İştahım kesildi.Sürekli uyumak istiyorum. Hiç çalışamıyorum. İşleri hep erteleyerek yapıyorum bu aralar. Sadece sigara içmek istiyorum. İki kilo
vermişim üç haftada. Şiddetle
tavsiye ederim, kilo vermek istiyorsanız; ÜZÜLÜN!
Kendimden uzaklaşmam lazım, kendimi oyalamam lazım, yoksa minör depresyonum majör”e dönecek. Aklıma geldi
durup dururken benim SARI KIZ, Kim mi o? Enteresan bir arkadaş işte. Arkadaşımın arkadaşı kontenjanından. Bu eşsiz kişiliği sizlerle tanıştırmaktan onur duyarım.
1.75 boylarında, ince, bir dönem çok ünlü mankenlik ajansında mankenlik yapmış, playboy kızlarına benzeyen bir hatun. İçi seni dışı beni yakar.
Gece alemlere aktığımız zamanlarda bu kız bizim masanın kenarında ayakta
durur, dans ederdi. Yakın arkadaşımın uzaktan arkadaşıyken birden samimi arkadaş kontenjanına geçti. Ancak, bize katıldığı gecelerin hiçbirinde içecek almaz, bizim nasıl olsa içeceğimizi bilir, beş kuruş
harcamadan evine dönerdi. Evi de zaten gittiğimiz mekâna yürüyerek beş dakika uzaklıktaydı. İlk başlarda
anlayamadım durumun vahametini. Kız alkol almıyor, tadını bile bilmez. Babası alkolikmiş o yüzden alkolden nefret edermiş. Garson
geliyor masaya “ne içersiniz?” diye soruyor. Biz votka, tekila neyse söylüyoruz. Sıra buna geliyor “Ben bir şey almıyorum” diyor. Bir iki defa böyle hallettik, ancak bir akşam kudurdum ben. Kızlara dedim ki “bakın, garson gelecek ve hiç birimiz bir şey içmeyeceğimizi söyleyeceğiz. Bakalım ne yapacak" dedim. "Tamam" dediler, anlaştık.
Garson geldi yanımıza. “Ne içiyoruuuuz?” dedi o kıvrak sesiyle. “Ben bir şey almayacağım tatlım” dedim kıza dönerek Benim yanımdaki de “ben de almayayım şimdi, sen
ne istiyorsan iç” dedi kıza. Sarı kız kızardı, bozardı ve
gecenin on ikisinde garsona “Ihlamur” siparişi verdi. Garson en aşağılayıcı ve en nefret dolu bakışlarını üzerimize atarak geri döndü. Çok utandığım anlardandır.
Kız şaşırdı biraz tabii, ben de “ bu akşam canım hiç içmek istemiyor canım, yaaa” dedim. Arkadaşlarım da “ben de yaaa” diyerek destek oldular. Garson bize küfür
etti, dudaklarını okudum,
dedim. “Ay, napiim , boğazım ağrıyor, ne içeyim başka, dedi. Gerçekten tıklım tıklım dolu, milletin kafalarının uçtuğu o barda "ıhlamur" muhteşem bir seçimdi.
O gece erken ayrıldım bardan, o da ıhlamuruyla
millete eğlence malzemesi olarak gecesine devam etti.
Taksiye binerdik dört kız, bu en önde oturmasına rağmen,
okuması yazması yokmuş gibi taksici frene basıp ineceğimiz yere geldiğinde arkasını döner” kaç lira, kaç lira tuttu, kaç lira veriyoruz? “ diye sorardı. Dört dakikalık yol
gitmişiz 10 TL tutmuş, kişi başı kaç lira düşecek ki.
Bu kızın cebinde daima bozuk paralar olurdu, hiç şaşmadı. Taksi kaç lira tuttuysa, kuruşu kuruşuna
verirdi. Hatta bizim arkadaşlardan bir çocuk onun barda bozuk paraları avucunun
içinde küçükten büyüğe doğru dizdiğini gördükten sonra “bozukçu” takmıştı adını.
Artık batmaya başlamıştı her yaptığı. Sonuçta benim değil arkadaşımın arkadaşıydı ama o her yere sokuluyordu. Erkek arkadaşları da en az onun kadar garipti. Nerde bir arıza ve mostra adam var, onu hiç aramadan hemen bulurdu.
Peki, ya giyimi?
Ara sıra ucuzluktan (ama kesinlikle ucuzluk zamanında)
pantolon, body, ayakkabı, çanta alırdı. Ama bunları hangi mağazalardan beğenip de alır, öğrenemedik.
Hatta yolda bizi gören bazı tanıdıklarım “ şey, o sarışın arkadaşınız nerden?, kim?" filan diye soruyorlardı. Yeni aldığı kıyafetleri en az üç ay bekletirdi. Bir gün " aaa, bunları ne zaman aldın, hiç görmedim üzerinde" demiştim, o da "iki üç sene oluyor, bir erkekle buluşursam o
zaman giyeceğim , şimdi gerek yok “ demişti.
Ne kadar daha modern giyinebileceğini üstelediysem de beni zevksizlikle suçladı. Kendisine
göre o çok zevkliydi.
