29 Mayıs 2013 Çarşamba

JULIA ROBERTS ÇİZMELİ BODRUM MACERASI








Eğlenceli bir şeyler yazsam, sararmış kitap yaprakları gibi  olmuş ruhuma iyi gelir mi acaba? Bir deneyelim...
İlk kez Bodrum'a gidiyoruz, Kız kardeşim ve ben. Bodrum'un en popüler zamanı. Evdekilere  iş yerinin kampı diyoruz. Eee,  anne baba bu, merak ederler.  İçleri rahat etsin diye  söylenebilecek en tatlı yalan.
Tatile hazırlık safhası bir ay sürer mi, o zamanlar sürer. Üç bavulla gidiyoruz. Birkaç bikini ve o bikiniyle uyum sağlayan terlik ve oje. Bikini pembeyse pembe oje, beyazsa beyaz oje şeklinde. Gündüz şu şortun üstüne şu t-shirti giyeriz diye yatağın üzerine seriyoruz kıyafetleri;  onun üzerine  hangi kolye hangi  küpe gider diye  ciddi bir çalışma yapıyoruz.

Sıra geliyor gece kıyafetlerine. Halikarnas disko yıllardır bizi bekliyormuş gibi profesyonel hazırlıkları yapıyoruz. Kalçalara kadar uzanan latex çizmeleri de evde bırakmak olmaz, yazık , dolapta durması için almadım onları.(zaten bir maaşımı ona yatırdığım için, başka ayakkabı seçeneğim de kalmadı. Bir de paletler vardı bak)

Otobüse binerken heyecandan sıçmak üzereyiz.  Gece uyanıp, birbirimize bakıp, salakça gülümsedik demiyorum, çünkü bunu yapmak için arada bir uyumak lazımdır. Şoför, servis yapan elemanlar  ne kadar iyi ne kadar sevilesi geliyor gözüme. Şimdiden kaşık pozisyonuna geçmiş çift,  tek başına iki kişilik koltuk almış zengin teyze,  herkes ama herkes çok güzel çok sevilesi.  Uyuşturucu içmişim gibi öyle güzel geliyorlar ki  gözüme. Halbuki arkamdaki çift  bildiğin paçoz , kadın da halk tipi, Muğla'lı bir teyze. Öyle kırk yılda bir rastlanan tiplerden değil. Şoför de öyle;  mavi gömlekli, tipik Varan şoförü işte.  Adamlar sanki sırf beni Bodrum’a götürmek için o koca otobüsü kullanıyorlar. Acıyorum onlara, sevgi göstermek, övgüler, methiyeler düzmek istiyorum,  yoksa Bodrum’a kadar manik krize gireceğim bu mutluluk sarhoşluğundan.

On iki  saat süren otobüs  yolculuğundan sonra ilk kez geldiklerini  metrelerce uzaktan anlayabileceğiniz üç bavullu iki kız, eblek eblek etrafına bakıyorlar,  şu tarafa mı gitsek bu tarafa mı diye.  Bir genç yaklaşıyor yanımıza. (Ay,sanırım Bodrum valisi gönderdi bunu)

“Otel ayarladınız mı?  Ayarlamadıysanız, buyrun bu kartı., arkadaşımın yeni açtığı otel. Bu kartla giderseniz size indirim yapar” diye elime bir kartvizit  tutuşturuyor . "Ay , görüyor musun kardeşim, bizim sosyete olduğumuzu anladı ve lüks bir otel adresi verdi" diye şebek gibi sırıtıyoruz ve adama bu nezaketinden dolayı teşekkür ediyoruz. Şehrin karmaşasından kaçıp, bulduğu ilk tatil beldesine hevesle saldıran, orta sınıf, şehirli olarak, "buraların insanları böyle diyorum işte, doğallar, iyiler" :P
Taksiye atlayıp, en önemli referansı verir gibi “Mavi otel”  (isim uydurma) lütfen, diyoruz . “Hangisi?”  diyor, şoför , Otel mi, motel mi?

“Yok canım,   ne moteli, şu sahildeki “ diye üstüne basa basa söylüyorum daha önceden gitmiş gibi. Motel daha küçük bir şeydir ve biz oraya gitmeyiz hem.

