28 Aralık 2011 Çarşamba

İŞYERİNDE MOTİVASYONU YÜKSELTME ÖNERİLERİM

Sıcacık yataktan kalk, gel, dört duvar arasına. Doldurma parfümünü saçından toynaklarına kadar sıkmış, dedikoducu, boş konuşan insanlara “günaydın” de, geç artık oturmaktan kıçının şeklini almış sandalyene.
Bilgisayarını aç; önce FF'e ya da Twitter'a gir. Kahveni al, bir iki gazeteye bak, bir iki laf yetiştir, sonra başlasın o gereksiz telefonlar, mailler ve bir türlü çözüme ulaşmayan, kendini ispatlamaya çalışan insanlarla dolu toplantılar. Çoğunuz bayılmıyor her gün mecburen "günaydın" demeye o insanlara,  biliyorum, aksini iddia etmeyin.

Biraz da eğlenmeli ve iç huzurunu sağlamalıyız işyerinde ama,  değil mi?

Hayata ofiste yaşamak için gelmedik ki. Eee ne yapabilirsiniz peki?

1-Çaycınızla sohbet edin; Sıkıldınız, işler üstü üste geldi, o anda çantanızı alıp istifa etmeye kadar vardı haliniz. Durun! Lütfen sakin olun! Tamam, şimdi okumaya devam edin. Çaycınızla konuşun, ne var ne yok anlat deyin. Size anlatacak bir dolu hikayesi vardır. Kocasının akşam onu zorla sıkıştırıp, seviştiğini, arkasından banyo yapmak için kalktığında suların kesik olduğunu gülerek anlatacaktır. Ya da yan komşusunun kocasıyla kavga ettiklerini, sabaha kadar bu seslerden dolayı uyayamadığını dünyanın en önemli meselesi gibi anlatacaktır size. Konuşma arasında üzerindeki hurma renkli kazağı gösterecek, “Beğendin mi? kızımgil aldı bunu akşam, çok ucuzmuş pazarda,10 TL” diyecek ve sevinçten göz bebekleri yıldır yıldır yanacaktır. İşte bu!  Nasıl da rahatlarsınız böyle minimal zevkleri olan insanları dinlediğinizde. Hem ofis arkadaşlarınızla konuşsanız, müdürünü, altındaki elemanı, genel müdürün her zamanki gıcıklıklarını anlatacaktır size. Bunlar sizi baymadı mı hala? Beni baydı.

2- Kendinize sizi yormayacak, üzmeyecek bir flört seçin; Onu fotokopi çekerken, çay alırken, ya da sessiz bir koridorda yürürken elle taciz edin, poposunu mıncıklayın(tabii aranızdaki samimiyete göre) çoraplarınızı gösterin, “nasıııııl ?” diye cilve yapın. Arşiviniz varsa beraber dosya ya da evrak aramayı teklif edin. Orası sessizdir, sizi kimseler görmez.(En azından bizimki öyle) öpün, sıkıştırın, gerisini siz bilirsiniz, daha ileri de gidebilirsiniz, sizin zevkinize kalmış.

3- Keyifli mailler atın; Beğendiğiniz bir iş arkadaşınıza YANLIŞLIKLA(!) deniz kenarında kızlarla çektirdiğiniz bir fotoyu yollayın. Size soru işaretli bir mesajla dönüş yapacaktır. “Ayyy..ihihih pardon ya, aynı klasördeydi, bastıktan sonra farkettim” diye kikirdeyin. Gelen cevaba göre fotoğrafları yavaş yavaş giyinikten soyunuğa doğru yollayın. Yanaklarınız kızaracak, ne telefon ne toplantı ne excel tablosuyla uğraşacak haliniz kalmayacaktır.

4- Toplantılara renk katın; O bitmez toplantılar..Ayyy ayy. Toplam iki dakika sürecek anlatımı, tam üç saatte anlatamazlar. Evde oturmuş kendini gösterecek diye sunumlar hazırlamış, çalışmış dersine, eli yüzü düzgün, kravatını takmış, kendini adam sanıp, geçmiş masanın başına taklalar atıyor ZEKİ gözükmek için.

Eeee insaf yani, siz de insansınız, sıkıldınız, patladınız . ağzınızda kalem, bacak bacak üstüne attınız; yani şeytanlık düşünmek için en uygun pozisyondasınız.

