12 Kasım 2009 Perşembe

FACEBOOK'TAN ÖNCE FACEBOOK'TAN SONRA




Her yanı sarmıştı bu çılgınlık. Teknolojiyi seven, sevmeyen, bilgisayardan anlayan, anlamayan “ben de katılmalıyım, olmazsa olmaz” diyerek daldı bu dünyaya. Arkadaş konuşmalarında:
“ Seni facebookta göremedim”
“ Aaa, o da ne?
“ Aa, haberin yok mu senin?, bütün dünya çalkalanıyor, nasıl bilmezsin “ cümleleri uzayıp gidince, kendimize yediremeyip,  biz de mecburen katılmış olduk.

Topluluk psikolojisi işte.. başı çeken biri olunca, peşinden giden çok oluyor.
Yeni yetmeler- çok uzun bir yaşam geçmişi varmışçasına “eski dostlarını! ” aramaya başladılar. En güzel fotoğraflarını koydular profillerine. Uzun bir liste yaptılar , bu listeye havalı kızları, yakışıklı erkekleri eklediler. “Beni de arkadaş listene eklesene” dediler(ekleyince ne olacaksa artık) . Bir sidik yarışı başlattılar kendi aralarında. “ Hande’nin listesi ne kadar da kalabalık” deyip dedikodulara başladılar.

Hele ilköğretim çağındakiler. Bu sitede adı olmayanı dışladılar. Sıra arkadaşlarını, her gün gördükleri mahalle arkadaşlarını listelerine eklediler. “Bilmem ne grubuna hayran olun” diye gruplar kurdular şekilci dünyalarında.

Orta yaş ve üzeri olanlar ise; önce üniversite arkadaşlarına ulaştılar, hemen o yılın mezunları adı altında bir grup kurup , sohbete, eski günleri anlatmaya başladılar. Yemekler düzenlediler. Yemeklerde çoğunluk eşlerini de getirdi, yoksa aile faciası yaşayacaklarmış( !), öyle dediler.

Sonra lise, ortaokul ve en son da ilkokula kadar uzanıp, araştırmalara devam ettiler. Hangi yılda mezun olduğunu bile hatırlamayanlar, o yıllara ait eski bir fotoğrafa , eski bir arkadaşa rastlamayı ümit edenler ; “Yaaa bizim öğretmenin adı neydi?” sen Tolga’nın sınıfında mıydın? Biz hangi yılda mezun olmuştuk? “ gibi sorularla beyin jimnastiği yaptılar.

Fotoğraflardan çıkartmaya çalıştılar arkadaşlarını, “ Aa bu benim ilkokuldaki aşkım, aman Allahım ne kadar da çirkinleşmiş, çökmüş ya..“ diyerek hayal kırıklıkları yaşadılar.

Evli olanlar, mutlaka eşinin ve çocuklarının fotoğraflarını koyup, cümle aleme aile kurduklarını ispat ettiler. Hatta bazıları profil resimlerine sadece çocuklarının resmini koydular. Biz nasılsa en son otuz yıl önce gördüğümüz arkadaşımızın çocuğuna bakarak onu pat ! diye tanıyacağız ya...
İlk sorular; “ Evlendin mi? , Çocuk var mı ?” İş, güç vs? “ oldu. Yurt dışına yerleşenler sıla hasretinden dolayı günlerini facebook başında geçirmeye başladılar. Memleketten ve eski günlerden gelen bir haberle mutlu oldular.
Sonuçta hepimiz kare ekrana sığdırdık, yıllardır içimizde biriktirdiğimiz eski fotoğrafları, muziplik yaptığımız ilkokul sıralarını, lise aşklarımızı. Oysa onlar yıllarca benim sol göğsümde saklıydı.