Mesela kesinlikle kuaföre gitmezdi bu kız. Saçını kendisi
boyar(sahne sarısına) kendisi keser( akıl hastaları gibi) kaşlarını kendi alır, tırnaklarını kendi yapardı. Hayatında hiç manikür pedikür yaptırmadı, fön bile çektirmedi. Geceden bigudiyle sarardı saçlarını, eski
moda dergilerindeki kapak kızlarına benzerdi. Sonuçta o güzel
yüzü, o güzel vücudu komik ve rüküş tarzıyla rezil etti. Neden gitmiyorsun kuaföre dediğimde "başkasının saçlarımı ellemesine dayanamıyorum"
demişti.
Bir kere nişanlandı. Nişanlandığı kişiyle eşya almaya gittiklerinde tam bir komedi yaşanmış.Nişanlısı bundan daha arıza çıkmış. Üzerinde Ayşe (markası) yazdığı için yatağı, el halısı olmadığı için de aldığı halıları geri göndermiş, sonra da ” ben bunları beğendim” deyip, üç milyarlık halıları göstermiş. İstekleri arasında banyoda mutlaka sıvı sabun olacak, buzdolabı ultra derin
donduruculu olacak, nişan bohçasındaki gömlek "Beymen", pijamalar "Pierre Cardin", kol
saati "Bulgari" olacak varmış.
Sonra ne mi oldu? Babası nişan bohçası yerine iki adamını alıp, çocuğun evine gitmiş "
hayırlı olsun, bu ilişki bitmiştir"
demiş.
TATİL SEÇENEĞİNE GELELİM;
En komik kısmı bu. Bu kız asla kafasını denize sokmaz. Temmuz, Ağustos ne kadar sıcak olursa olsun başını suya sokmaz. Sebebi; üşütüyor-muş.(boneyle
girerdi denize çoğu zaman)
Tatil yeri bellidir ve asla değişmez. Annesiyle beraber Kıbrıs. Tanıdığım bunca yıl içinde başka birisiyle başka bir
tatil yerine gittiğine rastlamadım. Biz çağırırdık tatile bunu, "ay, canım, çok sağ ol, annemle gideceğiz biz bir
ay sonra zaten" derdi hep.
Bikinilerini aldığı yer belliydi; pazarlar. Ama bu bikinileri de
ancak sevgilisiyle havuza filan gider diye giymezdi. Eğer günübirlik denize gitmişsek (Şile, Riva, Kilyos gibi) en eski bikinisini ya
da bikini görünümlü sütyen- külotunu giyerdi. Asla dışarıda yemeğe para vermezdi kısmına bilmem değinmeye
gerek var mı? En fazla bir çay ya da sodayla günü geçiştirirdi.
O dönemlerde en büyük arzusu evlenmekti.” Bu sene içinde evleneceğim ben “ demişti en son görüştüğümüzde. Kim olduğu önemli değildi, önemli olan "evlilik" olayını gerçekleştirmek, "bir kere evlendim" demekti.
Görücü usulüyle, evden işe işten eve giden, anne kuzusu, hayatında hiç bara gitmemiş bir gençle tanıştırıldı ve evlendiler.
Gelin başı ve makyajı tabii ki kendisine aitti ve çok kötüydü. Onu son olarak o gün gördüm. O günden sonra sebebini bilmediğim bir şekilde
beni ne aradı ne sordu. Ancak ortak bir tanıdığımızın nikahında gördüm bir sene sonra. Hiç bir sorun yokmuş gibi “ aaa, canım nasılsın, gelin çok güzel olmuş, değil mi” deyip, eşinin elinden tuttu ve nikah salonunun en uzak köşesine oturdu.
Hayretle onu izliyordum . "Evlenince çalışamam ben, hem evliliği hem işi yürütemem" demişti bir keresinde. Öyle de yapmış, evlenir evlenmez çıkmış işten. Onun için ikisi de yeterince heyecan verici ve büyük bir sorumluluktu zaten. Aynı anda evli olup, işe
gidemezdi.
Onu tarihin karanlık sularına gömüp, unutmaya karar verdim. Geçen gün aklıma geldi. Yaa, bu kız ne yaptı, çocuğu filan oldu mu, evlililiği nasıl gidiyor diye düşündüm. Facebook hesabı yoktu o zamanlar
(evlendi ya hani...) ama şimdi var-mış. Gördüm onu.
Yine kendine ait muhteşem dizaynından iki ayrı kıyafetle fotoğrafını koyup, bu aleme kaydolmuştu. Rus
revü kızları gibi giyinmiş; biri otelde(muhtemelen annesiyle gittiği Kıbrıs
seyahatine ait) biri de otelin havuz kenarında,
straplez bir elbise, ayağında lame topuklu terlikler ve kendi
ellerinden çıkmış usta(!) makyajıyla "evli" yazmayan profiliyle
oradaydı. Eski günlerine dönmüştü.
Evliliği yürütemezdi zaten , ama amacına ulaşmış, bir kez evlenip boşanmıştı işte. Tahminen uçak biletlerini annesi almıştır iki ay önceden, mekan bellidir; Kıbrıs'ta bir otel! Gitmek için
gün sayıyordur şu aralar.