20 Ekim 2011 Perşembe

TOPRAK OLMAK NE GARİP ŞEY ANNE...

"Ey işbirlikçiler, size bu ülke çok fazla, size bir şeyh yeter, sizin neyinize bir memleket sahibi olmak. Sizin normal hakkınız İtalya sahillerine yanaşan Afrikalı göçmen botlarında yaşamak.

Siz bir bağımsız ülkenin ne olduğunu bilseydiniz önünüze ilk çıkan ajanlara satmazdınız..

Siz yaylaların ovaların dağların buğdayın yağın zeytinin ne olduğunu bilseydiniz önünüze ilk çıkan müteahhitlere dağ taş satmazdınız.

Siz kahpenin hainin terörünün zalimin kim olduğunu bilseydiniz ülkenizi onların masasına koyup pazarlık yapmazdınız..

Bağımsızlık toprak bayrak size çok fazla, size bir şeyh ve ağzının içine baktığınız bir kaç ajan gazeteci yeter artar bile..

Değil bir ülke, size Mersin portakalının kabukları bile fazla, Diyarbakır karpuzunun çekirdekleri bile size çok gelir, Allah kitap bağımsızlık toprak bilmeyen insanlara bu topraklarda yürümek konuşmak nefes almak çok fazla..."(*)

Ne çok konuştuk dünden beri, değil mi? Herkesin söyleyecek bir şeyi vardı
Herkes birilerine çamur attı, suçlu aradı. Belki kafanız şişti, kulaklarınız ağrıdı, mideniz bulandı. Öf pöf.! "Nedir bu gösteri?" "Nedir bu galeyana gelme ?"  "Nedir bu bir gün yas tutmak, eğlence programlarını iptal etmek?".. " Bugün ağla, yas tut,  yarın göbek at, olacak iş mi bu?" dedi.

Herkesin kendince haklı sebepleri vardı...

Ne söylersek söyleyelim ortada bir gerçek vardı.:  Elime aldığım gazete de bu gerçeği tüm acımasızlığıyla ortaya koymuştu. Onlar ana sayfadaydı !
Sakalları bile çıkmamış, masum suratlı, neye,  niçin ateş ettiğini bilmeyen, boyundan büyük silahlar taşıyan, ergenlikten yeni çıkmış, henüz "erkek" kimliğine bile  bürünememiş ÇOCUKLAR.!
Evet,  çocuktu bu fotoğraftakilerin çoğu , çocuk!

Kiminin gözlerinin içi gülmüş objektife bakarken,  askerliği bitmeden gazetelerde "Şehitlerimiz " başlığı altında yayınlanacağını  bilmeden,

Kimisi henüz dudaklarına değemediği sevgilisine vermek için bu fotoğrafı,  daha bir fiyakalı bakmış,

Kimisi son derece ciddi bir ifadeyle bakmış," erkek" gibi durmaya çalışmış. Kimbilir kaç akrabasına, arkadaşına yollamıştır bu fotoğrafı arkasına "Ölürsem benden size hatıra" diye.

Gazetenin arkasını çeviriyorum, olmuyor...  tekrar dönüyorum sayfaya,  yüzlerine bakıyorum tek tek, gözlerine, erkekten çok çocuk olan bu kardeşlerime. Dedim ya,  öyle umutla bakmışlar ki o fotoğrafta;  kısa bir süre sonra "24 Şehit" haberiyle baş sayfaya konulacaklarından bihaber.

Erken ölüm olmuş be! ..

Askerlik bitince işe başlayacaktı belki Ahmet,
Hüseyin sevgilisine nişan yüzüğü takacaktı,
Birol yavuklusuna doya doya sarılacaktı mavi beresini çıkartınca.
Süleyman şafak bitince anasının elini öpecek" bitti anacığım işte! " diyecekti.
Olmadı.
Yarım kaldı hayatları.
Henüz erkek olamadan asker olup, gencecik bedenleri hayatında hiç görmediği bir insanın kurşunlarında bıraktılar.  Ne vuran tanıyordu onu, ne vurulan. Ortada bir amaç vurdu; " Gördün mü öldüreceksin, kana bulayacaksın".

