14 Mayıs 2022 Cumartesi

KAR YAGARSA BENİ UYANDIR


Çok uzun zamandır kimseyle iletişim kurmuyor, sokağa çıkmıyor, ev işi yapmıyordu.

Salonda hep aynı yere oturuyor, saat altıda bira şişelerini önüne dizip belki iki belki üç saat aynı noktaya bakıyordu

Günde sekiz ilaç alıyordu ve ben donukluğunun ilaçlardan mı yoksa ruh sağlığının bozukluğundan mı olduğunu anlayamıyordum.

Keyfi iyiyse yürüyüşe çıkıyor ve biran önce eve dönmek istiyordu.





Sürekli bir çözüm arıyordum onun bir meşgalesi olması için; bazen çiçekleri sulamasını bazen makarna yapmasını istiyordum. Bir  kere yapıyor ve bir daha ben söylemeden hiçbir şey yapmıyordu

Günde on dört  saat uyuyordu. bir keresinde özellikle uyuduğunu bir tek uyurken içinin huzurlu olduğunu söylemişti.

Arkadaşlarımla tanıştırmak istiyordum, ona iyi geleceğini bildiğim, ancak merhaba , hoş geldiniz deyip yine salona geçiyordu.

Sürekli düşünüyordum; onu ne mutlu edebilir  diye. Puzzle aldım yapmadı, bulmaca çözelim dedim istemiyorum dedi, mizah dergileri aldım okumak istemedi. Sadece yemek yiyor, uyuyor ve içki içiyordu, Spora başla diyordum,  hayır  diyordu, dışarı cıkıp içki içelim diyordum,  hayır  diyordu.

Doktorun söylediklerine inanmıyordum. Anne karnında bile başlamış olabilir, bunu bilemiyoruz demişti. Bütün ilaçları denememize rağmen hiçbir etkisi olmadı maalesef, demişti.

Aklıma gelen her şeyi deniyordum, sonra da ona yardımcı olamadığımı düşünüp sürekli kendimi suçluyordum, Gerçek olan şu ki,  bildiğim halde bunu kabul etmek istemiyordum.

Çocukluğunda ele avuca sığmayan bir yaramazdı oysa ki,,,

Piyanoyu ve electro gitarı kendi kendine öğrenmişti, hatta  arkadaşlarıyla beraber bir albüm bile çıkarmışlardı.

Annem sürekli bu çocuk iyileşmeyecek mi diye sordukça her seferinde umut verecek bir şey söylemeye çalışıyordum. 

Askerden geldikten sonra tamamen farklı biri olmuştu.

O yerinde duramayan, beni dakikalarca güldüren kişiden eser kalmamıştı.

yerinden kıpırdamadığı  zamanlar onun en sevdiği tatlıdan sipariş veriyordum belki biraz mutlu olur diye.

ne yedireceğimi ne içireceğimi bilmiyordum. onu rahatlatan tek bir şey vardı; içmek.

Göğsümde beş  yıl önce oturan bir sıkıntı var ve ne yapsam geçmiyor diyordu.

Para veriyordum,  benim parayla yapmak istediğim bir şey yok, sende dursun, diyordu...


Kış geldi. haberler bu kış çok kar yağacağını bildiriyordu. Dikkatle dinlediğini farkettim; televizyon bile seyretmezdi oysa ki.

Bu gece sabaha karşı kuvvetli bir kar yağışı geleceğini söyledi hava durumunu sunan tatlı spiker.

Ve,  uzun zaman sonra ilk kez bir şey istedi benden.

"Abla, kar yağarsa saat kaç olursa olsun beni kaldırır mısın...

O gece uyumamak için kaç  kahve içtiğimi hatırlamıyorum. Gözüm dışarıdaydı, sokak lambasının altına bakıyordum. Önce minik minik atıştıran kar,  sabahın beşine doğru iyice hızlandı ve anında bembeyaz oldu her yer.

Odanın kapısını çaldım, 

uykulu bir sesle;efendim dedi,

Kar başladı , kalk istersen dedim...






9 Ekim 2021 Cumartesi

AH BENİM YAŞLI AMCAM.

Pandeminin ilk günleri... yeni bir eve taşınalı bir hafta olmuş. Eşyalar ortada. Eve alınacak bir sürü eşya var, ama alamıyorum tabii. Balkona çıkıyorum. Taşındığımdan beri yaşlı bir amca saatlerce balkonda oturuyor. Bu dönemden en çok yaşlıların etkilendiğini bilip ona karşı merhamet besliyorum, hatta acıyorum. Yeşil eski bir tişörtle sabah akşam sabit bir şekilde oturuyor, yola bakıyor. Ben de sıkıntıdan balkona çıkıp içeri giriyorum habire. Arada bir genç bir çocuk çıkıyor yanına. o da hep beyaz atletli.  uzaktan o çocuğun asosyal ve biraz da iletişim sorunu olduğunu düşünüyorum. Büyük ihtimalle işsiz o da içeri giriyor çıkıyor benim gibi. aradan bir iki ay geçtikten sonra balkona çıktığımda yaşlı amcama başımla selam vermeye başladım. o da çok mutlu oldu (öyle hissediyorum) .Başımla verdiğim mesafeli selamlar bir süre sonra el sallamaya evrildi. Ben el sallamayı çok severim insanlara. çocuk gibi... mutlu mutlu... amcayı gördükçe uzaktan uzağa iyice samimi olduk. sonra o iletişim sorunlu, atletli çocuk da çıktı balkona. ikisi de bana bakıyorlardı, çocuğa da el salladım o da başıyla onayladı. Daha sonra amcama el hareketleriyle nasılsın iyi misin demeye başladım. ilişkimiz gitgide güçleniyordu. Ben zavallı, yalnız, pandemide can sıkıntısından ölecek bu adama karşı bu benim sorumluluğummuş buna mecburmuşum diye düşünüyordum. Niyeyse... Bir gün acaba onu daha fazla nasıl mutlu edebilirim diye düşünürken balkondaki çiçeklerimden birinin çiçek açtığını fark ettim. koca saksıyı kaldırıp amcaya gösterdim. bak çiçek açmış demek istedim, anladı o da. o da onunkileri işaret etti . adamın balkonu bildiğin sera. Bu adamın karısı yok muydu acaba? Muhtemelen ölmüştü. Kendi yemeğini iki büklüm haliyle kendi yapmaya çalışıyor, eski ve karanlık evinde televizyon seyrederek vakit öldürüyor, yapacak bir şeyi olmadığı için erkenden yatıyordu. Yalnız o çocuğun oğlu olması için adam fazla yaşlıydı; ,belki de torunuydu . o çocuğun annesi ve babası da babaannesiyle birlikte kazada ölmüştü. Maddi durumu yetersiz olduğu için dedesinin yanına sığınmıştı. başka arkadaşı yoktu. akşama kadar can sıkıntısından dedesiyle oturmak zorunda kalıyordu. sevgilisi de yoktu onun muhtemelen. Sevgilisi olması için ortamlara akması gerekiyordu. Salgın döneminde mümkün olmadığı için arkadaş bulma sitelerine giriyordu. oradan da bir şey çıkmayınca yine dedesine sarıyordu. aslında bir müzik aleti filan çalsa can sıkıntısı geçerdi. ama pek öyle bir kabiliyeti yok gibiydi. Bense kah sigara kahve içiyor, kah kitap okuyor, kah güneşleniyordum. aramızda bir cadde vardı ve karşılıklı konuşmamız imkansızdı, el kol hareketleri de bir yere kadardı. Ben o dönemde evin içinde yer silerken ayağımı kırdım. Alçıya alındı ayağım eve geldim. sürüklene sürüklene balkona çıktım. Can sıkıntıma bir de alçılı ayak eklenmişti. Koltuk değneklerimle balkona çıktım . o yine sabit yerinde oturuyordu. Beni fark etti hemen. Ne oldu, dedi, eliyle. yine ben el işaretimle düştüm, dedim. Şimdi aramızda derin bir bağ oluşmuştu. O beni merak edecek, ben de kendimi acındırarak bacağımı sürüye sürüye yalnız ve düşmüş bir kadını oynayacaktım. Sonra o asosyal çocuğa beni işaret etti. o da aaaa yapıp eliyle geçmiş olsun, dedi. İyiden iyiye hayatlarına girmiştim. can sıkıntılarını almıştım. Pandemi döneminin bir kısmını bu yeni sakar komşularını takip ederek daha kolay atlatmaya başlamışlardı. Bir gün rakı içiyorum , uzaktan şerefe afiyet olsun dedi, başımı eyvallah şeklinde salladım. Bir gün yaşlı bir kadın gördüm balkonda , çiçeklere baktı üstünkörü bir şeyler konuştular adamla. Aaa demek bir karısı vardı, ya da kız kardeşi ne bileyim. Bunca zaman bodruma mı kilitlemişti kadını. Gün ışığına çıkarmamıştı. Bir gün hepsi beraber oturuyorlar, canları çok sıkılmış şekilde. Kadın benim olduğum tarafa baktı, ben de onlara bakıyordum o sırada. Gülümsedim.Ama kadın uzaktan anladı mı anlamadı mı, bence anlamadığı için bir tepki vermedi. Onu da eğlendirmem oyalamam lazımdı. Kadın ilgilenmiyordu benimle ama. muhtemelen alzemier filandı. Aradan üç ay geçti sanırım Alelacele markete gidiyorum .ağzımda 3 maske. Bir baktım apartmanın ın önünde bu amca ve asosyal çocuğu. Onlar beni fark etmedi. dur bir konuşayım adam mutlu olsun, hatırını sorayım , iki çift laf edeyim dedim. vaktim de nasıl kısıtlı bu arada. meraaabbba dedim. ben bu apartmandaki komşunuz . Oooo merhaba dedi. asosyal çocuk da başıyla sessizce merhaba dedi ya da demedi , pek duyamadım. Siz de hiç çıkmıyorsunuz dışarı ilk kez mi çıktınız dedim. Dışarıya çıktığı için de çok mutlu olmuştum. Adam hava alsın, uzaktan da olsa topluma karışsın diye. Adam ağzımın içine kadar giriyor, ben virüs geçmesin diye sürekle geri adım atıyorum, Adam maskeyi çıkardı. Ahhaaa. virüüsss Napıyosun nasılsın dedi. O adamın sesinin böyle olacağını tahmin etmezdim. Zar zor konuşan kısık sesli bir adam sanmıştım. Yüzü de yakından farklıydı. - yeni taşındınız siz galiba dedi, evet dedim. Her şey bu llk cümleyle başladı .... DEVAMI GELECEK....

