11 Eylül 2013 Çarşamba

BANA SOLCULUĞU ÖĞRET

O dönemin sıkı solcularından Selçuk’la tanıştıracak beni  kuzenim. “Tıpta okuyor, bak bakalım bir, çok hoş çocuk” dedi.
Benim etrafım ya  aile çocuğu,  ya da hafif lümpen eşrafla dolu. Bir de solcu arkadaşım olsun bakalım deyip, kabul ettim.

O gece Grup Yorum'un konseri var. Kuzenim,  onun solcu-tıp öğrencisi sevgilisi, benim sevgilim olacak solcu-tıp öğrencisi çocuk o gün beraberler. Önceden buluşma mekanını belirliyoruz. Ben lisedeyim, kuzenim  üniversite 2 de.
En önemli sorun; ne giyeceğim? Okulda giydiğim o iğrenç formadan başka tek bir kıyafetim var; jiletle doğradığım, beline kemer takıp en son deliğe getirmeme rağmen bol gelen, belimi sıkmaktan beni nane sapına benzeten kot pantolonum,  sarı pembe çizgili t-shirt”um ve converslerim. Midemle götüm birbirine  yapışık, afedersiniz. Zaten lise dönemimde bir yazlık bir de kışlık kıyafetim vardı. Arkadaşlarla değiş tokuşları saymazsak;(ne güzelmiş değiş tokuş olayı aslında, keşke şimdi de olsa)

Eee, dedim madem  adam solcu, şimdi şık kıyafetle gitmek olmaz. Benim bildiğim solcular yırtık pırtık, eski, ya  ceviz yeşili ya da krem tonlarında kıyafetler giyerler. Bende yırtık kot var, tamamdır. Solcular eski şeyleri seviyorlar ya, yırtık kotu da öyle zannetmiştim. Alnıma sarı bantı taktım, tipik 80 'ler stili  işte, siz düşünün.
Otobüse atlayıp, Kadıköy meydanına doğru yola çıkıyorum.Nazım Hikmet'in bir iki şiirinden dizeler ezberliyorum; cahillik yapmak olmaz.
Kadıköy”e vardığımda , bir ağacın dibinde üç solcu beni bekliyordu. Kuzenim beni uzaktan, ulan bu ne hal  diyen gözlerle süzüyor, hissediyorum. Sanırım olmamış ım ben. Yanlarına vardığımda bana sarılma bahanesiyle “ bu ne hal, Serpil Çakmaklı gibi olmuşsun” diye fısıldayınca , hafif aşağıya inik duran omuzlarım daha da aşağıya iniyor.
Sevgilim olacak çocuğu bakıyoum; Kıvırcık saçları, koskocaman bir ağzı (severim böyle büyük ağızlıları ben, dürüst olurlar) bembeyaz inci gibi dişleri var Krem rengi dede gömleği ve gayet edepli  bir pantolon giymiş.
Yürüyoruz yan yana. Çünkü yapacak bir şey yok o anda yürümekten başka. Onların yanında galiba -kesinlikle Serpil Çakmaklı gibi duruyorum. Kuzenim çiçekli,  bol bir elbise giymiş. Makyaj yok; onun sevgilisi de öyle,  son derece sade, abartısızlar.
Selçuk yanıma yaklaştı, gülümsedim. Ama bu benim arkadaşlarım gibi gülmüyoooor. Zıpır değil, ciks değil, ağzında sakız yok, kikirdemiyor. Bana çok yavan geliyor; ben böyle edepli  çocukları sevmem, hatta çok sıkılırım yanlarında. Adam gibi giyinmiş zaten, pazara giden dedeler gibi . Fötr şapkaları olur bu dedelerin, genelde  cepleri fileli  gömlek, ayakları  hava alsın diye delikli kumaşlardan  yapılmış ayakkabılar giyerler. Renkler standarttır;  krem- kahve-devlet dairesi grisi. Bu çocuk da ben de aynı duyguyu yaratıyor; Yavan

