3 Kasım 2013 Pazar

GARİP BİR HOME PARTY

Tam bir sene önce Makedonya seyahatinde tanıştiğim bir grupla tekrar görüşmeye karar verdik. Karı koca evlerinde bir parti veriyorlar. Kesinlikle katılıyorum dedim. Ben ne zaman birine söz versem strese girerim. Ya o gün geldiğinde görüşemezsek, başıma bir iş gelir, hastalanırım da ya gidemezsem, ya da trafik tıkanır ben yollarda sabaha kadar kalırsam diye mideme ayrı başıma ayrı ağrılar girer. En stresli iştir birilerine söz vermek, plan yapmak. Ben tatile giderken bile  bir gün önceden plan yapan biriyim. Hatta iş yerine söylemeye mecbur olmasam, gittikten sonra arayıp "ben bu hafta yokum" demek gelir içimden. Zaten en erken Cuma sabahı söylerim izne çıkacağımı. Hatta bazen gidecegim yere karar veremediğim ya da yer bulamadığım için Pazartesi işe geri döndüğüm çok olmuştur.

Neyse,  gelelim home partiye. Nişantaşı”na yakın bir yerde. Öğleden sonra ailevi bir olayla ilgili sıkıcı  bir haber geldi.  Evdekilerin yanında oturup onlarla olmam lazım. Kesinlikle parti ortamına gidecek durum değil yani. Onlar orada üzülsün, ben "hadi siz üzülün ama verilmiş bir parti sözüm var" demek olmaz. İnsanlar saat  sekizde buluşacaklardı  parti evinde.

Saat 8.30 da telefonum çalmaya ,mesajlar gelmeye basladı. “Hadi gel, bak bu saatte köprü rahattır, hiç gelemezsin sonra”  filan falan diye beni kandırmaya çalışıyorlar . Ben ne telefonlara ne mesajlara cevap veriyorum. Saat dokuz oldu,  yirmi tane mesaj ve çağrı. Onlara  ailevi bir durum olduğunu, gelemeyeceğimi söylemenin nasıl  stres verdiğini  biliyor musunuz. Yüzüm kızarmaya, ateş basmaya başlıyor. La havle çekip duruyorum. En sonunda toplu mesajlarla beni taciz eden arkadaşlara,  “ailevi bir durum var, evden çıkacak gibi değilim,  utancımdan telefonlarınıza çıkamıyorum; ne olur beni affedin, bir dahaki hafta bana gelirsiniz, güzel bir parti yaparız” diyorum. Aman efendim, sen misin bunu diyen. Çekirge sürüsü gibi hepsi bir yerden saldırıyor. Biri iş telefonumdan biri kendi cebimden biri mesajlarla lafları geçirdikçe geçiriyor. “Yuuh sana, insan sözünde durur be, kaç haftadır herkese uysun diye uğraşıyoruz,  saat dokuz  olmuş ve  sen bize bunu şimdi söylüyorsun” .” Ben siliyorum seni” dedi diğer çocuk,” ya , ne olur yeterince eziliyorum zaten utancımdan, yapmayın , etmeyin” dedim.. Ailem üzgünken nasıl partiye gidiyorum derim. Çözüm anında hazır,” bir arkadaşıma acil kan vermeye gidiyorum de, çık gel” dedi biri. Öbürü de “açık açık söyle” dedi.” Söz vermiştin ama, söz “ dedi biri . Tahminen yirmi dakika boyunca tüm hakaretlere maruz kaldıktan sonra,” geliyorum a.k.” yazdım. Kızın biri de adımın soyadımın baş harflerini yazdığımı sanmış; kibarcığım...