30 Eylül 2020 Çarşamba

 BİR ÇAM AĞACI HİKAYESİ

Yeni evin terası çok çıplaktı. Salgın bitsin, bir düzenleme yaparım, diye düşünüyordum.

Bir gün semtimden biraz uzak bir yerde sağlık ocağının önünde beklerken bir kamyon dolusu çam ağacı gördüm. Adam 70 TL diye diye gidiyordu. Gözüm orada kaldı. Alsam mı, ulan çok da güzel, benim terasa şahane olur. Fiyatı çok uygun geldi. Bu saksılarda olanlardan, epey uzun bir şey. Adama eve bırakabilir misiniz iki tane alsam,  dedim. Yok abla, orası uzak, olmaz dedi.. Bu çamları bırakıp gidemezdim. Almalıydım, yoksa kendi kendimi yerdim eve gidince, biliyorum kendimi...

Kamyondaki çocuk kucakladığı gibi önüme koydu çamı, parasını verdim, şahaneydi...Nasıl taşıyacağımı düşünmeye başladım. Çünkü önce karar verip, sonra düşünen insanlardanım. Ağaç önümde, ben sağlık ocağının önündeki bankta oturup bakışıyorum kendisiyle. Minibüse bineyim en iyisi, dedim. Gerçi o kadar da çok korkuyorum ki toplu taşımaya binmeye. Aman, çam ağacına sarılırım, virüs mirüs gelmez, diyorum.

Şimdi bunu minibüs yoluna kadar taşımak var. İki dakika sürer. Saksısını yerinden kaldırayım dedim. Aman, ya rabbim, yetmiş kilo var, aha boku yedim, aldım mı başıma derdi.

İki tane Türkmenistan"lı çocuk gördüm. Kardeşlerim şunu minibüs yoluna kadar taşır mısınız,  dedim. Çocuklar, tabi abla,  deyip sürüklemeye başladılar. Bahşiş olarak 10 TL verdim. 

Çamın bedeli 80  TL

Minibüse işaret ettim, bunu ve beni alır mısınız dedim , gel abla dedi. genç bir çocuk ağacı çıkartmama yardım etti. 

Ben yavaşça önüme doğru koydum çam ağacını. Bir yeri göremiyorum. Bir baktım bindiğim yerden oturduğum koltuğa kadar nasıl çamur akıyor .Aman Allah"ım!  minibüs şimdiden battı. Şoförle göz göze geldik. Kusura bakmayın,  altı akıyormuş , dedim. Minibüsten resmen bir çamur deryası akıyor.

Binen yolcuları her seferinde uyarıyorum. Burada çamur var, atlayarak geçin diye. Şoförle aynadan göz göze geliyoruz, utancımdan gebereceğim. 

Adam cık cık yapıp duruyor, çamur aktıkça akıyor. Peçeteyle siliyorum, ama olacak gibi değil. 

Aldım mı başıma belayı.

Adama 25 tl uzatıyorum, Kusura bakma, çok özür dilerim, bununla yıkatırsın arabayı diyorum. Abla istemez, diyor şoför ters bir suratla. Arabayı bok ettin, başıma iş açtın der gibi. Zar zor veriyorum  parayı. Ama adamın aklı arabasında. Allah'ın cezası çocuk, yeni sulamış , altı da delik, aktıkça akıyor.

Çamın bedeli 105 TL

Şimdi bunu indirmesi var şimdi arabadan. Kardeşime telefon ettim. ben ve çam ağacı yoldayız, bizi karşıla diye. Çocuk da inmiş caddeye , beni bekliyor. Minibüs durdu, arkamdan çamurlarla beraber indik. (cam ağacım ve ben)

Kardeşim yüklendi , abla sen bunu niye aldın, nasıl getirdin, nasıl çıkaracağız şimdi. Dur dedim, apartmanın önüne kadar birinden yardım isteyelim. Ama etrafta kimse yoktu. Sürükleye sürükleye getirelim dedim. oradan asansöre bineriz . Çamı sürüklemeye başladık. Ben nefes nefese, belim kolum her yerim acıyor. Apartman kapısının önünden yeni yıkanmış taşların üzerine çamurları sere sere gittik. 

Parça parça çamurlar arkamızdan geliyordu. Asansöre gittiğimiz nokta da çamurdan nasibini almıştı. 

Asansöre bindik, asansörü de bok ettik. 

Neyse asansörden çıkarttık.  ancak bir üst kata asansör yok. Merdivenler dar. Buraya kadar geldik, taşırız evelallah , dedim. İki tane bez parçası bulduk, saksının kenarı ellerimi kesmişti çünkü. Kardeşim önden ben arkadan tutarak yetmiş kiloluk çamı beş basamak çıkardık. Tansiyonum çıktı, ya da düştü emin değilim; başım dönmeye başlamıştı. 