İki dakika sonra dar bir yolun başında bırakıyor şoför bizi. “Buradan yürüyün, araba girmez oraya” diyor. O Temmuz sıcağında,ayağımda  dolgu topuklu ayakkabılar,  içine üç şişman adam cesedi tıkılmış gibi ağır bavullarımızla,  sürüne sürüne yürümeye başlıyoruz. Daracık bir yol , iki kişi anca sığar. Yolun yanı duvarlarla çevrili ve hiç bir yer gözükmüyor. Heyecanla yürüyoruz beş dakika kadar. İkimiz de bir yorum yapmıyoruz , ama ben üç dakika susmuş olmanın o derin hüznüyle

 “Kimse yok , farkında mısın” diyorum,  kardeşime. O da ,” ee, tabi”  diyor “şimdi herkes uykudadır, gece içmiştir onlar, geç yatmışlardır”. Yıllardır otellerde kaldı ya,  bıcırık.
“Hee, diyorum. “Tabii , nasıl aklıma gelmedi. “
Bu sessizlik sürüp gidiyor, kapımsı bir yerden geçiyoruz etrafımıza bakınarak;  Açık bar gibi bir yerde, genç çocuk  isteksizce kirli bir bezle bardakları siliyor; gülümsüyoruz.

“Bu kesin otelin taşeron firmasının elemanı, işçiler için kahvaltı hazırlıyordur” diyorum, kardeşime. Cevap yok. Başımı sağa çevirip, butik otel arıyorum. Bikinilerle gezen genç kızlar, kaslı vücutlu, boxer mayolu, elinde kokteyl havuzun kenarında seksi bir şekilde duran erkekler...(Bunlar butik otel tipleri değil, biliyoruz herhalde ama o zaman öyle canlanmıştı kafamda. İçinde bir sürü butik barındıran otel)
Yüz ifademizi acaba bir kareye sığdırsalar şu anda baksam,  güler miydim?
Bir havuz vardı, evet;  koşarak gittim yanına. İçi yemyeşil yosunlarla kaplı(bak, eğer yalan söylüyorsam biraz sonra anlatacağım adam olayım) bir sürü de böcek var içinde. Şaşkınlığım devam ederek havuzun yanında taşlara uzanmış, üzerinde battaniye (EVET, battaniye) olan yaratığa(adama yani)  bakıyorum. Bir adam, horlayarak uyuyor. Pörtlek gözlerim araştırmaya devam ediyor. Barakaları görüyorum, işçi barakaları işte bildiğin. Oteli sorduğum çocuk beni peşine alarak o tarafa doğru götürüyor. O kapı başka bir yere açılıyor olmalı, tabii. Oradan geçince pırıl pırıl otelle karşılaşacağım.
Kapı gıcırdayarak açılıyor. Yere yakın, yatağımsı bir şey ve üzerinde –bundan sonra ne zaman görsem tiksineceğim- kahverengi çizgili, takır tukur olduğunu buradan hissettiğim battaniyeler serili bir hücre.
" Bu ne?"  diyorum.
"Burası"  diyor çocuk," iki kişilik de var isterseniz tek kişilik de"
Yok ben suit alayım acaba bunun suit olanı var mıdır  diyorum.
Kardeşimle bakışıp, o günün ilk acı gülümsemesini yaşıyoruz. Ağzım açık kaldığı için dudaklarımın kuruduğunu hissediyorum.
Öyle mi lafı? Kendi kulağıma geliyor, demek konuşmuşum.
Artık eminim, bizi birazdan buraya kapatıp, işçilere satacaklar. Olan üç bavuldaki kıyafetlere olacak, hiç giyemeden onları...Of, aman aman. Adamlar bizi yakalayıp, bir şey koklatmaya çalışmadan kaçılacak yer arıyorum. Genç çocuğa sempatik ve aptal görünüyorum ki, kaçacağımızı anlamasın, bu arada ben düşüneyim. Duvardan atlasam diyeceğim mümkün değil etraf zaten gözükmüyor. Yola en az beş dakika yürüyeceğiz ve ben gerçekten çok korkuyorum. Annemler haklıymış bizi yollamamakta diye bir cümle geçiyor o kuş beynimden. Kandırıldık satılıyoruz. Kardeşime yazık o daha okuyor, hayalleri vardı. Ve buraya gelmeyi ben istedim. Kız bana güvendi. Allah”ım ne olur, daha gelinlik giyeceğim, aşık filan olacağım.
Bize kafasını kaşıya kaşıya yer göstermeye çalışan çocuğa gülümsüyorum en tatlı halimle. "Olmazsa, soğuk bir şeyler içelim" diyorum,  kardeşime; dinleniriz, yorulduk.( Bizi kaçıyor sanıp,  paniğe kapılmasınlar, acil hareket etmesin bu adamlar diye,  sonra da yavaş yavaş şu yokuştan aşağı bavullarımla uçarım.)
 "Ha,  ne kadardı geceliği?" diyorum,  çocuğa,  bizi salak sanmaya devam etsin  diye.
Pişkin çocuk "Normalde 85 ama madem bu kartla geldiniz, size 55 olur "diyor.
O gün gülemedim ama lütfen müsaade edin, bahçeye çıkıp kahkahamı atayım. İçime dert oldu.
Heh. Güldüm , geldim şimdi.
Ya,  ne oteli, ne odası, ne barı, ne havuzu?  Siz burada ne yapıyorsunuz ?Amacınız ne? Şu battaniyeyle havuzun kenarında yatan adamın  tam olarak orada olma sebebi nedir?  Kart veren adam!  Sen kartını verdiğin yeri gördün mü? Utanmaz mısın hiç?
Annem babam geliyor aklıma, ağlamak istiyorum. Sen bizi pamuklara sar büyüt, kurttan kuştan kolla, yolla kendi ellerinle Bodrum'a kurbağalı havuza...