Neyse bin bir yalanla büyük kurtarıcı kombinasyonum olan  kot  pantolonum ve siyah kazağımı giyerek, fırlıyorum evden. Bir taksi bir dolmuş tekrar  bir taksiyle parti evine varıyorum.. Ellerim bomboş,  içki alacak vaktim bile olmadı; rezil durum yani. Kapıyı çalıyorum. Salon dolu, ama kapıyı açanı tanımıyorum. ”Merhaba” diyorum. “ Hoş geldiniz efendim,çantanızı alayım” diyor beyaz gömlekli, siyah pantolonlu, siyah papyonlu çocuk.  Hoppala!.. Ne efendisi, ne çantayı alması, nereye geldim ben. “Yok canım,  zahmet olur, ne gerek var” diyorum.  İçeriden “Ooo,  hoş geldin, hayırsız arkadaş!  Saat on! Yuh beee”  sesleriyle tam tahmin ettiğim gibi kibarca! karşılanıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmaya yelteniyorum.. “Çıkarma .çıkarma” diyorlar ki en gıcık olduğum olaylardan biridir. Görgüsüzler dedim, bir de garson tutmuşlar, oturduğu yerden hoş geldin diyorlar. Kızların altında 5 punto ayakkabılar, üstünde bol bluzlar,  gayet ciks kıyafetlerle ellerinde içki bardakları salım salım salınarak huzuruma çıktılar. Saçlar yapılmış, makyajlar okey, gözler de hafif şaşılaşmış içkiden. “Çok şükür gelebildin” fırçalarının ardından , ev sahibi arkadaş çocuğa “ıslak mendil ver hanfendiye ayakkabıları için” diyor. “Yok canım” diyorum,” ne münasebet,  ben köpek bokuna bastığım ayakkabıyla eve girmem”. deyince "Sen bilirsin" deyip,  bana banyo terliğine benzeyen mavi bir terlik veriyorlar. Ben tam bir kromançe oluyorum. Gözüm ayakta el pençe divan duran garson çocukta. Dört oda bir salon ev;  salon bizim salonun abartısız üç misli. Değişik objeler, ışıklar,  içkiler,  müzik  ve ayakta dikilip gözlerime bakan garson! “Ne içersiniz efendim”. Bu "efendim" lafından da hiç haz etmem. “Estağfurullah,  ben alırım,” deyince ev sahibi olacak adam  “Aaa , olur mu,  biz onu bu iş için tuttuk; onun işi o,  bırak doldursun” deyince nasıl utanıyorum, nasıl eziliyorum. Bir şey anlatmaya başlıyorum arkadaşlara ancak garsonu tanımadığım için haliyle rahat konuşamıyorum. Kaş göz işaretiyle kızlardan birine “ya,  kızım,  çocuk gözlerime bakıyor, lokmalarımı sayıyor sanki ben rahat edemiyorum" der demez,  daha lafımı bitirmeden ukala bir ses tonuyla, “Garsooonn, içeride dur sen , bir süre mutfakta bekle, kadın senden rahatsız olmuş, biz çağırınca gelirsin”  demez mi.” " Hay Allah cezanı vermesin, sarı kafa! Sus, ayıp!” falan derken,  o, garsonun duyacağı şekilde  “Aman kızım,  ne olacak, parasını veriyoruz, yapsın görevini”  demez mi. Ben utancımdan nereye saklanacağımı bilemiyorum" Ayıp ya, günah çocuğa, neden böyle eziyorsunuz"  dememe rağmen o sanki inatla, “Garsooon, dur gitme, hanımefendiye bir tekila ver, öyle git”  diyor. 

“Tabii efendim”, deyip,  tekila sut servisimi yapıyor çocuk. Huzursuzluğum geçsin diye üç tane tekilayı içtikten sonra partidekilere "ee, sen nasılsın,  ise devam mı ?" gibi gayet sıradan sorular sorup,  gerginliği dağıtmaya çalışıyorum.  Ama aklım hala garsonda; acıyorum, içim sızlıyor. Kim bilir hangi köyden geldi, ailesine para gönderiyordur böyle zengin, şımarık insanların evinde  çalışarak diye düşünüyorum. Ev sahibi eline eşşek zki. kadar bir puro almış, bacak bacak üstüne atmış, kalkılarak oturuyor karşımda. “Garsooonn” diyor.  Eyvah diyorum, yine bir bomba patlatacak bu adam, çocuk yine rencide olacak

“Gel gel,  bak hanfendi seni çok beğenmiş" .  Ben  "yuh artık, şımarıklığın böylesi"  derken, çocuk bozulmasın diye ağzımı zoraki gere gere gülümsüyorum. (Böylece daha da çirkin oluyorum. “Çok yakışıklısın sen, neresi memleket?“ filan diyerek,  ortamı yumuşatmaya çalışıyorum ama hala partiye konsantre olamadım. Çocuk onun halinden anlayan birine rastlamanın mutluluğuyla” Ağrı” diyor.




