24 Mayıs 2010 Pazartesi

MAHALLE DEDİKODUSU







Aşağıda okuyacaklarınız kelimesi kelimesine doğrudur. Eğer benim yanlış hatırladığım kelimeler, cümleler varsa kusura kalmayın lütfen..He ne diyordum olaylar tamı tamamına doğrudur yalnızca kişi isimleri verilmemiştir ayıp olmasın diye..
Bir dergide çalışan kızımız (adı Tuğba olsun) Kurtuluş’ta bir eve yerleşiyor. Aman böyle bir seviniyor iş bulmuş yeni ev tutmuş, yeni bir hayat modunda falan. Güzelce uykusuna dalıyor.

Saat beşe doğru üst kattan bir gürültüyle uyanıyor uykusunun en güzel yerinde. Ama nasıl bir gürültü ; bir karyola gıcırtısı ki – heralde eski model yaylı filan- ardından kadının böğürtüye benzeyen sesi, adamın sesi falan derken kız da uyku oluyor piç afedersiniz.

Ertesi sabah zar zor uyanıp gidiyor işe. Eve gelir gelmez kendini atıyor yatağa. Derin bir uyku. Yine Tuğba kızımız gürültülere uyanıyor saat beşte. Karyola neredeyse başına geçecek. Odada üç kişiler sanki, kadın bildiği bütün küfürleri ediyor. Karyola zannedilen o alet ikiye üçe ayrılacak sanıyor, tavan ha çöktü ha çökecek .Allahım ne bitmez sevişme bu bir saat , bir buçuk saat devam...Kız çıldıracak. Uykusuzluk gürültü huzursuzluk ne yapacağını bilemiyor.

Hiç eksiltemeden söylüyorum .Her gece saat 5 de...hiç aksamadan...hiç ara vermeden...

Tuğba nın sabrı ancak on gün sürüyor. En iyisi yukarı çıkıp kibarca uyarayım diyor.

Kapıyı çalıyor, ses yok...sonra zile basıyor. İçeriden bir ses “ PATLAMAAA, geldik ...”

Kapıyı insan azmanı denen cinsten bir kadın açıyor. Etler böyle boğum boğum, üzerinde rengi kaçmış eski püskü bir tayt ve askılı bir bluz. Saçlar bonus kafa şeklinde.

“İyi günler” diyor Tuğba, “ ben alt kattaki komşunuzum. Yeni taşındım , on gün oluyor. “ “Evet” diyor kadın, ne istedin der gibisinden. Tuğba, eyvah diyor bu kadına bunu anlatmak zor olacak. Tuğba da cici bici incecik bir kız.

“Ben sabaha karşı olan gürültüden çok rahatsız oluyorum. Uyuyamıyorum . Mümkünse biraz....”

Sözünü tamamlamadan yanağına bir şaplak iniyor ki; kız neye uğradığını şaşırıyor.

“ Aaaa.. ama ama ... demeye çalışırken kadın atlıyor üstüne yapışıyor saçlarına ,

“Seni sürtük orospu , benim kocamla s..işmemi çekemiyorsun değil mi? Kıskanç ! sen geceleri yalnız yatıyorsun seni kimse s..kemiyor diye kuduruyorsun değil mi. Kıskançlıktan ne yapacağını bilemedin , gürültü yapıyorsun diyorsun, yürü kaltak seni” diyor..Kız eli yanağında sinirden ağlaya ağlaya eve gidiyor. Yüzüne kan oturuyor resmen. Telefonda konuşup bunu bana anlatırken kapının zilini duyuyorum. Telefonu kapatıyor Tuğba. Kapıyı açıyor. Karşısında polisler . Hakkınızda şikayet var haneye tecavüzden. Bizimle gelir misiniz lütfen ?..

“Kim ben mi ? haneye miii???”.....

Evden apar topar taşınmak zorunda kalmış tabii...Ama Tuğba hıncını alamamış hem yüzüne yediği tokat , hakaretler, uykusuz geceler ve en sonunda polisler... Plan yapıyor ama inanın ben de bilmiyorum ne yapacağını....



18 Mayıs 2010 Salı

KAYIP


Çıkmaz yollarda geziyorum yine. Sağa sola çarpıp duruyorum. Ve yine her köşe başından sana çıkıyorum.




Kaçıyorum...Çoğu kez nereye ,kime kaçtığımı bilmeden. Neyle, kiminle karşılaşacağımı bilmeden; içimde oturan, bana nefes aldırmayan o kayayla koşuyorum. Adım atamıyorum bazen, yerimden kıpırdatamıyor o kaya beni ama yine de koşmaya çalışıyorum içimdeki tonlarca ağırlıkla beraber.



Ve sen! Senin hiç olmadığın ve beni hiç beklemediğin deniz kenarlarında, balıkçı barınaklarında bekliyorum. Şu vapurun yolda ilerlemeyeceğinden emin olduğum kadar eminim gelmeyeceğinden. Ama diyorum .Ya gelirse? Ya gelirse? Ya gelip de beni bıraktığı bu şehirde bulamazsa? .... Bekçiyisim bu şehrin bilmez misin.? Ne zaman gelsen aynı durakta, ayna sahilde bekliyorum ben. Hep olduğum gibi.. Hiç kaçmadığım gibi senden..



Ama şimdi kaçıyorum. Ayaklarım geri geri gitsede kaçıyorum. Beni bulmanı istesem de kaçıyorum. Kaçmak; durup beklemenin ızdırabından daha kolay geliyor ...



Üstelik seni gördüğüm yerde misin en son, yoksa başka şehirde, hatta başka ülkede mi onu da bilmiyorum. Bu ikinci kayboluşun senin. Ve ben hayata başladığım yerdeki son noktadayım.



Oyalanıyorum çoğu kez...günleri sayıyorum..geçen sefer tam kırk gün sonra gelmiştin kaybolduğun yerden. Özlemle gelmiştin ama ben hep korkmuştum ne zaman gideceksin diye. Kaybetmenin paronayasını tatmıştım bir kez...

Sahilde yürüyorum seninle ve sensiz olarak. Dalgalara bakarken sana sitemler yağdırıyorum en keskin sözlerimle, kahvemi bana baktığın o sımsıcak gözlerine bakarak içiyorum. En çok kahvemi sensiz içerken acıyor içim. Bilmem ki kahvenin buruk tadı bana seni mi hatırlatıyor. Şekerinin yanındaki acılığı , burukluğu. Bu aralar zaten kahveme hep tuz karışıyor...

Kitaplara sığınıyorum bu aralar. Schopenhauer”in  aşkın koskoca bir yalan olduğunu bastıra bastıra söylediği satırlara takılıyorum, sindirmeye çalışıyorum.

Freud”u okuyorum aşkın aslında tamamen cinsel güdülerden kaynaklandığını belirttiği satırları okuyup, inanmaya çalışıyorum. Aşktan, duygulardan , isteklerden, hazlardan arınmaya çalışan bir insan olmayı deniyorum. ..
Kaçıyorum şimdi. Telefonumu, adresimi değiştiriyorum. Yeter ki beni bulma diye. Ya da olur da beni görmek istersen, özlersen ; bu ızdırabı sen de çek diye. Bulmak isteyen nasıl olsa bulur öyle değil mi? Bu sefer yerimde durmayacağım kutup ayım. Kimliksiz, adressiz yerlere gidiyorum. Sadece kelimelerimden bulabileceğin yerlerde ara beni.

Ne diyordum ... heh..zaten bu aralar yanaklarım hep tuzlu. Dilimde eski aşk şarkıları..Yüreğim mi? yüreğimi hiç sorma yaaaa.