Biraz soluklandıktan sonra, ha gayret sekiz basamak kaldı, dedim kardeşime. Tekrar kaldırmaya başladık, Ancak kardeşimden agghhh,   diye bir ses geldi. Belini tutuyordu. Abla dur, belime bir şey oldu, dedi. Salak kafam, çocukta bel fıtığı vardı, nasıl da unutmuşum. Ah, dedim, gitti çocuk. Çam ağacını beşinci basamakta bırakıp aceleyle eve girdik. Çocuk iki büklüm, ağrıdan düz duramıyor, yamuldu. 

Doktora gidelim dedim, yok geçer belki dedi. Uzandı ama kıvrılmaya devam ediyor. Umutlarım gitgide tükeniyordu , Ne halt etmiştim de almıştım ben bu ağacı, 

Sen biraz dinlen, ben aşağılardan birini bulup,  yukarı taşıtayım,  dedim. Aşağıya indim. marketin önünde iki Suriye"li cocuk var .Çağırdım onları, durumu anlattım, hemen geldiler peşimden . Çocuklar apartmanın önünden, asansöre geçerken, abla buraları batmış, dedi .He, gördüm dedim.

Çocuklar hevesli hevesli çam ağacının bulunduğu olay yerine geldiler. tutular ağacı, abla bu nasıl ağır, buraya kim çıkardı bunu, dediler. Neyse çocuklar son basamakları geçip üst kapıyı ulaştılar ve ağacı terasa koymayı başardılar. Evin içi battı. çocuklara verdim 20 TL

Çamın bedeli 125 TL

Cam ağacının bedeli dakika dakika katlanarak artıyordu. Ama çok da güzel olmuştu, be!

Kardeşimin yanına döndüm. Ağrı kesici içmiş,.Nasıl, ağrın var mı hala, diyorum, biraz iyi, diyor ama durumun iyi olmadığı her halinden belli. Sakın annemlere bu durumdan bahsetme, beni mahvederler diyorum. Biraz sonra telefon çalıyor, arayan annem. Nasılsınız,  birden sizi göresim geldi, çok özledim diyor. Herkes iyi mi, .İyi anneciğim, iyi diyorum Kardeşimi istiyor , sesini duyayım diye. Sakın belli etme diye işaret ediyorum. Çocuk kendini sıka sıka konuşup, hemen kapatıyor. Beş dakikaya kalmadan ablam arıyor, İyi misiniz, diyor. İyiyiz diyorum. Annem sizinle konuşmuş da Mehmet'in sesini beğenmemiş, bir sorunları mı var acaba diye beni aradı da. Ona da her şeyin yolunda olduğunu söylüyoruz. Kardeşime, istersen hastaneye gidelim, diyorum. Yok,  sabaha geçer diyor. Sabahı heyecanla bekliyorum. kalkar kalkmaz kardeşimin yanına gidip,  nasıl oldu belin,  diyorum. İyi gibi diyor. Doğruluyor. Tekrar bir "ahh" sesi. Amanın, doğru hastaneye, bu böyle geçmeyecek. Bir taksiye atlayıp hastane gidiyoruz.Taksi parası 25 tl tutuyor. 

Çamın bedeli 150 TL

Neyse ki doktor müsait, muayene kontroller ilaçlar röntgen filan derken 550 tl verip çıkıyoruz.

Camın bedeli 700 Tl.

Eve geliyoruz, dışarıdan koskoca çam ağacım çok heybetli gözüküyor. O iyi, ama bizde durum kötü. Kremleri jelleri sürüyoruz, ama hiçbir gelişme yok çocukta.

Bu arada teras da çamurlandı. Üst katı hala silemedim koşturmaktan. Durumu annemlere anlatalım diyor, kardeşim, yalan söylemeye gerek yok. Ben boş ver filan diyorum, başıma gelecekleri biliyorum çünkü. Annem telefon ediyor ve kardeşim durumu açıklıyor. Birazdan olaylar gelişecek. Telefon kapandıktan beş dakika sonra önce büyük ablam arıyor, ne yaptın sen, çam ağacı aklına nereden geldi.  O çocuğun belinin sakat olduğunu bilmiyor musun, bu salgında senin çam ağacı sevdan nereden çıktı,  diye söyleniyor da söyleniyor.

O kapatıyor , öbür kardeşim arıyor. N"aptın sen, senin pandemi zamanı ağaçla ne işin var, nasıl minibüse bindin, virüs taşıdın, o çocuğun günahı ne,  diye o da fırçayı attıktan sonra kendimi son derece kötü hissederek koltuğuma yığılıyorum.

 Birazdan  yeğenimden." Betty, Mehmet'in belini kırmışsın, tebrik ederim" diye bir mesaj geliyor,

 Yuh artık. Ablam telefonda fırça attığı yetmemiş olacak ki, tekrar bir mesaj atıp  "sen etrafındakilere zarar veriyorsun. Yine kafana taktığın için sonunu düşünmeden istediğini yapmışsın,  diye bir can yakıcı mesajla ben ağlamaya başlıyorum. Kardeşim , ağlama abla, sen bunu bilerek yapmadın ya diyor. Kardeşim bir hafta yataktan kalkmakta zorlanıyor. 

Sık sık telefonlar geliyor bana, sık sık azarlanıyorum. 

Terasa çıkıp çam ağacını suluyorum, ama altındaki kabı olmadığı için bütün balkon çamur oluyor. Evet, bunun altına büyükçe boy bir tabak almalı,  deyip yola koyuluyorum. Korka korka bir milyonculara soruyorum, bir tane buluyorum. 25 TL

Çam ağacının bedeli 725 TL

Çam ağacını iki büklüm kaldırarak altına koyuyorum. O ne, uymadı. Küçük geldi. Dur bakayım, altına çöp poşeti koyayım bari deyip iki büklüm ucundan kaldırıp ,poşeti geç i rir keeennn, paat, kayıyorum, sağ ayağım küttt diye betona çarpıyor. Ben bir çığlık, kardeşim aşağıdan belini tuta tuta geliyor. Abla ne oldu, yok bir şey, düştüm, diyorum. Acıdan gözlerimden yaş geliyor. Ayağım anında şişiyor ve mosmor oluyor. 

Buz filan koyuyorum, geçer şimdi diyerek. o ne?  ayak gitgide büyük bir zevkle büyüyor, şişiyor. Aha, sıçtık, bir bu eksikti.

Kardeşim odasına çekilmişti, kapısı da kapalıydı. şimdi uyandırsam ne diyeceğim, çocuk kendini zor taşıyor. Ağrı dayanılacak gibi değil. Ah of diye diye üzerimde ev kıyafetiyle resmen emekleyerek asansöre biniyorum. Emekleyerek çıkıyorum, çünkü üzerine basacak durumda değil.

Neyse evin önünden taksi geçiyor ben tutuna tutuna taksiye binip, acil Yeditepe"ye diyorum. Arabada acıdan gözlerim kararıyor, inliyorum, bayılacağım herhalde acıdan diyorum. 

Taksiye 25 TL ödüyorum.

Camın bedeli 750 TL

Acilin önünde iniyorum hemen sedyeyle götürüyorlar. Doktor muayene ediyor. Orada tansiyonum düşüyor, hemşire gelip yatırıyor, tansiyonumu ölçüyor. Normaldir, acıdan yükselmiş diyor. Ben düştü sanırım böyle durumlarda. 