İki tane zibidi kız “Ağrı nerdeydi lan, Güneydoğu da mı, Doğuda mı?”  diye şuh kahkahalar atarak, elindeki şarap kadehini dökmemek için bir de ellerini  yukarı kaldırıyorlar; gözümde daha da gıcık oluyorlar. Çocuk alı al moru mor, elleri öyle ortada kalıyor ne yapacağını bilmez bir şekilde.”Sen coğrafya okumadın mı, kaç yaşına gelmişsin bilmiyor musun Ağrı'nın nerede olduğunu, Nişantaşı'ndaki barları sorsam hepsini bilirsin ama” diyerek kızı terslediğimi düşünüyorum. Kız hiç bozulmuyor  bile,  aksine bir de çocuğa “Senin pasaportun var mı garsoooon” dıye şımarkça  soruyor . Çocuk da utana sıkıla “yok” diyor. Arkadaki züppe de “ahahaha, hadi lan, yoksa hiç yurt dışına çıkmadın mı sen?"  diyor,  kazma dişlerini göstere göstere. Ben de “Ee benim var da ne oldu,  yıllarca uçak korkusundan her yere otobüsle gittim” diyorum garsondan tarafta olduğumu  belirtmeye çalışarak.
 “Ahah aha aha.. bir tek İstanbul' la Ağrı'yı mı gördün yoksa sen ” diye devam ediyor kazma dişli.  Çocuğun ayağına basıyorum  mavi tuvalet terliklerimle. “Kendine gel, terbiyesiz” diyorum.. O da yüksek sesle, “Bak A. Hanım çok rahatsız oldu, sen içeri git istersen” diyor.

“Lütfen,  gel yanıma otur, ben onun ayakta durmasını istemiyorum” diyorum.
Garson bir ev sahibine bir bana bakarak ortada kalmışlığın huzursuzluğuyla iyice geriliyor.

“ Yuh artık , kadeh tokuştur  bari garson bey” diyor  züppe ev sahibi ağzındaki purodan derin bir nefes alarak. (İnşallah boğazına kaçar o puro da geberir diye dua ediyorum, tutmuyor)  “Tokuştururum “diyorum ben de. “Lütfen  kendine bir içki koy, bir tane da bana”. “Olur mu hanfendi,  ben çalışıyorum “diyor ev sahibine bakarak. Ev sahibi adam “İyice yüz veriyorsun şu alt tabakaya “ deyince,  yuh artık terbiyesizleşti diye geçiriyorum  içimden. Elim ayağım titremeye , yüzüm iyice kızarmaya başlıyor. Çocukla dalga geçtikleri her cümlede ben ondan beter oluyorum. Garson çocuk mutfağa gidiyor. Sesimi duymasın diye kısık kısık “napıyorsunuz siz, yaaa, delirdiniz galiba, ne içtiniz böyle, kafayı bulmuşsunuz iyice” diyorum.Umurlarında bile olmuyor; yine gereksiz kahkahalar atıyorlar. Bu gece çok gereksiz olarak 300 kahkaha atıldı.

