Tam bir sene önce
Makedonya seyahatinde tanıştiğim bir grupla tekrar görüşmeye karar verdik. Karı
koca evlerinde bir parti veriyorlar. Kesinlikle katılıyorum dedim. Ben ne zaman
birine söz versem strese girerim. Ya o gün geldiğinde görüşemezsek,
başıma bir iş gelir, hastalanırım da ya gidemezsem, ya da trafik tıkanır ben
yollarda sabaha kadar kalırsam diye mideme ayrı başıma ayrı ağrılar girer. En
stresli iştir birilerine söz vermek, plan yapmak. Ben tatile giderken bile bir gün önceden plan yapan biriyim. Hatta iş yerine söylemeye mecbur olmasam, gittikten
sonra arayıp "ben bu hafta yokum" demek gelir içimden. Zaten en erken Cuma sabahı
söylerim izne çıkacağımı. Hatta bazen gidecegim yere karar veremediğim ya da
yer bulamadığım için Pazartesi işe geri
döndüğüm çok olmuştur.
Neyse, gelelim home partiye. Nişantaşı”na yakın bir yerde. Öğleden sonra ailevi bir olayla ilgili sıkıcı bir haber geldi. Evdekilerin yanında oturup onlarla olmam
lazım. Kesinlikle parti ortamına gidecek durum değil yani. Onlar orada üzülsün, ben "hadi siz üzülün ama verilmiş bir parti sözüm var" demek olmaz. İnsanlar saat sekizde buluşacaklardı parti evinde.
Saat 8.30 da
telefonum çalmaya ,mesajlar gelmeye basladı. “Hadi gel, bak bu saatte köprü rahattır, hiç gelemezsin sonra”
filan falan diye beni kandırmaya çalışıyorlar . Ben ne telefonlara ne mesajlara cevap veriyorum. Saat dokuz oldu, yirmi tane mesaj ve çağrı. Onlara ailevi bir durum olduğunu, gelemeyeceğimi söylemenin nasıl stres verdiğini biliyor musunuz. Yüzüm kızarmaya, ateş basmaya başlıyor. La havle çekip duruyorum. En sonunda toplu mesajlarla beni taciz eden arkadaşlara, “ailevi bir durum var, evden çıkacak gibi
değilim, utancımdan telefonlarınıza çıkamıyorum; ne olur beni affedin, bir
dahaki hafta bana gelirsiniz, güzel bir parti yaparız” diyorum. Aman efendim, sen misin bunu diyen. Çekirge sürüsü gibi hepsi bir yerden saldırıyor. Biri iş telefonumdan biri kendi cebimden biri mesajlarla lafları geçirdikçe geçiriyor. “Yuuh sana, insan
sözünde durur be, kaç haftadır herkese uysun diye uğraşıyoruz, saat dokuz olmuş ve sen bize bunu şimdi söylüyorsun” .” Ben
siliyorum seni” dedi diğer çocuk,” ya , ne olur yeterince eziliyorum zaten
utancımdan, yapmayın , etmeyin” dedim.. Ailem üzgünken nasıl partiye gidiyorum derim. Çözüm anında hazır,” bir arkadaşıma acil kan vermeye gidiyorum de, çık gel” dedi
biri. Öbürü de “açık açık söyle” dedi.” Söz vermiştin ama, söz “ dedi biri .
Tahminen yirmi dakika boyunca tüm hakaretlere maruz kaldıktan sonra,” geliyorum
a.k.” yazdım. Kızın biri de adımın soyadımın baş harflerini yazdığımı sanmış; kibarcığım...