Biz Halikarnas diskoya gitmek, Julia Roberts çizmelerimizi, deri eteklerimizi giymek için çabalayan iki masum genç kızız, Bodrum güzelmiş diye geldik. Yapmayın, etmeyin iç nidaları arasında kendimi yokuştun aşağıya koyveriyorum. Caddeye ve insanlara kavuştuğumda ilk otobüsle eve dönebilecek durumdayım. Ama olmaz,  kardeşimin hayallerini yıkamam. Kalmalı ve mücadele etmeliyim.
Heyecandan dudaklarım kuruduğu kalbim gümbür gümbür çarptığı, soluksuz kaldığım için normal ses tonuma uygun bir ton bulmaya çalışarak
“Canım, bundan anneme söz etmeyelim sakın , olur mu”, diyorum.
Gözleri dolmuş kızın.
“Olur, olur” diyor. 
Bir banka oturup, sigara içiyoruz hiç konuşmadan. Bunun üstüne ne konuşulur ki zaten...
Bu arada,  orada giymek için aldığım kıyafetlerden birini buldum dolabımda. Böyle iki üç parça saklıyorum ben hatıra olarak. Üşenmedim bavulumda getirdiğim şortum ve Julia Roberts çizmelerimi fotoğraflayıp, koydum aşağıya.  Hikaye daha bir canlı olur hem, değil mi?:P
Heyt be , Bodrum. Ne güzeldin sen!




9 Mayıs 2013 Perşembe

YAZAR NASIL OLMALI, SÖYLE BANA






Bir şeyler yazdıysanız, kitabınız varsa, yazmaya çalışıyorsanız, edebiyatla ilgiliyseniz, bazı insanların sizden beklentileri olur. Kendilerinde olmayan bazı sıfatları  yapıştırmak isterler üzerinize. Onlara göre cool durmalısınız mesela ve daha pek çok şey...

Bir adamla buluşmuştum ben, çok güzel görüneyim diye postiş saç takmış, daracık bir pantolon, pembe topuklu ayakkabılar ve üstüne de beyaz bir manto giymiştim. Yüzümdeki bütün uzuvları da boyayıp, gitmiştim. “ Beni görür görmez,” Ben seni  yazar sanmıştım, sen bildiğin plaza kadınıymışsın, çıt kırıldım bir şeymişsin, yavv” demişti. Üstümdekilerin hepsini çıkartıp, “ya,  ben güzel ve şık görünmek istemiştim, yoksa bunlar benim tarzım değil, üstelik bir sürü para harcadım, artı, ayak tırnaklarım içeride eziyet çekiyorlar”  demek istemiştim.  Ee,  o zaman niye giydin dese, "sana güzel görünmek için" de diyemezdim, salakça gülümsemiş ve bundan  sonra yazdığım,  yazacağım her şeye lanet etmiştim.  Hatta tekrar görüşmek üzere mesajlaştığımızda”geçen seferki gibi rüküş gelme, yazar gibi giyin”  demişti. Yuhh!!!

Yazmakla, yazarlıkla ilgisi olmayan insanların. yazar deyince oturttukları bir şablon var kafalarında. Bu imajı bozup bozmamak size kalmış. Ancak kendinize cool bir yazar havası vermek istiyorsanız, dikkat etmeniz gerekenler var.