Sevgilinize(varsa tabii) kışkırtıcı bir mesaj atın. “Şu anda kısacak eteğim var, bacaklarım hafif aralık(aynı ön iki dişimin olduğu gibi) ağzımda kalem var, kalem sırılsıklam ve üstünde diş izleri var, (ağzımda da bir mürekkep tadı. Bögk) ve seninle ilgili bir fantazi kuruyorum” deyin. Adam nerede olursa olsun size anında dönüş yapacaktır. Bir erkeğe “annem seninle tanışmak istiyor” dediğinizde o mesaj ya ulaşmamış olacaktır, ya geç farkedilecektir, ya da “aaa, yolladım, almadın mı ?” diye cevap gelecektir . Böyle kışkırtıcı bir mesajın asla ve asla erkeğe ulaşmama ihtimali olmaz. Hatta iki kez gider garanti olsun diye.
“O anda toplantıdaydım, ayyy, tuvaletteydim, kabız oldum, yok trafikteydim” gibi bahaneler nasla ve nasla yaratılmaz. Cinsel içerikli bir mesaj karşısında erkek 200 km ile hız yapsa bile, köprüden geçiyor, tünelden geçiyor, öndeki arabaya tosladı, polis durdurdu gibi hadiselerle karşı karşıya olsa bile , o gerekirse arabasını  trafiğin ortasında durdurur ve o mesajı mutlaka cevaplar. Bunu yaparken bacak arasını avuçlar, yerleştirir. Kravatını düzeltir, ağzını yirmilik dişlerine kadar açıp, gülümser ve  önüne bakar. “Eheh..., ufaklık da seni çok özlemiş” diye yazar. Embesil başka ne yazacak ki? “Terbiyesiz! Senin kadar namussuz bir kadın görmedim, lütfen peşimi bırak! ucuz fantazilerinle beni kandıramazsın! Lütfen beni cinsellik için arama” diyecek hali yok ya.
Neyse biz devam edelim. Adamdan mesaj gelir. “Yavrum, sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?, bilmem ne bankasının taşaklı bi adamıyla toplantıdayım şu anda. (Yaa, sorma, hep önemli adam olurlar zaten,) Siz yüzünüzdeki o şeytani ifadeyle mesaj yazmaya devam edin. “Şu anda toplantı masasının üstündeyim, mahsuscuktan senin sekretirinmişim, sen sandalyede oturuyorsun, ayağımda topuklu ayakkabılar var, önce ayaklarımı okşuyorsun. Siyah, fileli çoraplarım var.

Cevap gelir; “Pantolumun önü havada, ayağa kalkamayacağım, millete rezil olacağım.(Sanki bi seninki kalkıyor a.k. dünyasında, bi sende var.)

Siz hiç umursamaz devam edersiniz, “ohh bebeğim, eteğimi kalçalarıma kadar sıyırıyorsun, uzun bacaklarım bacak arana yerleşmiş durumda”...

Derkeeeeennnn, bir bakıyorsunuz toplantı bitmiş. Ohh bunu da atlattınız işte. Adama ne mi oldu? Ay nerden bileyim? Hem o kadarını da düşünmeyin canım, bırakın onu toplantı ereksiyonuyla başbaşa. O her şeyi çözebilir(öyle demişti ya size)

5- Giyiminizde radikal değişiklik yapın; Uzun zamandır ofiste işleriniz yoğunlaşmıştı, yurtdışından gelen misafirler, görüşmeler vs. o kadar yoğundunuz ki; saçlarınızı düzelttirecek fırsat bile bulamadınız. Sabahları zaten zar zor kalktığınız için elinize ilk gelen siyah pantolon, siyah kozak kombinasyonundan başka bir şey giymeye mecaliniz kalmadı.  Dolabınızı şöyle karıştırın;  kıpkırmızı mini bir etek(illa ki vardır) , üstüne güzel bir kazak, saçlarınızı da şöyle kendi halinde bir topuz yapın, süper ince siyah çoraplarınızı giyin, ofisin ortasında salına salına gezin.
Uzun zamandır sizi tesisatçı kıyafetiyle görmekten bıkan herifler gözlerini bir sağa bir sola çevirip, sizi iltifatlara boğacaklardır. Götünüz kalkabilir, bunu hakettiniz. Siz bir plaza kadınısınız, unutmayın. Her şeyin en güzeline layıksınız.

14 Aralık 2011 Çarşamba

BENİM İÇİN KÜÇÜK, EVREN İÇİN DAHA DA KÜÇÜK BİR HİKAYE.