Neyse bin bir
yalanla büyük kurtarıcı kombinasyonum olan kot pantolonum ve siyah kazağımı giyerek, fırlıyorum evden. Bir taksi bir dolmuş tekrar bir taksiyle
parti evine varıyorum.. Ellerim bomboş, içki alacak vaktim bile olmadı; rezil durum
yani. Kapıyı çalıyorum. Salon dolu, ama kapıyı açanı tanımıyorum. ”Merhaba” diyorum. “ Hoş geldiniz efendim,çantanızı alayım” diyor beyaz gömlekli, siyah pantolonlu, siyah papyonlu çocuk. Hoppala!.. Ne efendisi, ne çantayı alması, nereye
geldim ben. “Yok canım,
zahmet olur, ne gerek var” diyorum. İçeriden “Ooo, hoş geldin, hayırsız arkadaş! Saat on! Yuh beee” sesleriyle tam tahmin ettiğim gibi kibarca! karşılanıyorum. Ayakkabılarımı çıkarmaya yelteniyorum.. “Çıkarma .çıkarma” diyorlar ki en gıcık olduğum
olaylardan biridir. Görgüsüzler dedim, bir de garson tutmuşlar, oturduğu yerden
hoş geldin diyorlar. Kızların altında 5 punto ayakkabılar, üstünde bol bluzlar, gayet ciks kıyafetlerle
ellerinde içki bardakları salım salım salınarak huzuruma çıktılar. Saçlar
yapılmış, makyajlar okey, gözler de hafif şaşılaşmış içkiden. “Çok şükür
gelebildin” fırçalarının ardından , ev sahibi arkadaş çocuğa “ıslak mendil ver hanfendiye
ayakkabıları için” diyor. “Yok canım” diyorum,” ne münasebet, ben köpek bokuna bastığım ayakkabıyla eve
girmem”. deyince "Sen bilirsin" deyip, bana banyo terliğine benzeyen mavi bir terlik
veriyorlar. Ben tam bir kromançe oluyorum. Gözüm ayakta el pençe divan
duran garson çocukta. Dört oda bir salon ev; salon bizim salonun abartısız üç
misli. Değişik objeler, ışıklar, içkiler, müzik ve ayakta dikilip gözlerime
bakan garson! “Ne içersiniz efendim”. Bu "efendim" lafından da hiç haz etmem. “Estağfurullah,
ben alırım,” deyince ev sahibi olacak adam “Aaa , olur mu, biz onu bu iş için
tuttuk; onun işi o, bırak doldursun” deyince
nasıl utanıyorum, nasıl eziliyorum. Bir şey anlatmaya başlıyorum arkadaşlara ancak garsonu tanımadığım için haliyle rahat konuşamıyorum. Kaş göz işaretiyle
kızlardan birine “ya, kızım, çocuk gözlerime bakıyor, lokmalarımı sayıyor
sanki ben rahat edemiyorum" der demez, daha lafımı bitirmeden ukala bir ses
tonuyla, “Garsooonn, içeride dur sen , bir süre mutfakta bekle, kadın senden rahatsız
olmuş, biz çağırınca gelirsin” demez mi.” " Hay Allah cezanı vermesin, sarı kafa! Sus, ayıp!” falan derken,
o, garsonun duyacağı şekilde “Aman kızım, ne olacak, parasını veriyoruz, yapsın görevini” demez mi. Ben utancımdan nereye saklanacağımı bilemiyorum" Ayıp ya, günah çocuğa, neden böyle eziyorsunuz" dememe
rağmen o sanki inatla, “Garsooon, dur gitme, hanımefendiye bir tekila ver, öyle
git” diyor.
“Tabii efendim”,
deyip, tekila sut servisimi yapıyor çocuk.
Huzursuzluğum geçsin diye üç tane tekilayı içtikten sonra partidekilere "ee, sen nasılsın, ise devam mı ?" gibi gayet sıradan sorular sorup, gerginliği dağıtmaya çalışıyorum. Ama aklım hala garsonda; acıyorum,
içim sızlıyor. Kim bilir hangi köyden geldi, ailesine para gönderiyordur böyle
zengin, şımarık insanların evinde çalışarak diye düşünüyorum. Ev sahibi eline
eşşek zki. kadar bir puro almış, bacak bacak üstüne atmış, kalkılarak oturuyor karşımda. “Garsooonn” diyor. Eyvah diyorum, yine bir
bomba patlatacak bu adam, çocuk yine rencide olacak
“Gel gel, bak hanfendi seni çok beğenmiş" . Ben "yuh artık, şımarıklığın böylesi" derken,
çocuk bozulmasın diye ağzımı zoraki gere gere gülümsüyorum. (Böylece daha da çirkin
oluyorum. “Çok yakışıklısın sen, neresi memleket?“ filan diyerek, ortamı yumuşatmaya çalışıyorum ama hala partiye
konsantre olamadım. Çocuk onun halinden anlayan birine rastlamanın mutluluğuyla”
Ağrı” diyor.