Bu intikam, bu öç alma duygusu tetiklendikçe  hiçbir şey değişmeyecek, hiçbir şey düzelmeyecek. İnsanı insana kırdırarak bu kanlar akmaya daha çoook devam edecek. Analar yarım kalacak, sevgililer yarım...Annesine "çok üşüyorum anneciğim"  demiş Eyüp, kazak göndermiş annesi. Kazağını giyemeden ölmüş...

Bu güzel yüzlü çocukların fotoğraflarına bakıp, annelerine söylüyorum şimdi.

"Ne garip duygu şu  ölmek,
Baba olamayacağım örneğin,
Toprak olmak ne garip şey...
Öptüğüm kızlar geliyor aklıma
Bir açıklaması vardır elbet.
Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne, ağlama."(**)



(*) Nihat Genç'in yazısından alıntı
(**)Nevzat Çelik'in" Şafak Türküsü" adlı şiirinden alıntı

18 Ekim 2011 Salı

GÜNCELLENMEK İSTER MİSİNİZ?

Son zamanlarda bir güncellemedir gidiyor..Hayatımızın her alanında güncelleniyoruz farkında mısınız?
Hani” kıvırmanın” az biraz daha medyadik, sosyetik hali “güncelleme” adı altında geçiriliyor bize.
Nasıl mı?

1) MALİYE ALANINDA; ZAM

Örnek; Son vergi artışları  için Maliye Bakanı “Bunlar zam değil, “güncelleme “ dedi. (Püff!!)))

2) EĞİTİM ALANINDA; OKULDAN ATILMA

Örnek; İlişiği kesilen öğrencilerle ilgili olarak konuşan müdür “ Okuldan atılan öğrenci yoktur sadece bazılarının eğitim durumları güncellendi” dedi.

3) ADALET ALANINDA; TUTUKLAMA

Örnek; Balbay, Şık, Şener, Hilmioğlu ve diğerleri tutuklandıkları için değil, güncellenen hukuki statüleri gereği Silivri”deler.

4) MEDENİ DURUM ALANINDA; BOŞANMA

Örnek; Eşinden boşanan ünlü artist “Eşimle ayrılmadık, medeni durumumuzu güncelledik” dedi.))))

5) ÖZEL HAYAT ALANINDA; SEVGİLİ OLMAK

Örnek; Ünlü şarkıcı bir süredir birlikte olduğu erkek arkadaşının evine taşınırken “Sevgili değiliz, arkadaşlığımızı güncelledik” dedi.


6) İLİŞKİ BAĞLAMINDA; SEVGİLİDEN AYRILMAK

Örnek; Ünlü şarkıcı, birlike yaşadığı erkek arkadaşının evinin önünden bavuluyla taksiye binerken, ağlayarak" Ayrılmadık, ilişkimizi güncelledik “ dedi.


7) İSTAHDAM ALANINDA; İŞTEN ÇIKARTMAK

Örnek; Çok sayıda işçinin işine son veren holding yöneticileri ekonomik sıkıntı dolayısıyla kimsenin işten çıkarılmadığını, sadece bazı işçilerin durumlarının güncellendiğini belirtti.


8) MEDYA ALANINDA ; SANSÜR

Örnek; Büyük medya patronu kendisine yöneltilen baskı ve sansür iddialarına karşı, “Bizim kuruluşlarımızda konuşmalara ve yazarlara asla müdahele edilmez, sadece bazı güncellemeler yapılır” dedi.


9) TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER ALANINDA; KISITLAMA, SINIRLAMA

Örnek; Başbakan, herkesi önceden suçlu ilan eden ve masum olduğunu ispat etmekle sorumlu kılan son ceza yasası değişiklikleri için “Hiçbir hak ve özgürlük zedelenmeyecek, sadece bazı güncellemeler yaptık” dedi.

10) SİYASET ALANINDA; İKTİDARDAN DÜŞMEK

Örnek; Seçimleri kaybeden iktidar partisinin genel başkanı “Değişen bir şey yok , sadece iktidar durumumuz güncellendi dedi.)))






