en sevdiğim şiirini bir kadına yollamış.  kadın da , “ben seni unuttum , sen de unut” yazmış..

Bu şiir…. yerde uyuyan,  en çocuk hislerimle sevdiğim bu koca adam… Bu telefon… Bu şiirler..?
Dışarıda yer gök yıkılıyor… yağmur… nefesim yok benim.. ben bittim. yerin dibindeyim. Toprağın altında… kelimeler… “Ben senden önce ölmek isterim” diyor şair.
Mutfakta bir şişe votka… . 
Kafaya dik
devam et, iç, iç .
Tekrar telefonun üstünde yazılar.
Gözleri kapalı… uyuyor… en derin uykusunda. 
Ben nasıl bu acıyı yok ederim  Ben tekrar nasıl eski halime dönebilirim 
Şişe yarılandı, balkona doğru bakıyorum,, Saçlarım,  ıslak yanaklarıma yapışmış.. ona tekrar bakıyorum, o nefes alıyor, bense…
Yok olmalıyım..
 parçalanmalı.. 
acıyı duymalı 
ve yok olmalıyım. 
20.kattayım.. 
Balkonun kapısını açıyorum, rüzgar tüm serseriliğiyle çarpıyor  yüzüme..  ciğerlerimde hissediyorum. Balkonun demirlerine yaklaşıyorum.. 
Her yer dönüyor. 
Ve ben yok olmak istiyorum… 
O içeride uyuyor ve yaşıyor, ben yaşamak istemiyorum. 
Parçalanmam lazım. Onun dokunduğu yerlerim yok olsun lütfen.
Bir bacağım demirlerde..o içeride uyuyor… aşağıda kimse yok.
 Sessiz bir ölüm olur, tahminen beş dakikada biter her şey.
 Nedenini bilmez bile
.İçeriye bakıyorum,  ona… 
duvarda onun fotoğraflarından yaptığım takvim…
Ama annem!  Beni doğuran kadın ne olacak? , Boş ver , o da unutur.

Gece çok uygun,
sessiz, 
soğuk, 
fırtına , yağmur. 
Ölmek için çok güzel bir gece. 
İçeri girip, tekrar votka şişesini kafama dikiyorum.
Şişe bitiyor, her yer dönüyor, ben dönüyorum.
Balkonun demirlerine önce alnımı vuruyorum;  acısın,  acısın.
Sonra burnumu, Küt küt! Önce hafif bir yanma oluyor, sonra yine HAFİF bir yanma.. Hayır!  Daha çok acımalı. İçim hala daha çok acımadı çünkü …
Çenemi vuruyorum, küt , küt.
Hala kan akmıyor bir yerimden, lanet olsun, çıksın şu kan. Çıksın içimdeki tüm pisliklerle beraber. Aksın, huzura ersin, aksın,  yoluma devam edeyim.
Annemin o güzel yüzü geliyor aklıma, geri dönüyorum,
Tuvaletin önünde kendimi soğuk taşlara bırakıyorum, Alnımı tekrar vuruyorum taşlara, küt küt! 
O sırada ayak seslerini duyuyorum... mutfağa geçecek, susamıştır.. Salonla mutfağın arasında bir yerde ayak sesleri kesiliyor, durdu şimdi.. beni gördü .. hissediyorum... bakışları sırtımda.... Gözleri dövüyor sırtımı... Hadi, kes diyorum!  Ne olur, kes!, öldür beni!
Ne mi yapıyor? Tam kendine yakışan bir hareketi.  Ne yapıyor,  biliyor musun?
Üzerimden atlıyor, tuvalete giriyor, işiyor. “Cık cık cık”.. diyerek...Tekrar üstümden atlayıp, içeriye, uyumaya gidiyor. Uyuyor biliyor musun, uyuyor…

Annemin o melek yüzü gelmeseydi gözümün önüne….


13 Şubat 2012 Pazartesi

BÖYLE OLUR BENİM ROMANTİK GECELERİM.







Trende uyalım. biz de sevgililer gününde iki çift laf yazalım şuraya.

Uzun zamandır kitapla uğraşmaktan buraları ihmal ettim. Yakında bomba gibi yazılarla geleceğim, az şu stres gitsin üstümden.

Ne diyecektim, heh.

Yaş 23 filan.  İlk kez sevgililer günü kutlayacağım. Ay ne giyeyim , ne hediye alayım,  nereye gidelim diye düşünmekle geçti son iki günüm.

Ben Bostancı'dayım, O Etiler'de. Arabam da yok. En iyisi ona güzel bir pasta yapmak, bir de kazak alırım, yeter işte deyip kolları sıvadım. Kalp şeklinde hazır bir kek aldım. Üstüne çikolatalı çilekli soslarla süsleyip, harika bir sevgililer günü pastası yaptım. Hem o anlamaz bile hazır mı aldım ben mi yaptım, kolayına mı kaçtım diye, ver önüne yemeği, lop diye atar mideye..

Şimdi o pastayı, üzerinde minicik bir deri etek, ince çoraplar ve tostopuklu ayakkabılarla iki otobüse binerek, saçı başı bozmadan Bostancı'dan Etiler'e nasıl götüreceğiz?