O gece Grup Yorum'un konserine gittik. Bunlar coştukça coştu. Neyse ki şarkıları biliyorum, seviyorum da. Aylardan Haziran ve "Haziranda Ölmek Zor”u dinliyoruz, söylüyoruz. Topluluk hep beraber sol yumruklarını havaya  kaldırıyor. Korkuyorum önce; kesin bir şey olacak, polisler basacak, beni tutuklayacaklar diye tıkır tıkır kalp atışlarım, kupkuru olmuş ağzımla(heyecanlanınca, panik olunca böyle oluyorum) şarkının devamını getirip, gözlerimi patlatarak, hem salona bakıyorum, hem de kara kuru bileklerimle, damarları çıkmış elimi yumruk yaparak havaya kaldırıyorum. Benim yumruk onlarınki gibi dimdik durmuyor, hafif çarpık,eğri. Onların yumruğu daha güzel, bilekleri kalın kalın, gömleklerin kolları sıvanmış, Çok hoşlar. Beğenmiyorum kendimi. Ayrıca sesim nasıl da ayarsız, akortsuz çıkıyor. Selçuk, bir ara kulağıma fısıldayarak , “ en nefret ettiğim tarzı yakalamışsın. Ben Amerikan özentilerinden nefret ediyor, böyle yırtık kot giyenlerin yanından geçmiyorken , beğendiğim kız...”  deyip, yukarılara bakıyor, cümlenin sonunu getirmiyor. O anda yumruğum  içi boşaltılmış sucuk gibi aşağıya düşüyor. “Bari şu alnındakini çıkar”  deyince, Türk filmlerinde kadınların olmazsa olmazı olan o  sapsarı bantımı çıkartıyorum.
Haklıydı , sonuna kadar...
Sloganlar atıyorlar, alkışları, ıslıkları salonu inletiyordu. Heyecanlanmıştım, güzel bir şeydi Solculuk. Ben solcu olmalıydım, artık. Bu zamana kadar neredeymişim. Bu devlet ne menem bir şeymiş de ben fosur fosur uyuyor, yırtık kot giyiyor, kola içiyor, ağzımda cak cak cikletle, Madonna, Brother Lui Lui, Cherry Chery Lady  dinleyip, sorumsuz,  lümpen bir hayat yaşıyordum.  Biz ne kadar sömürülmüşüz, bu beğenmediğim işçilerin başına neler gelmiş,  gariban insanlar ne kadar haksızlığa uğramışlar ben sokaklarda zıplarken. Bana yazıklar olsun!

Neydim ben,  peki? Yırtık kotlular grubundan değildim,  Stüdyo 54”çülerden de, ev kızı da değildim, yazın Silivri'deki yazlığına gidenlerden de,  Neydim ben,  peki?

Ben bu dünyada yerimi bulmalıydım. Lise ikinin yazıydı ve kimliğimi aramaktan yorulmuştum ve çok zayıftım, pantolonlarımı hep sıkmak, büzmek zorunda kalıyordum. Üzerime giydiğim bluzlar dökülüyordu. Ve çirkindim.  Ve solcu olursam belki bunlar dikkat çekmezdi. Bol elbiseler giyerdim, odama Che Guevara posteri  asabilirdim.

Solcular az yemek yiyorlar hep çay ve sigara içiyorlardı. Şiirler okuyorlardı bir de birbirlerine. Herkes saygıyla dinliyordu birbirini. Benim arkadaşlarıma bu şiirleri okusam, üstüme atlarlar, sus, Ay,  ne kurbağası,  ne Metris'i deyip,  dalga geçerlerdi...

Kuzenimin evine daha sık gitmeye başladım. Benim arkadaşlarım gözüme çok ezik gözükmeye başladılar. Nazım Hikmet”i, Ataol Behramoğlu”nu tanımıyorlardı. Che Guevara'nın posterleri odalarında yoktu, krem rengi dede gömlekleri  yoktu. Bunlar benim arkadaşlarım olamazlardı. Hep yazlıktan ve değiştirdikleri sevgililerinden bahsediyorlar, çeyizine etaminden buzdolabı örtüsü işliyorlar, annelerine tencere takımları aldırıyorlardı. En çok merak ettikleri konu ise bekaretleri bozulurken canlarının  acıyıp acımayacağıydı...