Yazının bir kısmı; Cumhuriyet Gazetesi/Emre Kongar/18 Ekim Salı alıntıdır.

13 Ekim 2011 Perşembe

OTOBÜSE BİLET Mİ ALDINIZ?

Hadi yorulmayayım, strese girmeyeyim şimdi diye araba yerine otobüsle gitmeye karar verdim. En azından uyurum yolda, kitap okurum, etrafı seyrederim... Son haftalarda İstanbul üstüme üstüme geliyor; o trafik, o minübüsçülerin psikopatça çaldığı kornalar beni çıldırtmaya başladı. Bu hafta sonu gitmezsem olmayacaktı.

Hani ,iki çiçek böcek göreceğim, aman temiz hava alacağım diye şu çektiğimiz eziyete bakıyorum sevgili hemşehrilerim. Eee gittiğim yer dağlık olunca otobüsteki halkimdan çok fazla incelik beklememek lazım.

1) TELEFONDA YEDİĞİNİ, İÇTİĞİNİ,ZIÇTIĞINI ANLATANLAR;

Otobüslerde cep telefonu kullanımı serbest olduğundan beri isyanlardayım. Oyun havalı melodiler mi ararsın, uzun havalı mı , Bülent Ersoy’dan mı?  Ankara’lı Turgut’tan mı? Her iki dakikada bir çalıyor o telefonlar. Sonuna kadar açık o ses. Bağıra bağıra konuşanlar, bitmeyen , uzatılan gereksiz konular, aynı lafı üç beş kere tekrar etmeler(sanırım karşıdaki anlama özürlü). Yani aldığım temiz hava da, huzur da eksik kalsın, evimden çıkmasaydım diyorum keşke ..
Otobüse bindim, bismillah! Saat dokuz. Öndeki koltukta Mualla hanım ve beş yaşındaki kızı Ayşe oturuyor. Tüm eş, dost ve akrabalara bildiriyor otobüse bindiğini. Dersin kutuplardaki buzulları incelemeye gidiyor. “Heh! bindik şimdi, Ayşe de yanımda, hava güzel ne yapalım İstanbul’da, gidelim dedik? Heheh”. Bir mutlu ,bir mutlu kadın. Şöyle mutlu ve rahat olamadım ona yanarım. (Aferin! İyi halt ettin canım, İstanbul’da bulunman hataydı senin zaten). Birazdan ciş molası veririz onu da anlatırsın.”Şimdi işedik biz, iyiydi Fikriye Abla” diye.

Hayır, belki Fikriye ablanın hiç de umurunda değil senin otobüse binip bir yerlere gitmen. Yolculuk boyunca o telefon elinden hiç düşmedi. Boğasım geldi kadını.
2) TV İLE OYNAYAN GÖRGÜSÜZ YOLCULAR; Bunlar biner binmez, sanki jet uçağa binmiş havasıyla o TV’nin düğmelerine nasıl basıyorlar yarabbim!! Kulaklığını  uzay üssüyle haberleşiyormuş gibi bir zevkle takıyorlar ki oturuşları değişiyor şerefsizm. Arkamdaki koltukta o düğmelere zırt pırt bastıkça benim koltuk oynuyor. Ben de iyice geri atıyorum kendimi rahatsız olsunlar  diye. Hele yolcumuz müzik kanalına bastıysa yandın! Ses sonuna kadar açık, popçulardan birinin moda şarkılarını dinliyor. Cıs tak cıs tak. Hey Allah”ım inşallah bozulur o TV de ayazda kalırsın diye dua ediyorum. Halka karışmayacaksın işte, git arabanla güzel güzel, neyine senin gibi pinpirikli birinin otobüse binmesi.