Neyse, hemen röntgen merkezine, ama ben bitip tükeniyorum acıdan. Eee,  kırılmış ayağım tabii .Ağrı kesici iğne yapıyorlar, alçıya alıyorlar, elime de bir değnek verip gönderiyorlar. Göndermiyorlar tabii, 350 tl alıp, öyle gönderiyorlar. 

Çamın bedeli 1100 TL

Eve giriyorum seke seke, kardeşim belini tutarak evde geziniyor. Bana bakıyor Aaaah diye bir ses çıkarıyor. bir saat önce iki ayağı da sağlam olan beni, tek ayak alçı içinde görünce korkuyor çocuk. 

Ay, abla , yaaa diyor, 

Annem o gün tekrar arıyor, ayağımı kırdığımı söylüyorum. Kadın yanıma da gelemiyor. Tekrar telefonlar kardeşlerimden, yeğenimden, kendime dikkat etmediğim için bir sürü azar...

Çam ağacı şu anda terasta. Kurudu, sarardı. Altına hala tabak bulamadığımız için naylon sarılı duruyor. 

Her gelen" atın şu çamı, solmuş" diyor. Her gelen " niye atmıyorsunuz, böyle poşetle çok çirkin duruyor" diyor

Atacağım o baş belası çamı da, şimdi onu nasıl aşağıya indireceğimi düşünüyorum. Yok yok, kesin indirmeyeceğim, kendi kaderine bırakacağım. 

Ucuz diye 70 TL ye aldığım sevgili çam ağacımın bedeli bana 1100 TL ye mal oluyor .Psikolojik boyutunu hiç eklemiyorum.

Aaaa, unuttum, ayrıca çam ağacındaki saksıdan sanıyorum, evin üst katını karıncalar bastı. Ama uğraşamayacağım artık.

NOT, Nasıl da özlemişim yazmayı.









11 Mart 2018 Pazar


VEE WHATSUPP'ÇILAR gelsin.

Whatsupp çı türlerini yazmadan önce başka bir şey; Yediklerimizi paylaşmak için yemeğe gidiyoruz, mekanları göstermek için barlara, kulüplere  gidiyoruz, Gezdiğimiz yerlerin ne kadar da hoş olduğunu göstermek için seyahat ediyoruz. Ben ne kaaa çok kitap okuyorum demek için yanına bir kahve bir çiçek bir iki lokum serpiştirip azıcık da arka fondaki kitaplığımızı göstererek ,  varsa bir iki tütsü, ilginç bir vazo ve masa örtüsünü değiştirip en güzelini sererek bir ayine hazırlar gibi hazırlıyoruz o kitap fotosunu. E tabi fotoğrafı öyle yalnız başına bırakmak olmaz.Şiir ve roman sayfalarını saatlerce karıştırıp en cafcaflı en alıcı cümleyi bulmaya çalısıyoruz. Ben Ahmet Hamdi Tanpınar"ı, Orhan Pamuk"u, Tolstoy"u, Paula Cohelco"yu okuyorum; yaaaa..

En güzel benim yüzüm olsun diye  profesyonel makyaj yaptırmaya gidiyor, fön çektiriyor, takma kirpik taktırıp elaleme güzel gözükmeye çalışıyoruz. Gerçekten ciddi  bir çaba sarf ediyoruz.
Konsere gittim , benim müzik anlayışım da çok farklıdır ve benim hayatım müziktir aslında demek için konserlere gidiyoruz belki adını sanını duymadığımız gruplara. Artık o aralar hangi grup popülerse.

Tiyatroyla hiçbir ilgisi olmayan sevmeyen insanlar olarak Grupanya'lardan ucuz bilet bulup, gitmiş olmak için gidiyor, belki oyunun başında uyuklamaya başlıyoruz. Ama oyun başlamadan önce kırmızı koltuklarda selfiler çektirip hızlı hızlı instagram'a da  yüklüyoruz. Oyunu gizli gizli çekiyor,  aralarda içtiğimiz  kahveleri koyup, Ay, ikinci perde daha da komikmiş,  diyerek bir foto da orada çektirip, atıyoruz.

Deniz kenarında olduğumuzu belirtmek için ayakları pedikür yaptırıp pahalı bir terlik alıyoruz pedikürün bozulmasına maazallah izin vermeden, denizin tuzunu tatmadan instagram"a atıyoruz.

Şarabımızın fotosunu yükleyeceksek güzel yüzükler takıp en afili renkli ojelerle yaptırdığımız manikürümüz bozulmadan instagrama yetişmeye çalışıyoruz.

Evet , hep çok hoş çok gezen çok okuyan çok bileniz.
Ben  de çok sinir oluyorum pek çok kişi gibi, pöf öf yine herkes çok güzel çok mutlu deyip kapatıyorum instagramı.

Ancak farklı bir taraftan bakınca,  yaa boş ver kızım, bak insanlar bu vesileyle kitap alıyor, hepsini okumasa da bir iki sayfasını okuyor. Tiyatroda uyuklasa da az biraz sahne tozu üzerine fırlıyor, manikür pedikürle kendini mutlu hissediyor, bakımsız kalmıyor. Saçlarına fön çektirip mutlu oluyor. Bu vesiyle konsere gidip müzik zevkini tadıyor, tatile çıkıyor, bir iki güneşlenip, bir iki kulaç atıp spor yapmış,  D vitamini almış oluyor. Şeytan girmiş odasını temizliyor,  topluyor .Bunun nesi kötü ki?
Öyle değil mi?

Şimdi bugünün asıl konusuna  whatsupp'çılara gelelim.

1-      En son online olduğu saati gizleyenler; Merak edersiniz, derin araştırmalara girersiniz ama nafile. O kısımda büyük bir boşlukla karşılaşırsınız, Ne zaman girdi ne zaman online oldu geberseniz de bilemezsiniz(en azından ben bilmiyorum belki bunu da öğrenmenin bir yolu vardır )
Bu tipler genelde sevgilisi-eşi olup gizli işler  çeviren ama asla  açık vermek istemeyen tiplerdir. Sevgilisine  10da yattım canım, annem girmiş bir akrabaya mesaj atmış, vallahi haberim yok.Ben o saatte götümdeki pireleri kovmakla meşguldüm.Hem kimle konuşabilirim ki ben o saatte" savunmasına gerek kalmadan işini sağlama alanlardır. Ohhh!  her şey rahat, güzel güzel  fingirdeyeyim diyen tiplerdir. Öğrenci-müzisyen-ya da aradığı işi bulamayan,  uzun süredir Cv yollayan tiplerdir.

2-      Her türlü whatsupp  grubuna itiraz etmeden girenler;  Sevilmeyen kuzenler, aralarında bir tanesini  bile net olarak hatırlamadığı lise arkadaşları,İSMEK, Halk Eğitim kurslarında  tanıştığı ev hanımlarıyla sosyalleşmek uğruna açılan gruplardır. Bu insan türleri her türlü grup davetine "okey, ekle canım beni de"  derler. Aman ağzımızın tadı kaçmasın, ne olur eklesinler işte, mutlu olsunlar, çıkıntılık yapmayayım diyen politik tiplerdir. "Mutlu günler"  "güzel bir haftanız olsun" diye pozitif gözükmeye çalışan grup üyelerine kalp ya da gül göndererek ben de sizdenim diyencilerdir. Fazla paylaşım yapmazlar, aksi bir yorumda bulunmazlar. He he derler her şeye. Bunlar en çok korktuğum, sinsi  bulduğum ve gidip döveceğim tiplerdir. Zerre kadar güvenmem onlara. Neyi kaybetmekten korkuyorsun, ne bu uyumlu olayım sevdası.