Bir elimde pasta, diğer elimde  ona aldığım kazakla yollara koyuldum.
İki otobüsle gezmekten, sallanmaktan, yuvarlanmaktan  o pasta pastalıktan çıktı ya, neyse. O dingil anlamaz zaten, modeli böyle zanneder pastanın.
Erkenden vardım eve, onun gelmesini bekliyorum. Epey geç geliyor işten eve. Biran önce gelsin, italyan restaurantına gidelim, yemek yemek istiyorum. Gözümün önünden şaraplar, pizzalar geçip duruyor.
Sıkıntıdan patlayacağım, saat 9.30 da anca gelebildi. 'Hoş geldin' falan filan dedikten sonra.  “Hadi” dedim,  "İtalyan lokantasına gidiyoruz". Çıktık evden, pasta dolapta bekliyor.
Restaurantın merdivenlerinden aşağıya iniyoruz, ben elinden tutmuşum onun, topuklularla Bülent Ersoy”u tutan o korumaları gibi, iniyoruz aşağıya. Yerler ıslak, zaten adım atamıyorum. Sanki bütün restaurant bizi bekliyor, medya mensupları haber yapmak, fotoğraf çekmek için bekliyorlar. Ertesi gün gazetelerin ana sayfasında çıkacak gibi bir haldeyiz. Sevdiğim adamın (artık hiç sevmiyorum o ayrı mevzu, Allah'ın kalas bir sporcusu işte) gözlerine baka baka iniyorum merdivenlerden. Tam o anda, benim ayak bir kaymasın mı, beş altı basamağı bir hamle de inip, yere yapışmayayım mı, o dünyanın parasını verdiğim ince çoraplarım tecavüze uğramış gibi tam dizlerinde yırtılmasın mı, o güzel dizlerim kan içinde kalmasın mı, ayakkabının topuğu restaurantın kapısına fırlamasın mı, eteğin fermuarı arkadan cart diye patlamasın mı,  içerideki garsonlar  gelip “ geçmiş olsun,  bir şeyiniz var mı?” demesinler mi?
Bunların hepsi aynı anda oldu, evet. İtalyan restaurantı bir nevi acil servisin kapısına döndü. Sinirden ağlamaya başlayan zavallı ben”i sevdiğim adam sakinleştirmeye çalıştı. Bir yandan dizlerimi siliyor bir yandan gözümdeki yaşları. “Ben burada kalamam” deyip, eve döndük. Hem açlıktan hem canımın acısından sinirlerim gerildi. Pizza alıp eve geldik. Evde zavallı kaderime lanet ettim.
Ona aldığım kazağı verdim.  Allah”tan o da bana bok yeşili bir kazak almış da en azından mahsun mahsun kalmadım.
“Dolabı aç” dedim, kendi elcağızımla yaptığım pastayı büyük  bir gururla gösterdim. Önce bir durdu , sonra ” ah, sağol, çok naziksin, neden yaptın böyle bir şey?”  falan dedi. “Yesene yesene,  baksana tadına”  dedim. “Sonra alırım” dedi inatla, “yesene ya,  bir tadına bak”  dedim. Sanki Beyaz fırından çıkmış,  fransız usta yapmış gibi;  hazır kek, hazır krema işte ...
Bu “sonra yerim” deyip, kanayan, parçalanmış dizlerime pansuman yapmaya geldi.  Sildi ,temizledi, sardı, “ Ay, ay, çok acıyor”  şımarıklıklarıyla  ona bir güzel  temizlettirdim yaralarımı.
Çamurlanmış, parçalanmış  çorapları, fermuarı patlamış eteği çıkartıp , (yok, yok , heyecanlanmayın,  o moralle bir şey olmaz) üzerimden düşmemesi için beline kaşkol bağladığım ona ait eşofmanı giyip,  pizzamızı da yedik. 

Yok, burada bitmedi. Sıra pastaya geldi.  Pastayı servis yaptım. Acı çekiyormuş gibi yemeye başladı. “Çok güzel olmuş, eline sağlık hayatım” dedi. Ama yüzünde bir mutsuzluk ifadesi vardı. Allah allah dedim..
Aradan bir saat geçti, bu evin içinde gezip duruyor, suratı asık. “Ne oldu , neyin var?” dedim. “Dişim” dedi, "kaç gündür dişim ağrıyor , dayanılacak gibi değil, pasta yiyince fena oldu. Acil dişçiye gitmem lazım benim" diyerek çıktı evden. 
Beni evde bırakıp, hastaneye gitti. Döndüğünde dişi çekilmişti.  Hayatımdaki ilk ve tek sevgililer günü kutlamamdan geriye yerde buruşmuş halde duran kırmızı bir saten gecelik, çoraplar falan kalmadı.  Sarılı dizlerle, topallaya topallaya yürüyen bir kız ve  ağzındaki pamuktan dolayı tam olarak anlaşılmayan ama  beden dilini de düşününce muhtemelen “otursana kızım, dinlen, gezip durma, acıyacak bacağın”  diyen adonis kaslı, model gibi bir adam.(İçi koftu ya.  bunu da sonradan anladım, dizlerim geçince..)) kaldı...