3) ZIRT PIRT HAVA KAÇIRAN YOLCULAR; Bunlar osurmak için özellikle otobüse binmeyi beklerler. Dışarıda sıkar sıkar, otobüs sallandıkça, zıpladıkça bunlar senkronize şekilde osururlar. Bir de osuran o değilmiş gibi hiç oralı olmazlar. Ben yüzümü buruşturur “öff... bu ne koku be? “ derim, camdan dışarı bakarlar. Üstüne alınmadıkları yetmezmiş gibi, beygir gibi gözlerini kapatıp, ağzını açar, horlaya horlaya uyurlar.

(Of of.soğuttunuz beni bu dünyadan. Bıktırdınız, tiksindirdiniz insan soyundan. Gidip kendime bir uzaylı herif bulup, bir adet E.T. doğuracağım, salacağım üstünüze..olacağı bu.)

4) ÇAY SERVİSİ YAPILDIĞINDA KENDİNDEN GEÇEN YOLCULAR; Bunlar hayatta bedava olan her şeye karşı büyük sevgi ve heyecan duyan insanlardır. Muavin çocukcağızım, en ön sıralardan servis arabasıyla göründüğünde toparlanırlar, koltuklarını dik konuma getirirler. Haşlanmış fil çükünde havyarlı avakado yiyeceklermiş gibi heyecanlanırlar. Hepi topu 50 kuruşluk , çokoprens, ya da kek yiyecek, olay belli. Bu tipler mutlaka “yedek alabilir miyim?” diye teklifte bulunurlar. Topu topu 3 saat yol gidecen, yeme şu zıkkımı, yeme! Gırtlağına hakim ol, bak götün taşmış yan koltuktaki amcanın üstüne. Bi uyu, kitap oku, el işi yap. Napcan yiyip? Aaa olur mu?

“Kahve yok mu?’” “Demleme çay yok mu?” , “Bu Colaturka , ben cocacola içerim” gibi kaprisleri, istekleri bitmez tükenmez...Bazıları hayatında ilk kez hizmetçi tutmanın verdiği küstahlıkla, ister de isterler. Ayağına geliyor ya iki lokma krakerle çay; onlar kendilerini hemen sultan sandılar. Allah kimseyi düşürmesin bunların eline. Hayatında hiç nescafe içmemişse bile bunu bir sosyetiklik olarak algılayıp, nescafeyi öyle bir havalı içerler ki... ah ah ! üstüne bir düşse de yansa derim içimden..Komşularına da “ ay, kek ikram ettiler, kraker ikram ettiler, çay içtik, necgafe içtik, yaylana yaylana gittik “ derler döndüklerinde.

5) KUSANLAR; Ben bunun sebebini yıllardar bulamadım. Ne zaman çoluk çombalak binen tipler olur otobüse eyvah derim bunlardan biri kesin kusacak. Kusacak tip bellidi; , o, cam kenarında böyle baygın baygın, ürkerek bakan bi çocuk olur,  işte o çocuk en fazla bir  saat içinde kusar!.. Ahhaa1  başladı arkada biri kusmaya, aman ne koku bu? Otobüste durulmaz artık. Akşamdan at eti mi , eşek ete mi yedirdin bu çocuğa Allah’ın cezası? O nasıl koku? Otobüs niye tutar insanı? Bu kadar mı görgüsüzsün lan? Binme o zaman. Otobüs tutması ne? Bunun treni ,vapuru, metrobüsü var. Toplu taşıma araçları hastalığımı bunlar da ? Ben kusuyor muyum hiç? Allah’ım sen koru beni bu insanlardan.Yarabbbbimmmmmm...

6) GIRTLAĞINA HAKİM OLAMAYIP BİNMEDEN ÖNCE SOĞAN, SARIMSAK YİYENLER;

İşte bunlar,  kesinlikle tarafıma hayatı zehir etmek için gönderilmişler. Ne güzel binmişim otobüse, dışarı bakıyorum, manzara seyrediyorum, telefon yok, bilgisiyar yok. Dağlara köylere gidiyorum, orada çiçek göreceğim, köy sobasının yanında oturacağım diye hayaller kuruyorum , yüzümde salak bir ifade..