3-      Olur olmaz durumlarda mesaj atanlar; Bunlar reel hayatta lider olmak isteyip,  bir türlü becerememiş kişilerdir. Parti yöneticisi olamadım bari burada grupta organizasyoncu  olayım diye sürekli bir etkinlik habercisi olmaya çalısan tiplerdir, Arkadaşşşllaaar, diye başlarlar cümlelerine.
 Moda”da çok güzel bir kafe gördüm, güneşin batışını seyreder , şarap içer, sohbet ederiz;bu akşam gidiyoruuuuzz”  diye mesajlar gönderirler, Çoğu zaman bu davetleri “ay canım, ne güzel olurdu, ama bu akşam kuaföre randevum var. Ayy, ne güzel dedin kuşum ama bizim kız ateşlenmiş inşallah başka bir akşam,
Ayy, vallahi uzun zamandır da görüşememiştik , çok da özlemiştim sizi ama benim kocamın doğum günü bugün,  gidersem kıyamet kopar, Boşanma sebebim olmak istemezsiniz di miii  diye üzgün yüz emojisi gönderenler karşısında derin bir hüzne boğulurlar ama yorulmaz, yılmaz pes etmez ve aklına gelen her konuda mesaj atmaya devam ederler. Genelde arkadaşlık kurma konusunda yeteneksiz plaza çalışanları, finansçı ve serbest meslek erbabları olurlar

4-      Her türlü mesajı okuyan ama cevap yazmayan whatsupçılar; Gönderilen mesajı en çabuk onlar okur. Gel gelelim okuduğu tarihle cevap verdiği tarih arasında uzun bir period vardır. Ve o cevap unutuluuurr, gider. Sonra da" ay, canım, hızlı hızlı okudum ama tam cevap verecekken işe güce daldım, unuttum" derler. Oğlum, okuyorsun bari yaz. Konu ilgini mi çekmedi, beni mi beğenmedin. Hayır, yani sevmiyorsun sil, engelle beni ama yapma bana! Bu çift yeşil çizgiyi gösterme bana.! Israrla okurlar, okurlar ama cevap verme sorunları vardır işte. İnsanın içini içine yedirirler bunlar. Baktınız cevap gelmedi birkaç gün bekler, ya dur, hakikaten unutmuştur hastadır vs.deyip canım ya yukarıdaki mesajı okudun mu senden cevap bekliyordum müsaitsen" dersin ama yok, yok işte. O cevap gelmez Allahın belası whatsup"çıdan. Bunlar genelde avukat, yayıncı, editör ya da gazetecilerdir. Birileri bunlara yayınlanması için kitabını göndermiştir, kitap beğenilmemiştir ancak bunu uygun bir  dille anlatmaya cesareti yoktur  Ya da birilerinin  o gazetede çalışmak için torpiline ihtiyaç duyulan kişidir. Ya da avukatlık parasında yüzde elli indirim isteyen müvekkilleridir. Yani onların çok da umurunda değilsinizdir; fazla çabalamayın, o yeşil çift çizgi öyleee hatıra olarak dursun orda. İşiniz umutsuzdur kısaca.

5-      Bir satırda tüm meseleyi anlatmak varken bunu 500 satıra yayan insanlar; Bunlara çok sık rastlanır. Toplu taşımadaysanız bik bik bik devamlı ses gelir yan koltuktan. Bunlara ters ters bakarım, tansiyonum yükselir. Bu mesajları okuyanların yüzünde pis bir  sırıtma olur ve çevresine verdiği gürültü kirliliğinden haberi olmaz,  olsa da umursamaz. Bunlar  ne yazık ki benim listemde de var. Allah"ın cezaları! Canım,
Nas.sın?
               Ben
Bugün
Kadıköye inicem
Sen müsaitmisin
Seni görmek istedim
Birşeyler
İçsek
Mi
Ne
Dersin
Canım
Kalp
Kalp
Gülümseme emojisi
Bu da yetmezmiş gibi bir de gül gönderirler. Bunlara cevap yollamadan önce klasik uyarımı yaparım. Şunları tek satırda yaz, bip bipliyior, okurken yoruluyor ve bazı yerleri kaçırıyorum. Aaa, şekerim benim telefon tuşlarında bir problem var aynı satırda yazamıyorum derler. Ben yoruldum uyarmaktan, onlar yorulmadı. Eğitim kültür düzeyi ne kadar  düşükse satırlar o kadar uzun olur. Ev kadınları, İSMEK kursundaki insanlar, köydeki akrabalar, usta, kalfa, çırak, tesisatçı grubu,   tüyü yeni çıkmaya başlamış ve ağzından "kanka" eksik olmayan  ergenler bu gruba dahildir. Engellenmesi mubahtır.

6-      Sessizce gruba girip sessizce çıkanlar; Bunlar aslında o grupla çok ilgili olmasalar dahi ayıp olmasın diye giren tiplerdir. Ortam, seviye, konuşulanlar onlar için çok ilgi çekici değildir. Grup etkinliklerine genelde olumsuz cevap verirler. Her şeyi okur ama cevap yazacak bir yorum bulamazlar. Halk seviyesine inmek istemezler. Çünkü onların yapacak faaliyetleri vardır. O gün sinemaya, kadın dayanışması toplantısına, sivil toplum organizasyonlarına  gideceklerdir, İnanın sizin pasta börek toplantınızda, baby showerınızda, kına gecesi organizasyonunda hiç işleri yoktur. Baktı ki toplantılar aynı düzeyde gidiyor, sessizce sakince çıkarlar gruptan.Sonra yazışmaların altında sinsice bir " ...gruptan ayrıldı" mesajı gelir .Hemen,  kim, kim bu diye ararsın. " Gidersen böyle gideceksin, büyük olacaksın; İnsan whatsupp grubundan çıkarken bile büyük olmalı zihniyetiyle giderler. Bence bırakın, sormayın, neden çııkktııın, bir şeye mi darıldın diye, Çünkü gelecek cevap bellidir. "Yok canım ya,  neye darılayım"  Emekli, yazar, siyasetle uğraşan tiplerdir bunlar.

Hayırlı Cuma'cılar;
Ay, ay! Allah'ım!  bıktım bunlardan. Bu yüzden Cuma fobisi başladı bende. Resmen perşembe gecesinden itibaren bir stres sarıyor beni. Perşembe akşam ezanından sonra mesajlar başlıyor. Grup yirmi  kişilik." Hayırlı cumalar",  altta bir gül fotosu. Sonra 19 kişi "amin, ecmain." Amin, hayırlı cumalar, Rab"bim hepimize hayırlı günler versin. Gidiyor da gidiyor. Hatta bir arkadaş hızını alamadı. Cuma sabah beşte mesaj atıyor. Yatağımdan zıplıyorum; kesin bizimkilerden birine bir şey oldu.Kaza yaptılar, annemi hastaneye kaldırdılar, kardeşim içti içti sarhoş oldu, bir yerlerde bayıldı, polis arıyor. Bir bakıyorum "hayırlı cumalar".Uyku sersemi, gözlüğüm yok, tir tir titreyen parmaklarla  cevap yazıyorum. "Kardeşim,  Cuma"nın acelesi mi var. Saat beş, uyuyorum,  Cuma kaçmıyor" diye, Sonra derin bir sessizlik oluyor. Ertesi gün yüz yüze gelince " arkadaşım,  sen kaçta yatıp kaçta kalkıyorsun. Mesajların ya birde  geliyor ya beşte. Uyuyorum ve mesaj gelince paniğe kapılıyorum" desem de bir sonraki Cuma aynen devam...


Bu tipler genelde evlenmemiş, hasta annesiyle beraber yaşayan, emekli olmuş , hayattan umduğunu bulamayıp dine sarılmış insanlardır. Ya da malum parti sempatizanı olduklarını belli etmek için çabalayan, çevresinde sevilen bir insan olmak isteğiyle yanıp tutuşan tiplerdir.