Hep çay ve sigara içmek zorundaydım. Onlar öyleydi çünkü. Liseli kızlarla toplandığımızda on kişi bir porno filmi seyrederken, fal baktırıp, sigara içerdik. Marlbora'dan başkası yakışmazdı elime. Ağzımdan çekip aldı Selçuk, bir gün. Bunu içme, dedi.  Elime iki ucu açık bir sigara tutuşturdu. Baktım baktım, bir türlü içilecek kısmının neresi olduğunu anlamadım, güldüler.

Kuzenimin evinde herkes yattıktan sonra teybimizi  yanımıza alıyor,  sesini fazla açmadan, Ruhi Su, Ahmet Kaya dinliyorduk. Ahmet Kaya'nın şarkılarına bayılmıştım. Solcu insanlar ne kadar farklılardı, 'Öyle bir yerdeyim ki, ne karanfil ne kurbağa", şarkısının neler ifade ettiğini. "Saçlarına yıldız düşmüş , Koparma anne”  deki yıldızın ne demek olduğunu, onlardan öğrendim. Gece gündüz bu kaseti dinler olmuştum.

Doğum günümdü o gün. Kadıköy de hep beraber yürüyoruz, hava soğuk,  üşüyorum. Ama hala yakınlaşmadık Selçuk”la. Solcular öyle”aşkıım, yavrum”  deyip, sevgililerini sıkıştırmıyorlar yolda yürürken. Hatta o grupta kimin kimle sevgili olduğunu anlamak çok zordu. Göstermelik bir aşk yaşamıyorlardı.
Bana Hasan Hüseyin”in şiir kitabını almış,  duyarlı çocuk.” Bunu aldım sana , biliyorum okumazsın , tanımazsın ama" dedi. "Aaa,  olur mu, çok severim"  deyip gülümsedim, teşekkür ettim. İnanmadığını gözlerinden anlamıştım.

Çocuğa ne kapris yapmıştım, ne kadar ayrık davranmıştım, hatırlıyorum. Uyuzdum işte, uyuz.
Zamanla o gruptan tanıdığım bazı insanların hapse girdiğini duydum, çok korktum, çok üzüldüm. Ne yapacaklardı orada şimdi.

Onlar mutlu olsun diye hapishaneye çikolatalar, pembe, turuncu tshirtler, mini etekler, sigaralar sokmaya çalışıyordum , hatta onlara  hapisten çıktıklarında Lunapark”a götüreceğimi,  çay bile ısmarlayabileceğimi  söylemiştim. Gülümsemişlerdi(salaklığıma)

Perşembe günleri görüş oluyordu. Sıramı beklerken adli tutukluların yakınları, "sizinki neden içeride?"  diye soruyorlardı. "Siyasi"diyordum,  böyle öğretmişlerdi çünkü. Başımı dik tutarak  "Siyasi" dedim . Çingene kadın, “Vah vah..”  dedi,  ben sormadan “Bizimki Adliii” dedi, leş gibi kokularını salarak,  kırık bir Türkçe'yle."
"Aman,  çok iyi" dedim.

Selçuk”tan o dönemde haber alamadım. Bazı arkadaşlar da hapse girdiğini, tıbbı bıraktığını ve başında tek bir siyah saç kalmadığını söylemişlerdi.

Mektup yazsam, dedim.

Vermiyorlar mektupları dediler.

Yıllar sonra eski bir tanıdığa rastladım da onu sordum. Yıllarca yattığını ve birkaç sene önce çıktığını öğrendim.

Ne yapacak peki bundan sonra Selçuk,  dedim.

O başının çaresine bakar,  dediler.
Doğru, bakardı. O güçlüydü, o gençliğini hapiste bitirmiş, fesleğenli, karanfilli, kırlangıç kuşlu, ranzalı, sigaralı şiirler yazan genç çocuktu. Ve aklımda öyle kaldı. Benim için saçları hiç beyazlamadı onun...