Yandaki teyze beşince dakikada ” Allahhh!!! Çok şükür sana”... .Ardından bir sarımsak dalgası yayılır ki; ne siz sorun, ne ben diyeyim. “Pöffff!!! otobüs sarımsak koktu” diyorum muavine; Gülümsüyor. Kadın resmen sesli bir şekilde geğiriyor. “Pöfff!!!!! Her yer sarımsak. “Teyzeciğim, akşamdan sarımsaklı yemişsin, maşallah kaliteliymiş, hala etkisi geçmemiş. Yarasın teyze yarasın.” Alllahh!!!Kurtar beni.

7) KOLTUKLARI BİRLEŞTİRİP SOSYAL ORTAM YARATAN YOLCULAR; Sosyal hayatı arada bir otobüse binip, eşe dosta gitmekten ibaret olan insanlar topluluğu vardır bir de. Otobüste arkadaşlık kurup, telefon numarasını almak gibi gereksiz huyları vardır. Bayılırlar, konuşsunlar yanındakilerle, sorsunlar, anlatsınlar. Hatta yolculuk bitince “ ay çok sevdim sizi gelin biz de yemek yiyelim” boyutuna kadar gider bu.

Arkamda aynen öyle bir grup. Ön ikiliyle arka ikili ev almışlar, öbürküler de bilgi istiyor. "Kaça aldını?, nasıl ödediniz? Ay siz de gelin, komşu olalım " diyor. (Bismillah 5 dakikada). Baktım konuşma benim arka koltuktaki gruba sıçradı. Altı kişi on beş dakikadır konuşuyor. Dayanamadım "Biraz daha uygun bir sesle konuşursanız kitap okuyacağım" dedim. Çok bilmiş hanım " ama burası kitap için uygun değil, kütüphane mi ki burası?" dedi. Ben de "ama kafeterya ya da bar da değil " dedim,  sustular neyse...Kimbilir ne küfür yemişimdir heee..

Bir mini yolculuk hikayemde böylece sonuçlandı. Haa bir de tam Harem’e yaklaşırken bir kaza atlattık. İlk başta ben koştum ön tarafa “ bir bakalım hasar var mı ? açın bi zahmet kapıyı’ dedim. ‘Lütfen yerinize oturun, sakin olun hanımefendi “ dedi şöför muavinimiz. Oysa ki gayet sakindim..

Bunca gıcıklıktan sonra çatır çatır çatlayan camlar, dağılan kaporta bile mutsuz edemezdi beni, öyle değil mi?
E güzel şeyler de oldu tabii...buyrun bir iki fotoğraf...
Bolggerın notu; Hadi yine beleşten yazı okudunuz, hadi hadi.....
Biz de kek gibi uğraşıyoruz burda, beş kuruş para alsam içim yanmayacak. Mahsustan imla hataları da yapıyorum, düzeltecek vaktim yok vallahi. Lutfedip yazdığıma dua edin..





7 Ekim 2011 Cuma

MESLEK HASTALIKLARI (2); PARANOYA

"Uzaylıdan dost olmaz”ın dünyadaki karşılığı ; "İşyerinde dost olmaz" dır.

İmkansız değil ama zor. Bu zamana kadar çalıştığım yerlerde mutlaka aklı fikri ispiyonlamada, tuzaklar kurmakta olan hatun/erkek kısmı oldu. Haa... bunlar tek benim başıma mı geliyor? Yooo..heryerde var, değil mi? Var tabii, olmaz mı? Ama ben kendimi anlattığıma göre sorun yok.