Bu aralar pek meşguldüm, yazmak istedim, yazamadım. Bilmem ki çok da merakla bekliyor musunuz bu yine ne saçmalamış diye? Hayır, bilsem ki heyecanla bekliyorsunuz, spora gitmem, yürüyüşe çıkmam, kitap okumam, yazarım.
Yaklaşık altı sene önceki bir olay. Yüzde seksenini yabancı yüzde yirmisini  de Türk gibi düşünün. Adamın biri işte. Yurt dışından geldi buraya, iş için. Beni buldu bula bula. En sevdiği iş; içki içmek. Bir de günde yaklaşık yirmi kez beni aramak. Ki benim hiç sevmediğim bir olaydır bu telefonla konuşmak, ama kırmayayım, sabırlı olayım, çok dürüst adam, beni seviyor, değer veriyor dedim, sustum.

Sabah sekiz, karga bokunu yememiş , bu beni arıyor, “Günaydın bebeğim, günün güzel geçsin.” Sağ ol güzelim” Kapatıyoruz. Akşamüstü onunla buluşup, bir şeyler içmesem ölür üzüntüsünden. Ben o kadar aşık değilim ama üstüme düşmesi, bana prenses muamelesi yapması herkes gibi benim de hoşuma gidiyordu. Ama öyle böyle değil..gözleri üstümde, birazcık rahatsız görse, mutlaka beni iyi bir hale getirmek için uğraşıyor.

Herkese sürpriz yapalım, nişanlanalım, ne dersin? " dedi. 'Sen de kimseye söyleme, ben de, yüzükleri takınca öğrenmiş olurlar.” Eee, iyi bir adam evleneyim bari dedim.Cuma günü, öğle namazını müteakip annesinin yazlığına gideceğini, orada bir işi olduğunu söylemişti. "Cumartesi akşam direkt sana gelirim, yüzükleri takarız' dedi. En son Cuma sabahı konuştuk. Cuma akşam oldu, arayan yok beni. Üç saat arayla telefon eden birisi için imkansız bir durum bu. İçti içti , sarhoş oldu, sızdı bir yerlerde herhalde dedim. Cuma geçti, ctesi sabah oldu, arayan yok. Allah allah dedim yine üstüne düşmedim, Öğleden sonra geçti, akşam oldu, adam yok. Aradım, cebi kapalı. N'oldu acaba, başına bir iş mi geldi? Yoksa annesiyle mi tartıştı da çekti gitti bir yerlere diye düşünüyordum. Bu saate kadar ölüm döşeğinde olsa arardı beni. Ev telefonundan arıyorum, yine açan yok. Tek korkum, içip, sızıp, ocağı açık unutup doğal gazdan zehirlenmesi . Ya da eve bir hırsız geldi, bıçakladı, öldürdü bunu. Durumu anneme söyledim telefonda, "merak etme şarjı bitmiştir falan filan" diye sakinleştirmeye çalıştı beni.

Çıldıracağım, Cumartesi gece oldu, ne yapacağımı bilmiyorum. Yazlığın telefonunu arıyorum, kimse açmıyor. Artık sevgilimin (gelecekteki kocamın) kesin olarak öldüğüne inanıyorum. Tamam, giden gitti ama ölüsünü bulmam lazım, öyle ortalarda bırakamam. En sonunda bana yakın olan evine gidip, kapıcısına sormaya, kapıyı kırmaya karar veriyorum. Ama kötü bir olayla yüz yüze gelmekten de nasıl tırsıyorum...bir cesaret yola çıkıyorum. Tansiyon yükselmiş, her yer kararıyor gözümde. Yerde yatarken bulacağım onu, ağzından burnundan kanlar fışkırmış, göğsünde bir bıçak, elinde telefon, son kez beni çevirmeye çalışmış ama olmamış gibi.

Elim titreyerek onun evinin değil de, kapıcının ziline basıyorum. Adam açıyor kapıyı. Durumu anlatıyorum, Adam “ Yooo, Cuma gecesi gördüm onu, misafirleri vardı, epey kalabalıklardı” deyince, "kardeşi gelmiştir eve belki o yokken, onun arkadaşlarıdır” diyorum, “Yok, yok" diyor meraklı kapıcı, " kendisini de gördüm” Bu salak yanlış görmüştüm, eğer M. hayatta olsaydı beni mutlaka arardı.
“Gelin, beraber bakalım “ diyor adam. Altı katı asansöre binmeden(binersem asansörde sıkışır ölürüm, onu son kez göremem diye) koşa koşa merdivenlerden çıkıyoruz. Zile titreyerek basıyorum, neler olacak bilmiyorum. Bayıldım, bayılacağım. Kapı açılıyor,
BİR KADIN!!!