İki tane zibidi
kız “Ağrı nerdeydi lan, Güneydoğu da mı, Doğuda mı?” diye şuh kahkahalar atarak, elindeki şarap kadehini dökmemek için bir de ellerini
yukarı kaldırıyorlar; gözümde daha da gıcık oluyorlar. Çocuk alı al moru mor, elleri öyle ortada
kalıyor ne yapacağını bilmez bir şekilde.”Sen coğrafya okumadın mı, kaç yaşına
gelmişsin bilmiyor musun Ağrı'nın nerede olduğunu, Nişantaşı'ndaki barları
sorsam hepsini bilirsin ama” diyerek kızı terslediğimi düşünüyorum. Kız hiç bozulmuyor bile, aksine bir de çocuğa “Senin pasaportun var mı
garsoooon” dıye şımarkça soruyor . Çocuk da utana sıkıla “yok” diyor. Arkadaki
züppe de “ahahaha, hadi lan, yoksa hiç
yurt dışına çıkmadın mı sen?" diyor, kazma dişlerini göstere göstere. Ben de “Ee
benim var da ne oldu, yıllarca uçak
korkusundan her yere otobüsle gittim” diyorum garsondan tarafta olduğumu belirtmeye çalışarak.
“Ahah aha aha.. bir tek İstanbul' la Ağrı'yı mı
gördün yoksa sen ” diye devam ediyor kazma dişli. Çocuğun ayağına basıyorum mavi tuvalet
terliklerimle. “Kendine gel, terbiyesiz” diyorum.. O da yüksek sesle, “Bak A. Hanım
çok rahatsız oldu, sen içeri git istersen” diyor.
“Lütfen, gel yanıma otur, ben onun
ayakta durmasını istemiyorum” diyorum.
Garson bir ev sahibine bir bana bakarak ortada kalmışlığın huzursuzluğuyla iyice geriliyor.
“ Yuh artık ,
kadeh tokuştur bari garson bey” diyor züppe ev sahibi ağzındaki purodan derin bir nefes
alarak. (İnşallah boğazına kaçar o puro da geberir diye dua ediyorum, tutmuyor) “Tokuştururum
“diyorum ben de. “Lütfen kendine bir içki
koy, bir tane da bana”. “Olur mu hanfendi, ben çalışıyorum “diyor ev sahibine bakarak. Ev
sahibi adam “İyice yüz veriyorsun şu alt tabakaya “ deyince, yuh artık terbiyesizleşti diye geçiriyorum içimden. Elim ayağım titremeye , yüzüm iyice kızarmaya başlıyor. Çocukla dalga
geçtikleri her cümlede ben ondan beter oluyorum. Garson çocuk mutfağa gidiyor.
Sesimi duymasın diye kısık kısık “napıyorsunuz siz, yaaa, delirdiniz galiba, ne içtiniz böyle, kafayı bulmuşsunuz iyice” diyorum.Umurlarında bile olmuyor; yine gereksiz kahkahalar atıyorlar. Bu gece çok gereksiz olarak 300 kahkaha atıldı.
Ben kısık sesle konuştukça, onlar bilakis çocuk duysun diye, “ay,
nolacak, onlar alışık böyle partilere, para kazanıyorlar işte ” deyince. "Başlıcam paranıza
heee, zengin olduğunuzu göstermek için garson tutmuşsunuz, sürekli küçük
düşürüyorsunuz , bu mi sizin eğlence anlayışınız diyorum".
"Aman ya, amma da taktın garsona! Al, bu gece evine götür bari" deyip, çocuğun duyacağı şekilde böğürüyorlar resmen.
"Aman ya, amma da taktın garsona! Al, bu gece evine götür bari" deyip, çocuğun duyacağı şekilde böğürüyorlar resmen.
Ben konu dağılsın
diye dj lik yapmaya başlıyorum, yeter ki ortam yumuşasın, bu kafayı bulanlar garsonla uğraşmaktan
vazgeçsin diye, dikkatlerini çekecek her konuda konuşmaya başlıyorum.. Şımarık ev
sahibi gözlerini süze süze “ garsoon, “ şu birayı versene” diyor , masanın
sadece bir kaç karış uzaktaki kısmından (İnşallah ağzına burnuna döker o birayı da
rahatlar)
En sonunda ev
sahibi, garson çocuğu kırdığını anlamış olacak ki insafa geliyor.. “Gel canım gel, biz şaka yapıyoruz sana, darılmadın değil mi” deyince garson çocuk en masum haliyle gülümsüyor.
Nasıl da seviniyorum ( Ohh, tamam, her şey düzeldi) “Gel gel, yanıma otur, katıl bize, sen de eğlen” diyor.