İnsanların içinde ne kadar kin haset nefret varmış da , yıllarca bunlarla mücadele etmek için Allah beni bu dünyaya göndermiş. Yorgun, umutsuz kalmış ruhumu bir ben bilirim bir de bunu yaşayanlar.(Alt kattaki Zehra teyze'nin sözleri gibi oldu.)
İş hayatını tatmış her canlı” paranoya “hastalığına yakalanır. Kim gerçek dostum?, Bakalım beni gerçekten koruyacak mı? Eee ..hani ben sana aramızda kalsın diye anlatmıştım, sen neden genel müdür”e ilettin bunu? Ama hani, hani biz dosttuk? “ Cümlelerini çok kullanmışımdır..
Eee... kullana kullana paranoya konusunda kaşarlandık. İş hayatımın ilk günlerinde her darbe yiyişimde hüngür hüngür ağlar, krizlere girer, eve yüzü gözü şiş gider, gece de uyuyamazdım. Sonrasında resmen hastalıklara kaldım , insanlardan kaçmaya başladım...
İnsan kısmının iç yüzünü görmek isteyen işe girsin, fazla değil, bir yıl içinde tıbbın kabul ettiği "normal"  insan tarifinin  içine sıçılmazsa,  aha ben de buraya yazıyorum..
O ev kadınları “Ayy.. yoruldum, Ay,  çocuklar başımı yedi, ay pazarda her şey pahalı, hasta hasta yemek yaptım” diye şikayet ediyorlar ya, boğasım geliyor onları. “Gel çalışsana bir gün işyerinde o koca götünü kaldırıp” diyorum. "Sen çocukların ve kocanla uğraşıyorsun. Bende yüzlerce koca ve çocuk,  bir de akıl hastaları var"  diyorum. “Ay... ben çalışamam öyleeeee” diyorlar. "O zaman sus ve yalamaya devam et " diyorum....

İlk işim evimden çok uzaktaydı. Gitmek bir kabus dönmek bir kabustu. Ben de bazen Üniversitenin kız yurdunda kalan kardeşimin yanına gider, gece orada kalırdım. Lazım olur diye de  ofisteki çekmecelerimde  gecelik, yedek tshirt, don, sütyen, kot falan bulundururdum. Muhasebede şerefsiz bir çocuk vardı. Kendini genel müdür sanan tam bir kro...Ailesinin bilmem kaç kızdan sonra dünyaya getirdiği tek erkeği olduğu için yok yere şımartılmış, küçükken bol bol pipili fotoğrafı olan erkek tayfasından biriydi işte.
Ben bunun dediklerini dinlemez, kendi bildiğim yöntemle çalışırdım. Bu da gücüne tapınmayı adet edinmiş ailesinden gördüğünü benden de beklemeye başladı. Sürekli genel müdüre ispiyonluyordu beni. Bir gün toplantı odasının önünden geçerken içeride adımı zikrettiklerini duydum. Bir adım gittim, geri geldim. Başka çarem yoktu,  dinleyecektim. O bilgileri bana başka kimse aktarmazdı. Kalbim tshirtimden çıkacaktı duyduğumda, elimle tuttum, fırlıyordu az daha.

Bu piç, genel müdüre dedi ki” Bu kız çekmecesine iç çamaşırlarını koyuyor yaa..” Gözlerim karardı gerçekten duyunca, kenardaki merdivenin korkuluklarına yaslandım. Bir insan bunu nasıl söyler ?Sen nereden gördün? çekmecemi mi karıştırdın? Evet,  aynen öyle yapmış. Genel müdür de “Çekmecesindekiler beni ilgilendirmez” dedi ama bu cevap azdı onun için. Odaya dalıp; "ulan pezevenk! benim işimle ilgili bir hata söylesene. O kadar eşya içinde iç çamaşırları mı kaldı aklında? Sapık! Ben de o zaman cahil cühela tabii, susup susup ağlarım sadece. . Ah ah!! şimdiki aklım olsa. O çocugu bir bulsam var ya....ikinci kez sünnet ederdim.

Sonra benim karşımdaki , üç katım kiloda, 160 boyundaki hatun.. O da başladı, tombul midesindekileri kusmaya. Boyundan büyük şikayetler ediyor zilli. "Yok, onu azarlıyormuşum. Yok, yaptığı işi beğenmiyormuşum. Ah ah! Ofisin dili olsa da konuşsa. O kızın yanlış yaptığı hesapları düzeltmekten anam ağladı. Herkesin kredi kartından iki kez para çekerdi, müşteri sıçıp sıvamak için aradığında  o, "Sen güzel kıvırıyorsun , konuşsana şununla” diye bana atıyordu telefonları. Ben de ona “biraz daha dikkatli davran” dedim diye şimdi yalakalık için bunları kullanıyordu zavallı, beyinsiz kadın.