Bazen kendimi çok meşhur değil ama çok beğenilen, saygı duyulan, ulaşılmaz bir yazar olarak  hayal ediyor, oyun oynuyorum Cihangir”de bir kafede otururken. Kağıt kalem çıkartıp, başlıyorum yazmaya. Yazdıklarım da “ akşama eve giderken Nil”i ara, pantolonunu terziye verecekti, vermiş mi, sor. Spordaki yakışıklı adamın sevgilisi var mı diye sorulacak, unutma”  Bir yandan sigaradan nefes çekip, püff diye savuruyorum çayları tazeleyen adamın yüzüne doğru. Cep telefonunu oldum olası sevmem, masanın üstüne koymam. Sıkı bir yazar cep telefonuyla, mesajla uğraşmaz. Sigaranın olmazsa olmazı çaydır bir yaar için. Uzun bir kaşkol takıyorum ilginç desenleri olan, uzun bol elbise, altına da postal,  al sana yazar! 




İŞTE,!  OLMASI GEREKENLER , OKUYUN BAKALIM.

·          Çok hüzünlü duracaksın; Öyle herkese gülücükler dağıtmayacaksın, Sen bir yazarsın, pazarda mal satmıyorsun. Yazar dediğiniz ağır durur, show yapmaz, dikkat çekmeye çalışmaz.

·         Kahkahayla gülmeyeceksin; İstersen gül, bana ne ama hemen ekşi sözlükte, “Ay,  ben onu gördüm, gencecik oğlanları karşısına almış, kur yapıyordu koca kadın, onun ne yazdığı belli ” diye yazacaklardır, haberin olsun. Herkes kahkahayla gülüyor zaten, sen melankolik, gizemli ve başka dünyada yaşayan bir insansın, unutma!  Sadece acı , buruk ve kekremsi bir gülümseme takabilirsin yüzüne . Alt dudak sağa filan kıvrılabilir, yandan yandan gülümseyebilirsin. O güzel dişlerini ancak sevdiğin adama  gösterebilirsin , halk”a  değil!

·         Sigara içeceksin; Bak,  çok fena bir şey söylüyorum , farkındayım ama  bana sigara içmek o kadar çok yakışıyor ki, görme:) Gözlerini uzaklara dikeceksin, dumanını çekeceksin ama çok da abartmayacaksın yeni yetmeler gibi.  Başım dönüyor böyle çekince ama işin ucunda karşı tarafa cool görüneceğim olayı var, sigarasızken gizemli olamıyorum, mecburen içiyorum anlayacağın.  Kafamın dönmesi geçene kadar bayılacak mıyım filan diye  korkuya da kapılıyorum.



·  Erkeklerin gözlerinin içine bakmayacaksın;  Sevgili arasan da asla bunu belli etmeyeceksin. Yazarsın, be!  yazarların ayağına gelir kısmeti. Sen sessiz bir köşede otururken adam yaklaşır ve “sizi görmek ne güzel , ne kadar duru bir güzelliğiniz var” filan deyip, konuşmaya başlar. Aşksızlıktan ölsen de, asla aranıyor pozisyonunda durmayacaksın. Haa, eve gidince istersen İbo”nun ah aşkım aman aşkımını çal, geberene kadar ağla, bağır. Kime ne?

·   Aşırı makyaj yapmayacaksın; Belli belirsiz yapacaksın makyajı, botoks , dolgu asla olmamalı bir yazarda. O, güzel yaşlanan kadınlardandır. Boynundaki kırışıklıklardan, göz  kenarındaki kaz ayaklarından utanmaz, kapatmaya çalışmaz. Güzellikten anlayan insanların bunu da çok  çekici bulduğunu bilir.

·        Aşırı renkli giymeyeceksin; Pembe, kırmızı , sarı...Heyyt, ne oluyor?  yazarsın sen,  be! Soluk,  silik, rengi atmış, kendine özgü olmalı giysilerin,  ben buradayım diye kendini belli etmemeli.  Bol olacak, öyle zibidi gibi hatların çıkmayacak ortaya. Aşırı dekolte bir yazara yakışmaz. Bırak,  insanlar senin nasıl memelerin nasıl olduğunu, nasıl seviştiğini, selülitlerinin olup olmadığını, yazarken nerede yazdığını filan merak etsin, hayal kursun  seni düşünerek mastürbasyon yapsın.

·      Rakı içeceksin; Rakının yazarlıkla mutlak bir ilişkisi var. Güçlü ve kendinden emin kadının içkisidir rakı, herkese yakışmaz . Hele benim gibi susuz içerseniz, kadının dibi(bunu da internetten öğrendim) olursunuz. Sakın yüzünü ekşitme rakı içerken, yeni yetmeler gibi fondip yapmaya da kalkışma ; gerek yok. Sen  zaten güzel ve özelsin, bunu karşı masadakiler bilecektir.