Facebooktan önce ne yapardı insanlar?
Lise yıllığını açıp, bakar, okudukça gözlerim dolardı. Ağzımızın beş karış açık olduğu, kafamıza tavşan yapılan, otuz iki dişimizle güldüğümüz fotoğraflardır lise fotoğrafları. İlkokul fotoğraflarına baktığımda, “ biraz daha o dönemde kalsaydım “diye hayıflanırdım. Arada bir görüştüğüm bir kaç arkadaşımı arar, eski günleri yad ederdik. Keşke o yaşta kalsaydım dedirten fotoğraflardı onlar.
Çünkü; eski masumdu , çıkarsızdı. Kalbimiz hep pır pır, adımlarımız hep oynak, ağzımız hep kulaklarımıza yakın yerdeydi...

En son onyedi yaşında gördüğüm ve haber alamadığım bir kaç arkadaşımdan biridir Senem. Diğerlerini üç beş yılda bir de olsa, görmüş; yaşlanmalarına, kelleşmelerini, kademe kademe tanık olmuştum.

Oysa Senem'e bir türlü ulaşamamıştım, izini kaybetmiştim. O benim ekolümdü. Yuvarlak, sevimli yüzü, hafif sarıya çalan saçları, dekolte kıyafetleri ve özgür davranışlarıyla beni çok etkileyen , hayran olduğum üniversitey ehazırlık kursundan arkadaşımdı.
Ben daha bisiklete bile binemezken, o deli gibi araba kullanır, ben ailemle bile yaz tatiline çıkamazken, o tek başına tatile çıkar, ben gündüz sinemaya bile gidemezken, o geceleri diskoya giderdi. Yolda yürürken bir bakan, dönüp bir daha bakardı. Bir de beraber uyuduğu köpeği Lily vardı. İlk içkiyi de onunla tatmıştım. Bu yüzden ekolümdü Senem.
Çok merak ettim, görmek istedim , nasıl bir kadın olmuştu acaba? Hala hızlı bir hayat mı yaşıyordu?

Facebook bunun için son seçeneğimdi. Evet ! , facebook onu bulmam konusunda imdadıma yetişmişti.. Çok net olmayan bir fotoğraf ve Senem, işte oradaydı, hemen mail attım, onunla ilgili olan her olayı, en ince ayrıntısına kadar  anlattım, bu kadar detayı nasıl hatırladığıma şaşırdı  ama ne yazık ki Senem beni hatırlamamıştı bile. Beraber gittiğimiz üniversiteye hazırlık kursunun sadece İstanbul’da olduğunu hatırlıyordu. Hafızasında hiç bir şey kalmamıştı. Yine de " mutlaka görüşelim" dedi. Oturduğu evi hayal meyal hatırlıyordum , belki ona rastlarım ümidiyle sokaklar arasında gezip durmuştum hatta bir ara camlarında “satılık” ilanını görmüştüm, o yüzden emin değildim hala orada oturup oturmadıklarından, rahatsız etmek de istememiştim. Onunla konuştuktan sonra, yolum Kalamış’a düştü. Oturduğu evin ışıkları yanıyordu, “şansımı deneyeceğim” dedim, ikinci katta oturduğunu hatırlıyordum, zile bastım, kapıyı ablası açtı. “O burdan taşınalı çok oldu “ dedi. Hikayemi kısaca anlattıktan sonra, beni içeri buyur etti. Binbir hatırayı bıraktığım eve ayaklarım titreyerek girdim, evin kokusunu hatırlıyordum ama şu an içerideki koku bildiğim koku değildi.
Köpeğinin beni gördüğünde saldırması, Senem’in elinde içki bardağıyla, saman sarısı saçlarını savura savura dans ettiği salon. İşte orada fotoğrafı.! “Benim bıraktığım hali bu” dedim ablasına heyecanla. “ Ohoo çok olmuş, çok değişti tabii” dedi. Salonun duvarında babasının fotoğrafı , “ben tanışmıştım babanızla “ dedim. Ölmüş , geçen yıl. Bir anım silindi... “Köpeği Lily? “ dedim. “Ohoo yıllar oldu öleli, arka bahçede gömülü” dedi. Bir kere daha yıkıldım.(Sanki köpekler otuz sene yaşıyordu..) Senem’in odasına gidip, baktım. Oturma odası yapmışlar .” Onun son halini görmek istiyorum, çok merak ediyorum” dedim.