Yüksek sesle konuşmaları işime yaramış, ne menem bir pislik olduklarını öğrenmiştim. Odadan çıkıp yanıma geldiklerinde , öyle rahatlardı  ki;  biraz önce benim hakkımda konuşanlar onlar değildi sanki. O zaman öğrendim, işyerinde dostum olmayacağını...

Yıllar sonra karşılaştık bu hatunla.. Benim iş yerinden ayrılmamdan 6 ay sonra işten çıkartılmış. O muhasebeciyle beraber hem de. Üstelik karnında çocuğu varken... “Yaa...” dedim “Yeliz hanım, İnsan ektiğini biçiyor ”.  Kızardı ve sustu...
Konumuzun başlığı neydi? Paranoya..Sonraki işyerimdekiler ayrı bir muammaydı. Hepinizin başına gelmiştir eminim, benden daha beterleri de vardır öykülerinizin arasında. O kadar ufak şeylerle uğraştılar ki bu insanlar, bazen diyorum insanlar ispiyonlamaktan, çelme takmaktan, kovdurtmaktan nasıl bir zevk alıyorlar?  Özel hayatlarındaki mutsuzluğu, tatminsizliği, kırılgınlıkları , evde yapamadıklarını işyerinde mi yapmaya çalışıyorlar? Neden iki insanın konuşması mümkünken bir üçüncü şahsa aktarılı sorunlar?Politikliğinize sıçayım.
Neyse... boğazım fena halde ağrıyor, hafta sonu yaklaştı içinizi karartmayayım. Gidin bi kahve için, ıhlamur için, sevgilinizi öpün, ne bileyim domates biber dikin, kitap okuyun, şiir yazın ama şu etrafınızdakilerle uğraşmayın gereksiz yere...

Hem çok sevdiğim bir söz var. “Mat mısın ki beni mat etmeye çalışıyorsun?” . Mat etmeye çalışanlar hep mat”tır bunu unutmayın...

3 Ekim 2011 Pazartesi

MESLEK HASTALIKLARI

1) KISKANÇLIK ; Hastalıkların içinde en fenası, en yaygın olanı, en sinsi olanı : kıskançlıktır. Şirketlerin yarısından fazlası kadın. Böyle olunca da haliyle bitmez bu mesele.

“Ay bu kadın ne giymiş?", "Ay amma da büyük götü varmış" , "Ay bu parayı nereden buluyor bu kadın hergün başka başka kıyafetler?".  "Hayri bey'le kırıştırıyormuş bu, haberin var mı?" ” ,”Eee, onun için şef oldu ya.” Söylentileri bitmez...

Bazı kadınların  sosyal hayatı sadece  işe gelmektir. Öyle işe çok bağlı olduklarından değil:  genç kızken aileleri onları “Ay kızım, sigortan işler, olsun olsun, sağlam şirket burası, nerden bulacaksın iyisini” diye atmışlardır buraya. Allah”tan atmışlar yoksa başka sosyal bir hayatı olmayacaktı bunların. Kız da öyle bıraktıkları yerde kalmıştır ağaç gibi. Tek bildiği; gelip gitmektir.

Bu kızlar, tüm kıyafetlerini iş yerinde giymek hayaliyle alırlar. “Muhasebeden Nuran bu elbisemi görünce geberir kıskançlıktan", "Ay, bacaklarım da yandı, tatile gittiğimi anlasınlar bari",  "Bu mini eteğe Aysel imrenecek", "bu çoraptan kimsede yok, şimdi toplantıda hepsinin dibi düşecek” diye düşüne düşüne helak olurlar Kadıköy mağazalarında...

Yemek yapmak, kayınvalidesine gitmek, akşamları efendi kocalarıyla sevişmek dışında tek bildikleri; kıyafet alıp giyinmek ve işyerine gitmektir. Hayatta bir bluz, bir tayyör, ne bileyim bir tunik almak onlar için Mars”ta hayat olduğunu öğrenmekten daha heyecan vericidir.