Eminim bir sürü daha vardır ama benim aklıma gelenler bunlar.

Hava çok sisli olsa da güzel bir Pazar günü. Biraz film izleyip, çince çalışacağım. Sonra da fıstıklı krokanlı pasta yapacağım. Meşgul etmeyin lütfen.











24 Nisan 2017 Pazartesi

ZİGOT TERK



Yeterince geç kalmıştım, biliyorum. Ben zaten neyi vaktinde yapmıştım ki ? Kafam neden on  sene geriden çalışıyordu ki…
Bu yüzden oturup ağlamak sızlamak anlamsız. Vakti zamanında girişecektim bu işe. O zamanlar da ayakta durmaya çalışmakla meşguldüm. Ne işimi ne kendimi ne geleceğimi düşünemeyecek kadar hastaydım.

Geçenlerde birinin çocuğunu sevmeye kalktım da,  kadın “dokunmayın çocuğuma” dedi. Öylece kalakaldım. Hanımefendi, benim de var,  benimki bundan da güzel deyip,  kocaman gözlerimde misket kadar yaşlarla kaçtım oradan. Ağladım, ağladım, böğürdüm sonra. Gözlerim kurbağa gözü gibi oldu. Sonra da kustum.  Öyle utandım ki kendimden…
Yoktu çocuğum; durumu kurtarmak için onu söylerken ağzım nasıl da yamulmuştu, hiç inandırıcı değildim bence...

Doktor muayeneden sonra “ yerinizde olsam hiç uğraşmam” dedi. Milyonda belki de milyarda bir ihtimal dedi. Ama diyelim hamile kaldınız, üç ay sonra düşük yapma ihtimali yüksek. Diyelim üç ayı geçirdiniz, altıncı ayda yapılan testlerde çocuğun mongol (burada tıp terimi kullandı tabiisi mongol demedi) olma ihtimali çok yüksek. O zaman aldırmanız gerekecek. Diyelim testlerde sağlıklı çıktı, doğumda sizin için risk çok yüksek, çocuğu canlı olarak eve götürme ihtimaliniz çok çok çok (burada ne kadar çok dedi hatırlamıyorum bile) düşük dedi. İleride otistik olma riski de çok yüksek dedi. Dedi de dedi, dedi de dedi. Yüzüme öyle bir kızardı ki,  dersin ateşlerde yanıyorum. Doktor çok kocaman bir adamdı, sözleri daha da kocamandı;  sindiremedim. Zorla gülümseyerek, teşekkür edip çıkışa doğru sürünerek gittim.

Her yer dönüyordu, her yer karanlıktı ve ben kimseyi seçemiyordum. Kulaklarımda Çok zor, çok çok zor, milyarda bir, yerinizde olsam denemem, boşuna ümitlenmem diyordu kocaman doktor kocaman cümleleriyle…
Bekleme salonu çiftlerle doluydu. Kimisi genç, kimisi daha yaşlı, umut içinde bekliyorlardı. Sanki içerideki konuşmayı hepsi duymuş, bana acıyarak bakıyorlardı. Yazık, diyorlardı. Kimsenin yüzüne bakamadım. Bir taksiye bindim, nereye gideceğimi bile söyleyemedim. Kalbimde fil oturuyordu…
Ağlamayacaksın diye bağırıyordum içimden , ağlamayacaksın. Bir doktora daha gidersin;  hem hayatta mucizeler de var, ve neden bu bir milyon kişiden biri ben olmayayım ki…

İkinci doktor daha yumuşaktı. Şimdiye kadar benim yaşımda doğuran hastası olmadığını ama her kadının bir kere de olsa denemeye hakkı olduğunu söyledi. Yine yalnızdım, yine tek başınaydım…
Elime bir reçete tutuşturdu. Bu iğnelerden gün aşırı karnına yapacaksın dedi. Ben mi, karnıma mı, iğne mi?,  dedim.
Yumurtalar büyüyecek de, büyürse onları alıp dışarıda dölleyecekler de, üç gün içinde döllenirse, çoğalacak da,  tekrar bana o yumurtaları koyacaklar da, sonra hamile oldum mu olmadım mı diye bekleyeceğim de, hamile kaldıktan sonra birkaç ay daha bekleyip bebeğin kalp atışları var mı diye kontrole gideceğim de, yoksa o bebek doğmadan alınacak da….Kadın olmak ne zor şeymiş be doktor, bir çocuk yapmak ne kadar zormuş be doktor bey.

İşe gider gibi her  sabah gün doğmadan yollara düşüp, karıncığıma iğneleri saplayıp, ay hadi hayırlısı diye diye doktora kontrole gidiyordum.  Orada onlarca benim  gibi bir umut bekleyen kadınlar vardı. Herkes birbirine “ hadi bakalım, inşallah” diyordu. Orada en çok kullanılan cümle buydu.
İğneler birazcık yakıyordu, karnım delik deşik olmuştu, ama olsundu, bir kere deneyeceğim demiştim. Böyle böyle benim yumurtalar büyüdü ablası. Doktor dedi ki,  iki gün sonra gel,  onları toplayacağız. Anestezi falan istemem ben,  dedim. Canlı canlı olsun. Peki,  benim cesaretli hastam, dedi.
Hay Allah, ayaklarım nasıl da titriyor, kalbimin atışı hasta önlüğünün üstünden belli oluyor. Kulakl

10 Haziran 2016 Cuma

MAHALLEDEN BİR KADIN

Mahallede sürekli bisikletinin kornasına basan bir çocuk var. Tam fırınlı aygazımın kirlenmiş kapaklarını kulak çubuğuyla tek tek derin bir hassasiyetle temizlerken dıt dıt çalıyor; delireceğim. Hayır, orada konsantre olmuşum, önemli bir iş yapıyorum tüm dikkatimi vermişim; dıt dıt… Ayyy, çıktım balkona, üzerimde sabahlığım, ayağımda benden büyük filli terliklerim,  tam bir mahalledeki cadaloz kadın. 

 Bana bak,  çalıp durma,  burada hasta var,  tamam mı,  aşağıya indirtme beni diye çığırtkan bir sesle bağırdım. O hasta ben oluyorum üstelik(ruhsal).

Çocuk yukarı baktı baktı, tuhaf geldim ona belki de. Bu mahallede böyle bir kadın hiç bağırmamış ona belli!
Sonra birkaç saat geçti annesini yanına almış aşağıdan benim olduğum daireyi işaretle gösteriyor. Hanfendi, çocuğunuza söyleyin lütfen, kornasını çalmadan bisiklete binsin, burada hasta var ve çok kötü durumda dedim, bir elimde sigaramla. Kadın da başını tamam,  peki cadaloz hanfendi , anlamında salladı. Bunların hiç saygısı kalmamış aygaz kapağı temizleyen kadınlara.

Neyse oradaki çok önemli işimi bitirdikten sonra elime bir mala aldım(sanırım adı mala). Bizim beceriksiz boyacı duvarları boyarken parkelerin içine sıçmış. 
O lekeler parkelerin üzerinde durdukça canımı sıkıyor, gece uykum kaçıyor aklıma geliyor temizlesem mi diye.

Aldım  malamı elime kazımaya başladım, ama olmadı; kazıyamadım.  Sanırım malayla olmayacak bu iş, tiner gibi bir şey lazım.