”Bak bu resim altı ay önce çekildi” dedi ablası. Daldım fotoğrafın içine. Dişlerden tanıdım Senem’i sadece. Dişlekti Senem. Saçlarının rengi değişmiş, yüzü, cansız, renksiz, çilleri kaybolmuş, yuvarlak yüzü uzamış, çocuksu sevimliliği gitmiş. Bu mu ? dedim, evet dedi. Şoke olmuş bir vaziyette tekrar baktım Senem'e daha doğrusu benim bırkatığım yerde bulacağımı sandığım Senem'e.
Benim aradığım kız orada oturmuyormuş artık anlaşılan. Hayal kırıklıklarıyla dolu olarak koltuğa oturdum. O anda oturduğum koltuk, yabancı bir evde, yabancı bir koltuktu sadece. Hiçbir anı kalmamıştı. Çünkü Senem büyümüştü,  oysa ben şu anda,  yüzünde muzipçe gülümseme olan,  yanakları çilli,  makyajsız yüzüyle çok güzel olan o tatlı kızı arıyordum. Acid müzikte, kısa şortuyla dans eden, sigarasını tüttüren Senem’i bu evde kaybetmiştim. O, sadece onyedi yaşın tatlı bir hatırasıymış.
İnsan bıraktığı gibi bulacağını sanıyor herşeyi yılların acımasızlığını hesaba katmadan . Değişse bile ne kadar değişir ki bir insan hem?  Yüzünde bir iki çizgi, rengi solar vs..  çok da fazla değişmemiştir” diyorsun, tüm saflığınla .
Belki aralarda görüşseydim bu kadar koymazdı bana Senem’in bu kadar değişmesi. O benim idolümdü. Hiç yaşlanmaz, sevimli ve hep şirin bir kız çocuğu olarak kalır sanmıştım...

Facebookta rastladığım bu arkadaşımla buluşmak için sözleştik. Ama ben artık görmek istemiyorum onu , çünkü ; gençlik hayallerimin bittiğini, o güzel günlerin sadece yalan olduğunu kabullenmek istemiyorum. Hem beni hatırlamıyor bile o .
O günden sonra ne çok şey yaşadık, o da ben de. O sevimliliğini bitirmiştir artık yıllar. Belki o da , kendisine faydası dokunacak insanlarla görüşüyordur. Onun karşımda o günlerdeki gibi çılgınca dans etmesini , kahkahalarla gülmesini beklemek yanlış olur.

Senem yirmi yıl öncesindeydi. Sıktığı şeker kokulu parfümleri, kocaman küpeleri, evinde yaptığımız patates kızartmaları ve sigara dumanıyla orada kalmalıydı. Arada sırada hatırlayacak güzel anılarım orada, o yaşta kalmalıydı. Eğer onu görürsem, herşey masumiyetini yitirecek, gerçek yüzünü gösterecekti. Ama ben hep kanmak istiyordum, gerçekleri görmek değil. Yeterince kabullenmek zorunda olduğum gerçekler vardı hayatımda. Bunlara gençlik duygularım da katılsın istemiyordum.

Bazı güzel hatıraları belki orada bırakmak, yaşandığı kadarını kabullenmek , bir daha debeştirmemek en doğru olanıydı. Geçmiş, geçmişte kalmalıydı ve geçmiş sadece o andaki yaşananlarla güzeldi. Aynı canlılığı, aynı güzelliği bulmak mümkün değildi.
Facebook sadece benim kendime gelmemi sağladı. Ama sorun şu ki; ben kendime gelmek istemiyordum...