Çocuk inanamıyor duyduklarına. Kibarca portakal rengi koltuğa otururken ev sahibi olacak o pislik, koltuğu çekiyor ve garson paldır küldür yere yapışıyor. Aman Ya Rabbim! Çocuk bitti derken garson çocuk ayağa kalkıyor. Kibarlığından taviz vermeden, papyonu çekip yere atıyor.
Çocuk inanamıyor duyduklarına. Kibarca portakal rengi koltuğa otururken ev sahibi olacak o pislik, koltuğu çekiyor ve garson paldır küldür yere yapışıyor. Aman Ya Rabbim! Çocuk bitti derken garson çocuk ayağa kalkıyor. Kibarlığından taviz vermeden, papyonu çekip yere atıyor.
“Bu ne yaa, “üç be ş kuruş vereceksiniz diye bu
yaptığınız terbiyesizlik nedir, alın
paranız da sizin olsun” deyince benim gözlerde
yaşlar ön saflardaki yerini almaya başlıyor Ohaa ya, diyorum; çocuk kapıya doğru
yöneliyor. Sarışın gıcık hatun “Ay, dur, paranı al da git A... var mı üstünde 50
TL , ver çocuğa parasını alsın da öyle gitsin" diyor. Garson " istemiyorum paranızı sizin” diyor. Çantamı aldım ,sinirle kalktım
ve onlara dönüp “Sizin bu kadar iğrenç ve görgüsüz olduğunuzu bilmiyordum, gerçekten
çok aşağılık insanlarmışsınız, Buraya
ne zor şartlarla geldiğimi biliyorsunuz, bunu göstermek için miydi tüm çabanız" deyip, garsonun peşinden koşuyorum. Apartmanın kapısında elinden tutuyorum onun " sakın üzülme, gel bir yerde oturup
dertleşelim ama sen ısmarlayacaksın bak, ha” diyorum o Türk filmlerindeki zengin yaşlı çok bilmiş
kadınlar gibi. Arkamdan kapı açılıyor; ev
sahibi. Baktım garson gülümsüyor. “Yaaa, girin içeri “diyor gülümseyerek. Ben garsonu sahiplendim ya yedirmeyeceğim onlara. Kolunu sımsıkı tutup “Sen eğlenmene bak, pis züppe , biz gerçekten eğlenmeye gidiyoruz.” dedim. Baktım içerideki misafirler kapıda hep
beraber gülüyorlar. “Kızım nereye götürüyorsun kardeşimi, bizde kalacak o bu
gece.” dedi ev sahibi.
???
???
“Ne, nasıl yani?” dedim salak salak bakarak. “Kızım,
şaka yaptık ya, sana sürprizimiz var
dedik ya, işte buydu. Bu garson marson değil,
benim kardeşim". “Ağrı'lı filan değil mi? “dedim, gecenin en aptalca sorusunu
sorarak. Bu sefer kahkahayla gülmeye başladılar.Garson da hayır anlamında başını sallıyor.
Ben hala çok kızgınım, çok üzgünüm garson için; hepsinin bir oyun olduğunu kabullenemiyorum. Kalbim hala hızlı atıyor, hala çok sinirliyim. “Yaa kızım, gir içeri , şakaydı " deyince. "Bırakın beni ağlayacağım, çok sinirlendim. Gerçekten
çok iğrençsiniz, şimdi daha da kızdım size, bu sinirim ve nefretim bir iki
saatte geçmez” dedim. Sakinleşmem
toparlanmam lazımdı; bana güçlü kuvvetli bir absent verdiler.
Hala ağlamak
istiyordum, hala garson çocuğu ev sahibinin kardeşi olarak düşünemiyordum. "Ya
kızım, sen böyle şeyleri yemezdin, bu kadar mı safsın" diyor birisi, öbürü kendini kanepeden yerlere atıyor şaşkın salak suratıma bakarak ” Ya pisliksiniz
çok pislik! Bu kadar mı güzel oynanır
bir oyun” dedim. Şimdi ne yapayım? Garsonu döveyim mi, yoksa bir abla şefkatiyle
seveyim mi? Üzerine o kimliği o kadar çok uydurmuştu ki, gecenin devamında garson olarak görüyordum hala onu.
Siz siz olun başkasına yapmaya kalkmayın bu şakayı, hele benim gibi yufka yürekli, saf birine:P
Yatağıma
uzandığımda içim absentten alev alev yanıyordu; Dünyada neler neler oluyor beaah,
ama olsun hayat bazen güzel, baksana , Nişantaşı”ndan
Bostancı”ya yirmi dakikada geldim. Daha ne olsun. Hem de Cumartesi gecesi...