Kolları dövmeli, Rus kökenli olduğu belli, anlatmama gerek yok. Ama o güzel ruslardan değil, ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Sevgilimin şortu ve penyesi üstünde salak salak bakıyor bana, ben de ona, sonra kapıcıya bakıyorum, üçümüz birbirimize bakıyoruz, kapıcı pis pis gülümsüyor. “Sen gidebilirsin” diyorum.
Kızı itip, içeriye giriyorum. “Sen kimsin?” diyorum. “M”nin arkadaşıyım” diyor çarpık Türkçe”siyle. “ Nerden arkadaşsın?” diyorum. Yazlıktan mı ?, burdan mı? yurt dışından mı?”

Salak, nerden arkadaşı olabilir ki , bendeki de soru. Hani onu illa ki masum çıkartacağım ya, bir sebep arıyorum.

“Eskiden” diyor.

“Kimsin kızım sen?, nerde benim sevgilim?” Öldürdünüz mü? Deyince kız bıyık altından gülüyor, zilli. “Bakkala gitti” diyor.

İçerisi kadın parfümü(ucuzlarından), sigara, alkol , ter kokuyor. Kapının girişinde ne idüğü belirsiz bir sürü erkek, kadın ayakkabısı. Çüüşş !bunlar ne lan diyorum. (içimden.)

Cep telefonundan arıyorum, merak ettim, öldü mü  diyerek kızla neredeyse dertleşmeye başlıyorum. Ne de olsa kadın, anlar beni.
Kız da, “o çok akıllıdır, evdeki telefonu da cebini de kapattı” diyor.(Haaa ..yani o kadar tanıyorsun, akıllı olduğunu bilecek kadar)

Ben hala neden yaptığını anlamıyorum, beni öyle çok seviyor ki; sürekli beraberiz, neden ve niye yapsın bunu?

Kızı boğacağım, evi darmadağın edeceğim, nerden başlasam ?kızın neresinden ısırsam? Yoksa yumruk mu atsam? diye düşünürken kapı çalıyor.

Benim ki başında şapka, elinde pastaneden alınmış poğaçalar(adam gece yoruldu tabi kahvaltı etmesi lazım şimdi) içeri giriyor. Tam karşısındaki koltukta oturuyorum ve aynen şunu söylüyor.

“Aaaa, hoş geldin tatlım” (dedi ,evet, aynen bunu dedi. Yalan söylüyorsam beter olayım)

“Sen nerdesin? İki gündür arıyorum, meraktan öldüm, polise haber veriyordum neredeyse” Bu arada elim ayağım birbirine girmiş. Hangisi elim, hangisi ayağım, hangisi dilim, kendimi kontrol edemiyorum, elektrik verilmiş gibi titriyorum. Sakalları uzamış, belli ki yoğun bir gece geçirmiş.

“Ne bu evin hali? Kim bu şıllık?” Diyorum.

Yanıma geliyor, yanaklarımdan öpüyor şerefsiz ve yüzyıla damgasını vuracak , "aldatılmış erkeklerden cümleler" kısmına altın harflerle yazacağım o cümleyi söylüyor.

“Şimdi ben sana ne desem inanmazsın”
Kahkaha atıyorum, evet, atıyorum gerçekten.

HAHAHAHA...aynen böyle , gülerken de karnımı tutuyorum. Sonra da ağlama krizine giriyorum yaklaşık bir hafta sürecek..

“Anlatacağım sana her şeyi “ diyor.

Aradaki konuşmaları anlatmayacağım. Ama adam haklıymış, o kızla bir ilgisi yokmuş. Çünkü ben o kızı parçalama planları yaparken, beyefendinin geceyi geçirdiği, profesyonel olarak çalışan yerli hatun, içeride uyuyormuş. Hee......alem meselesi mi? yine onun bir suçu yok, iş yerindeki arkadaşları yalvarmış, yakarmış, "sizin ev boş, kadın getirelim, eğlenelim” diye. Bu da arkadaş hatırına yapmış bunları.

Adam masum. Benim ki de laf mı yani. Ne kadar kıskanç, ne kadar paronayak bir kadınım ben........Poffff..

Evden çıktığımda kapıcının eve gitmemiş, merdivenleri temizlediğini (!) görüyorum. Tip tip bakıyorum yüzüne. Adama bir sene boyunca anlatacağı bir hikaye vermiştim. Sahilde karısıyla çekirdek çıtlarken defalarca bunu anlatacaktı biliyorum.

Mevsimlerden sonbahar, aylardan Kasım'dı. Ve o gün, benim doğum günümdü. Lay lay lay diyerek Bağdat Caddesi'nde yürüdüm,  sigara içtim, yakışıklı bir çocuğa laf attım. Ve evime döndüm....