Ben kısık sesle konuştukça, onlar bilakis çocuk duysun diye, “ay, nolacak,  onlar alışık böyle partilere, para kazanıyorlar işte ” deyince. "Başlıcam paranıza heee, zengin olduğunuzu göstermek için garson tutmuşsunuz,  sürekli küçük düşürüyorsunuz , bu mi sizin eğlence anlayışınız diyorum".
 "Aman ya, amma da taktın garsona!  Al,  bu gece evine götür bari"  deyip, çocuğun duyacağı şekilde böğürüyorlar  resmen.
Ben konu dağılsın diye dj lik yapmaya başlıyorum,  yeter ki  ortam yumuşasın,  bu kafayı bulanlar garsonla uğraşmaktan vazgeçsin diye, dikkatlerini çekecek her konuda konuşmaya başlıyorum.. Şımarık ev sahibi gözlerini süze süze “ garsoon, “ şu birayı versene” diyor , masanın sadece bir kaç karış uzaktaki kısmından  (İnşallah ağzına burnuna döker o birayı da rahatlar) 
En sonunda ev sahibi, garson  çocuğu kırdığını anlamış olacak ki  insafa geliyor.. “Gel canım gel,  biz şaka yapıyoruz sana, darılmadın değil mi”  deyince garson çocuk en masum haliyle gülümsüyor. Nasıl da seviniyorum ( Ohh,  tamam, her şey düzeldi) “Gel gel,  yanıma otur,   katıl bize, sen de eğlen” diyor.
Çocuk inanamıyor duyduklarına. Kibarca portakal rengi koltuğa otururken ev sahibi olacak o pislik,  koltuğu çekiyor ve garson paldır küldür yere yapışıyor. Aman Ya Rabbim!  Çocuk bitti  derken garson çocuk ayağa kalkıyor. Kibarlığından taviz vermeden, papyonu çekip yere atıyor.
“Bu ne yaa, “üç be ş kuruş vereceksiniz diye bu yaptığınız  terbiyesizlik nedir, alın paranız da sizin olsun”  deyince benim gözlerde yaşlar ön saflardaki yerini almaya başlıyor  Ohaa ya,  diyorum;  çocuk kapıya doğru yöneliyor. Sarışın gıcık hatun “Ay, dur,  paranı al da git A... var mı üstünde 50 TL , ver çocuğa parasını alsın da öyle gitsin" diyor. Garson " istemiyorum paranızı sizin” diyor. Çantamı aldım ,sinirle kalktım ve onlara dönüp “Sizin bu kadar iğrenç ve görgüsüz olduğunuzu bilmiyordum, gerçekten çok aşağılık insanlarmışsınız,  Buraya ne zor şartlarla geldiğimi biliyorsunuz, bunu göstermek için miydi tüm çabanız"  deyip,  garsonun peşinden koşuyorum. Apartmanın kapısında elinden tutuyorum onun " sakın üzülme, gel bir yerde oturup dertleşelim ama sen ısmarlayacaksın bak,  ha” diyorum  o Türk filmlerindeki zengin yaşlı çok bilmiş kadınlar gibi. Arkamdan kapı açılıyor;  ev  sahibi. Baktım garson gülümsüyor. “Yaaa,  girin içeri “diyor gülümseyerek. Ben garsonu sahiplendim ya yedirmeyeceğim onlara. Kolunu sımsıkı tutup “Sen eğlenmene bak,  pis züppe , biz gerçekten eğlenmeye gidiyoruz.” dedim. Baktım içerideki misafirler kapıda hep beraber gülüyorlar. “Kızım nereye götürüyorsun kardeşimi, bizde kalacak o bu gece.” dedi ev sahibi.
???
???
“Ne,  nasıl yani?” dedim salak salak bakarak. “Kızım,  şaka yaptık ya, sana sürprizimiz var dedik ya, işte buydu. Bu garson marson değil, benim kardeşim". “Ağrı'lı filan değil mi? “dedim, gecenin en aptalca sorusunu sorarak. Bu sefer kahkahayla gülmeye başladılar.Garson da hayır anlamında  başını sallıyor. Ben hala çok kızgınım, çok üzgünüm garson için;  hepsinin bir oyun olduğunu kabullenemiyorum. Kalbim hala hızlı atıyor, hala çok sinirliyim.  “Yaa kızım,  gir içeri , şakaydı " deyince. "Bırakın beni ağlayacağım, çok sinirlendim. Gerçekten çok iğrençsiniz, şimdi daha da kızdım size, bu sinirim ve nefretim bir iki saatte geçmez” dedim. Sakinleşmem toparlanmam lazımdı; bana güçlü kuvvetli bir absent verdiler.






 Hala ağlamak istiyordum, hala garson çocuğu ev sahibinin kardeşi olarak düşünemiyordum. "Ya kızım, sen böyle şeyleri yemezdin, bu kadar mı safsın" diyor birisi, öbürü kendini kanepeden yerlere atıyor şaşkın salak suratıma bakarak ” Ya pisliksiniz çok pislik! Bu kadar mı güzel oynanır bir oyun” dedim. Şimdi ne yapayım? Garsonu döveyim mi, yoksa bir abla şefkatiyle seveyim mi?  Üzerine o kimliği o kadar çok uydurmuştu ki, gecenin devamında garson olarak görüyordum hala onu.
Siz siz olun  başkasına yapmaya kalkmayın bu şakayı,  hele benim gibi yufka yürekli,  saf birine:P

Yatağıma uzandığımda içim absentten alev alev yanıyordu; Dünyada neler neler oluyor beaah, ama olsun hayat bazen güzel,  baksana , Nişantaşı”ndan Bostancı”ya yirmi dakikada geldim. Daha ne olsun. Hem de Cumartesi gecesi...