Alt kattaki komşu geldi sonra; Ben Almanya”dan geldim, kapımı kimse çalmıyor, yalnızım dedi. Ha,  öyle mi? olsun,  hepimiz yalnızız.Bak,  ben bütün gün aygaz kapaklarını siliyorum, parkedeki boyaları temizlemeye çalışıyorum. Bunu yalnız başıma yapıyorum,  ne kadar büyük bir yük altındayım,  farkında mısınız, diyerek, postalıyorum onu kapıdan.
Aşırı stresli işlerimi yaparken aşağıdaki müziği dinliyorum, başka türlü nasıl konsantre olabilirim ki...

Parkeleri kazıma görevimden sıkılınca yarıda bıraktım işimi ve kitaplığımdaki kitapları yazar adlarına göre alfabetik sıraya dizdim. Biraz da tozunu aldıktan sonra kitaplığım temizlenmiş oldu.Bunlar gerçekten çok önemli işler, yoksa siz yapmıyor musunuz??Aaaa, hiç duymamış olayım
Zil çaldı, komşum havuç istedi. Neyse kendinden geçmiş bir havuç buldum buzdolabında, verdim kendisine. Umarım seveceğim bir yemek yapar da getirir bugün  bana da.

Apartmanın bazı dairelerinin önüne ayakkabı koyduklarını gördüm bir iki kez, Dur şunları yöneticiye şikayet edeyim,  dedim. Meğer o dairede oturan yöneticiymiş. Bir iki kere söyledim koymayın ayakkabılarınızı kapının önüne, diye ama ayakkabılar hala kapının önünde duruyor.  Ben de geçen sabah bir iki terliği ayakkabıyı  aşağıya fırlattım. 







Hayatım çok değişik çok entelektüel ve çok bohem çizgiler arasında geçiyor anlayacağınız. Mesela dün karnım acıktı, o kadar meşguldüm ki aşağıya inemediğim için aç kaldım.

Dur bir sigara yakayım, bunca sorun arasında dertlendim vallahi. Hem insan ara vermezse sürmenaj olur, maazallah. Kafayı da arada bir boşaltmak lazım.  Ohh, iyi geldi vallahi. 
Birazdan enginar yapacağım.  Haftada bir enginar yapıyorum ve kocamın dediğine göre öyle güzel yapıyormuşum ki annesigil bile hiç öyle yapmamış.
Tanesi 3TL. 4 tane alınca 12 tl oluyor, cık cık,,, işsiz insan için fazla pahalı geldi nedense.

Bu arada  sporumu aksatmamam, vücudumu diri tutmam lazım . Şu İsbike'a  üye olayım dedim. Kartı çıkartırken 10 TL veriyorsun. Ben ondan sonra bedava biniyorsun  zannetmiştim. Bir saati 2.5 TL dedi görevli çocuk.  Aaa, ne kadar pahalı dedim. Görevlinin yanında sevgilisine mesaj gönderen çocuk başını kaldırdı ve 2,5 TL? dedi, Soru  sorar şekilde. Evet,  pahalı dedim. Ailecek üç kişinin bindiğini düşün 7.5 TL. Caddede bir kahve parası. Oysa ben bir sene önce bekârken beğendiğim kıyafetin etiketine bile bakmadan alırdım. Eve gelen doğal gaz elektrik su faturalarına bakmazdım, otomatik talimatımdan tıkır tıkır ödenirdi. Oysa simdi, elektrik saatinin sayacını bile kontrol ediyorum.Ah, ahhh…


Evde sürekli kendi kendime beddua okuyorum.  Sürekli bir yerlere çarpıyor, sürekli bir şeyleri kırıyorum. Geçen hafta kırk yıllık aile yadigârı  porseleni kırdım. Arkasından Allah senin gibi beceriksizi kahretsin, emi, insanım diye yaşıyorsun, heee? Senden bir bok olmaz,  diye söylenirken sesim kendime geri çarptı. Sonra da elektrik süpürgesine  takılıp ütü masasının üzerine düştüm. Ütü yere düştü. Kırıldı. Ütü masası yeni diktiğim saksıların üzerine devrildi, yerler  toprak oldu. Oysa tam da tertemiz yapmıştım her yeri; elimde bezle kan ter içinde evde oda oda geziyordum sabahtan beri. Bacaklarım ve kollarımda morluklar, ellerimde yanıklar var. Yemek yaparken çoğu kez buhardan yanıyorum, eldiveni unutup fırından yemeği çıkartmaya çalışıyorum; bunuyorum, bunuyorum…

Geçen gün kocam mutfakta kullandığım el bezlerini eski bir tencere içinde kaynattığımı görüp, kızdı.  Bunu ilk kez görüyorum,  dedi. Aaa, olur mu, bizim bütün sülale haftada bir kez yapar bunu, dedim. Vallahi ilk kez görüyorum, midem bulandı dedi.(Annesi pasaklıymış bence) Yenisini alsana bunlarla uğraşacağına dedi. Sorun yenisini almak değil ki, çöp atımını engellemeye çalışıyorum dedim. Cık cıkladı.

Bir gün kardeşimin evine gittik beraber,  mutfakta çay içerken eski tencereye ve içindeki el bezlerine  takıldı gözü benimkinin.  Aaaa,  bu da yapıyor,  dedi. Ben sana dedim kocacığım, bizde aile geleneği bu diye. Cık cıkladı şekilsiz .


Sizin de eşiniz işten gelir gelmez mutfaktaki tencerenin kapağını kaldırıp bakıyor mu, ne pişirdiniz diye. Bir gün yaptığım yemeği buzdolabına koydum. Bu mutfağa gitti, mutfak boş. Ne var hayatım bu akşam yemekte,  dedi. 
Krem şantili Beti götü,  dedim. Yüzü güldü; fantezili bir şeyler yaptığımı  sandı canım benim. Buzdolabını aç dediğimde, bir tencere kemikli kuru fasulyeyle karşılaştı.

Bu kadar yoğunluk içinde sırf beni özlediniz diye alelacele bir şeyler yazdım. Okuyun, benden öğreneceğiniz çok şey var ciciklerim. Öperim.Kirlenen el bezlerinizi kaynatır,  lekelenmiş parkelerinizi itinayla silerim. Siz yorulmayın anacığım.

Edit: kurtarın beni ya da bırakın böyle kalayım.

 

7 Nisan 2016 Perşembe

ÖYLE YOĞUNUM ÖYLE YOĞUNUM Kİ BİLEMEZSİN


Tam altı  aydır iş hayatından uzaktayım. Bir zamanlar çalıştığımı unutmuş gibiyim. Sabah erken kalkmalar,  laptop çantamı kamburumu çıkartarak  ayaklarımı sürüyerek servise mahalline gitmeler, pastanedeki kahvaltılar, iş arkadaslarımla bahçe sohbetlerimiz, genel müdüre takındığım tavırlar, finans servisine gidip iki üç cümleyle ortalığı dağıttığım anlar, kimin toplantısı olursa olsun hiç utanmadan kapıyı açıp "kusura bakmayın,  böldüm ama bu çok aciil"  diye hallettiğim işler, gece yarısına kadar kaldığım mesailer,  yeni sisteme alışmaya çalışmak için verdiğim mücadele, hepsini unuttum sanki. Kafamın bir kenarında" aa,  evet bir zamanlar böyle şeyler yapıyordum, bir işim vardı"diye sabitlenmiş bir kısım var; hepsi bu.

Ofis hayatından çıktıktan sonra neler yaptım, neleri fark ettim, neleri değiştirdim mesela.
Kahvesi ucuz diye Beltur"a takılmalar, ücretsiz seminerleri toplantıları takip etmeler, pazara gidip taze sebzelerle tanışmalar, çok ender kullandığım otobüs için kart çıkartmalar  ve ev kadınlarının yaşantısı hakkında detaylı bilgiler. Apartmanla ilgili sorunlar, bahçe düzenlensin mi, alt kata kedi yavrulamış beslemek lazım vs.vs.