·      Yamuk yumuk oturmayacaksın; Sandalyede koltukta asla yayılarak oturmayın. Bu oturuş  lise yıllarında seksi ve cool duruyordu ama artık değil. Aşırı dik de değil, bu da  plaza kadını oturuşudur. Bacak bacak üstüne atıp,  hafif yana doğru döneceksin, işte, budur pozisyon.

·     Ellerini  güzel kullanacaksın; Ojeli ellerin bakımlı el olduğunu düşünmüyorum, bana uymuyor.  Manikürlü olsun, evet, kesinlikle, ama cila da yeterli benim için.  Ne bokundan yapıldığı belli olmayan o suni boyaları sürmekten tiksiniyorum çoğu zaman.  Hem, siz!  yani yazarlar, ojesiz tırnaklar, hafif kırışık, erkeksi ellerinizle bence çok daha çekicisiniz. (Yani en azından ben ellerimi öyle buluyorum).  Ellerinizi öyle güzel kullanın ki , karşıdaki o elleri, parmakları öpmek, ısırmak için dünyalarını versin. Ama öyle yukarılara filan değil, hafif minik hareketlerle anlatın derdinizi, o uzun ve kemikli elleriniz karşı tarafta  bir şefkat, şiddet, sıkma, sıkıştırma, öpme, tapma hislerini barındırsın.

·      Saçlara postiş, kaynak, boncuk, fön yaptırmamalısın; . Banyodan yeni çıkmış gibi olmalı saçların. Kendinden dalgalı, az önce sevişmiş  havası olmalı.  Arsızca yüzüne düşmeli  kimi zaman da  bir tutam saç. Budur!

·      İstiklal caddesinde yürümelisin; Ama hafta sonu değil. Hafta içi, minik kol çantasını çapraz yaparak ,mevsim yazsa uzun, uçuşan etekler, üzerine bir atlet (ama kesinlikle seksi değil) giyebilir ,ayakkabı olarak da  el yapımı deri ,düz sandaletler giyebilirsin. Dolaşırken boşluğa bakacaksın, asla ve asla vitrinlere değil. Uzaklara ve hep dalgın gezeceksin, tek başına olman gerektiğini zaten söylemiyorum. İnsanlar sana yalnızlığın ne kadar yakıştığını kondurmalılar.

·         Gece yaşamalısın; Sıkı yazarlar geceleri yaşar,  gündüzleri  uyurlar. Güneş ışığını görünce “aa  , hadi sahile kahvaltıya, yok yok,  deniz kenarına kahveye “ diye  hoppidik hoppidik kendini ordan araya atan atlak insanlardan olamazlar. Gece tek başına yürümek bir yazara en çok yakışan eylemdir. Bu eylemde asla ve asla olmayacak üç  madde; sakız, dondurma ve çekirdektir.

·      Sevişirken farklı olmalı bir yazar ; Öyle jartiyer  di, ucuz, dantelli, fırfırlı, janjanlı çamaşırlardı,  senin olayın değil. İnce ve çocuk gibi vücuduna  pamuklu ,boxer tarzı şort ya da çiçekli, minik desenli yetmişlerin tarzlarında gecelikler çok yakışır. Sevişirken bile duygulusun, hassasın, romantiksin, sen . Nevrotikler  de vardır bir de.  Nereden vuracağını asla bilemez karşısındaki erkek, kimi zaman yazdığı bir cümle gibi dibe, derine inerler sevişirken de, kimi zaman da olmayacak yerde bir kahkaha atıp, karşısındakini sinir eder, şaşırtır, tarifsiz duygular içinde bırakır, Genelde erkenden kalkıp, evine gider. Sabah kalkıp da, yok kahvaltı edelim, yok yumurta yiyelim, yazarın olayı değildir. Hadi diyelim adamın evinde kaldı, sabah (hiç uyumadığı için zaten) kahvesini kendisi  yapar, camın kenarında bir yere konuşlanır sonra da sessizce evine gider.  "Beni neden aramadın, mesaj atmadın?"  gibi sıradan  kavgalar etmez sevdiğiyle. Beğenmediğinde sağlam bir şekilde çeker, gider, kimsenin haberi olmaz.

·      Fazla kilolu olmayacaksın; Zaten bir yazar şu kurguyu nasıl yapsam, bunu beğenmedim, sonucu olmadı, bu kısmı yazsam mı yazmasam mı diye düşünmekten kendini yer bitirir. Dolayısıyle,  hep zayıftır.

·     Sosyal medyada dikkatli olacaksın: Ona buna  like vermeyeceksin, polemiklere girmeyeceksin, aajdkdfjkdfdkfdkfd diye, gülmeyeceksin  Hepsi bu!