İşyerindeki bütün kızların onları kıskandığını düşünürler. “Ay kıskanıyor da ondan tersliyor beni", "Ay kıskandığı için yardım etmedi bana” derler. Tüm sorunlar kıskançlık yüzünden çıkar onlara göre.
Bunlar özellikle Pazartesileri çok bakımlı gelirler işyerine (Yani maşalı saçlar onlar için bakımlı anlamına gelir) Neden biliyor musunuz? Cumartesi Pazar mutlaka bir düğün ya da nişan olmuştur. Eee oraya giderken de mutlaka bir maşa, fön yaptırmışlardır saçlarına. O eğlenceden sonra “Pazartesi de bakımlı bakımlı giderim iş yerine oh !” diye sevinirler ve o saçlarını asla yıkamazlar Pazartesi'ye kadar.

Hafta sonu ucuzluktan aldığı kıyafetlerini de giydim mi, o Pazartesi bütün millet onları kıskanıyor zannederler. Bütün  gün gereksiz yere ofiste dolanırlar. Herkes onlara baksın isterler. Ama dikkat edin::  işe bakımsız gelenler, ya da kendini iyi hissetmeyenler ortalarda gezmezler, kasılmazlar, gizli gizli otururlar masalarında.  Ne zaman o saçlar fönlenir, maşalanır, yeni bir elbise alınır,  o zaman  topuklarını gavur gibi vura vura ofiste gezerler. Elbisenin dikişleri pekmez kazanı gibi olmuş götünden atacak diye bakarım arkalarından. Allah”ım dersin kız Paris moda haftasında defilede yürüyen bir Heidi Klum. O bile bu kadar kendini beğenmiyordur herhalde.

Acaba ne hayal ediyor, kafasından neler geçiyor diye düşünüyorum hatunu incelerken. Ona sorarsan “Ay kimbilir nasıl inceliyor beni arkamdan şu cadaloz kadın, kıskançlıktan çatladı ayakkabılarımı görünce “ diye düşünüyordur, ne düşünecek ki başka. Ya da; akşam havlunun kenarına ördüğüm danteli diksem mi? Börek mi yesek yoksa mantı mı? Ne düşünecek ki başka bana “pilates neydi?” “Kartepe Erzurum”da mıydı” diyen kız?
Bu kızların bir de grupları olur işyerinden. Konuşmalarını dinlerim ara ara. “Çocuğuma gömlek aldım, papyon aldım bir de”. “Kayınvalidem elbise alacağım diye tutturdu beş saat kapalı çarşıda gezdik.” “Bu altın kolyeyi eşim aldı”(asla isimlerinden bahsetmezler, hep eşleridir o, hani kibar oluyor ya öyle.) “Ben doğum kontrol hapı alıyorum sen?” “Ayy... biz öyle yatakta sincap gibi atlıyoruz valla.” Kikir kikir. Konuşmaların yarısından fazlasını her cümlenin sonunda “hani anladın mı? anladın mı?” diye vokal yapan bir hatun dolduruyor zaten. Ben de oturduğum yerden kendi duyacağım şekilde konuşuyorum. “Yok yavrum, onların hepsi gerizekalı, bir sen akıllısın, anlamaz onlar “ diyorum. Demesem rahatlayamayacağım yoksa. Yoksa kalkıp iki tane tekme atacağım.
O çok güzel giyindiğini, bütün şirketin onu kıskandığını sanan pekmez kazanı götlü kızlar var ya; Kızım seni ancak mahallendeki kapı önüne kilim atmış, dantel ören teyzeler kıskanır. Ne giymiş bugün diye incelerler, biz değil. 'Biz senin ne giydiğinden ziyade ne konuştuğun ne düşündüğünle ilgiliyiz' demek gelir içimden diyemem işte, anlamaz nasıl olsa....

Birkaç güne kadar diğer hastalıkları da ekleyeceğim...Hadi gidin bi elma filan yiyin, süt için hadi hadi..