 En güzeli de gömlekler ceketler etekler ve topuklu ayakkabılardan, her sabah makyaj yapmaktan kurtulmak oldu. Ya eşofman ya da kotla çıkıyorum ve öyle rahatım ki...

En çok özlediklerim arasında sabah uykusu vardı. Bacak kadar çocukken sokaklara düşmüş ve bir daha doğru dürüst uyumaya fırsat bulamamıştım. Vücudum artık isyan ediyordu; tertemiz nevresimler,  yastıklar  dünyadaki en çekici objelerden biriydi benim için, Ortama uyum sağlamak, ev kadını havasına girmek için bir de pufudak bir sabahlık edindim. Evet, ne diyordum,  sabah uykusu ne güzel şeymiş diyordum. Artık erken kalkmak zorunda değilim. (Külliyen yalan. Kocam için saat yedide kalkıp süper kahvaltılar  hazırlıyorum. Ara sıcaklar her gün değişiyor. Kimi zaman fırında yalancı pizza, kimi zaman hiç yumurta yemediğim halde omletin farklı çeşitleri, sigara börekleri) Ben önceden yemek yapmazdım, sadece canım isterse orjinal yemekler yapardım. İlk defa düzenli olarak yemek yapıyorum.

Bazı sabahlar canım hiç istemiyor kalkmak; o zaman uyuma numarası yapıyorum, horluyorum filan. , Kocam da beni uyandırmaya kıyamayıp sessizce gidiyor. Ohh,  ne güzel oluyor o zaman. Ceşit çeşit rüyalardan sonra (Tayyip"in korumalarının çıkardığı ses gibi) ses çıkartarak  evin içinde geziniyorum. Yuh,  saat on olmuş, Çok hafif bir kahvaltı ediyorum.Haberlere bakıyorum, gazete varsa onu okuyorum. Yarım saat sonra kahve saatim geliyor. Havalar güzel şimdi; Sigaramı alıp balkona çıkıyor ve kelimenin tam manasıyla hiç bir şey düsünmeden adalar manzarasına bakıp kahvemi içiyorum. Birkaç saat süren bugün ne pişirsem stresinden sonra evdeki malzemelerden bir şeyler çıkartmaya çalısıyorum, yok olmazsa, altı katlı asansörsüz evimden üşene üşene markete gidiyorum. Eski oturduğum evde alt katta market vardı ve ben bakkala gitme konusunda hiç problem yasamıyordum. Sepeti salıyordum,, hooop her şey iki dakikada elimde, Bu açıdan büyük sorun yaşıyorum. 84 basamaklı merdiveni in,  sonra tekrar çık,  yarım kilo eriyorum. Sonra yemek pişirmeye başlıyorum. Saat oldu mu üç. Eyvah!  gün bitti diye panikliyorum. Boşum, yararlı işlerle uğrasmam lazım ya...

Sonra sahile doğru yürüyorum,  açlıktan gebersem de tek başıma olduğum için öğle yemeğini yemek istemiyorum. Sahilde kitabımı okurken tekrar bir Türk kahvesi içiyorum. İyice yürüdükten sonra tekrar eve geliyorum. Yabancı dizilerden birini bulup, izliyorum. Bir de kaktüs yetiştirmeye merak saldım bu aralar belki tasarım kaktüsler yapıp, satarım,  zevk için tamamen.

Hayatımda ilk defa, hiç bir hedefim yok, Streslendiğim,  olacak mı olmayacak mı diye kendimi yediğim bir konu yok. İnanamıyorum ama durum böyle. Mevsimlerin geçişini izlemek isterdim hep çalısırken. Ağaçtan son yaprak ne zaman düşecek, çiçekler ne zaman açıp meyveye dönecek, kiraz, arkasından dut,  ayva,  bunlar nasıl olacak,  tek tek gözlemlemek isterdim. Diktiğim bir fidenin sebze vermesini,  günbegün gözlemlemek isterdim. Bunu çok istiyordum;  evet,  oldu. Hiçbir acelem olmadan günün,  anın tadını çıkartmaya çalısıyorum. Korkusundan, komedisine, savaşlısından, dramına kadar vakti zamanında izleyemediğim ne kadar film varsa izliyorum. Her güne bir film, her haftaya bir kitap kuralı koydum. İndirimlerden ilk haberi ben alıyorum; işime yarar bir şey varsa üşenmeden gidip sakin sakin alışveriş yapıyorum.

İnsan neler neler öğreniyor yaaa, Mesela dünyanın parasını vererek çatlak topuklarım için aldığım krem yerine, bildiğiniz 3 TL lik sirkeli suya ayaklarını koyunca bebek poposu gibi olduğunu, lavaboları çamaşır suyu yerine sirkeli suyla temizlersen çok daha hijyenik olacağını, kemik çorbasının bir sürü hastalığa iyi geldiğini, evlenmek isteyen kadınların koca adayından üzerine bir ev yapmak şartıyla evleneceklerini....Boya yapmayı bile öğrendim. Mutfağı boyadım,  çok şahane oldu..


Komşularıma gelince,  süper insanlar. Bir tanesi her cümlesinden sonra " anladıııınnnn?"  diye sorup, memelerime vurmasa daha iyi olacak ama... "Teyze, çürüttün benim memeleri üç ayda sen"  dedim de sonra toplarladı hatun.

Tam ne pişireceğim bugün yaaaa diye düşünürken zil çalıyor, bir tabak zeytinyağlı, börek, mantı Allah ne verdiyse çıkıyorlar karşıma, mutluluktan havalarda ben. Karşı komşum sağır, iletisim kurmakta zorlanıyorum. Avazım çıktığı kadar konuşuyoruz kapıda,  alt kattakiler dışarı çıkıyor, kavga mı var diye. Kahve sevdiğimi öğrenmiş,  sürekli kahve içmeye çağırıyor beni. "Sevişmeyi çok sevemedim, sevsem kocam beni el üstünde tutar"  diyor. Seviş be teyze, n'olcak"  diyorum.

Bizim akrabalar çalışmadığımı öğrenmişler. Aaa, bak şu mağazada şunu unutmuşum, sen boşsun benim için alıp getirir misin. Sabah kahveye gel, nasılsa boşsun.Annemin kontrol zamanı geldi,  sen boşsun bir götürüver. Arabanın bilmem ne taksidi var,  sen boşsun yatırıver,  demeseler iyi olacak. Aaaa, boşsam o kadar da boş değilim, düşünüyorum ben mesela.

Bizim bir köyümüz var bir aya kadar oraya gideceğim.Domates biber patlıcan ekeceğim. Belki koyun ve keçi de almak istiyor kocam. Bildiğin köy hayatı yaşayacağız dört beş ay. Belli olmaz. Harika bir iş teklifi alırsam (ki öyle bir şey olmaz, biliyorum) dönerim yine. Evimiz burada dursun diyorum, canımız sıkıldıkça geliriz İstanbul'a. Bir deneyeceğim,  yeter yıllardır şehirde yaşadığım. Becerebilirsem buyrun ziyaretime gelin. Salça yaparım, turşu kurarım, pekmez yaparım. Orada ne ararsan var.

Siz bu yazıyı okurken ben film festivalindeki bir filmi seyrediyor olacağım.Çalısın siz, sakın bana özenmeyin. Çalışmak sizi kurtaracaktır dostlarım. 

Görüldüğü gibi gerçekten çok meşgulüm, korkunç yararlı işlerle uğraşıyorum,  sakın bana mail atmayın, okuyacak vaktım yok.