30 Temmuz 2010 Cuma

SEN ŞİMDİ GİDİYORSUN YA...



Şimdi sen gidiyorsun ya..


Mevsim hep sonbahar olacak, ben sadece geceleri yaşayacağım ve yoksunluğundan kaçmak için yatağıma ve uykuya sığınacağım

Gibi şeyler yazacağım zannettin değil mi...

Yok vallahi! Sen şimdi gidiyorsun ya; ben hiç manikür pedikür yaptırmayacağım, çatlak topuklarımla köylü karıları gibi gezeceğim , gezerken de çatur çutur sesler çıkacak topuklarımdan,

Sen şimdi gidiyorsun ya; oh be saçıma bi kalem sokup rahat rahat gezeceğim. Fön falan yok, her gün yıkama derdi yok. Ohhh. Tepeden bir tane Gülriz Sururi mandalı takıp balkonda çamaşırları yamuk yumuk asacağım.

Sen şimdi gittin ya; Yatakta gerim gerim gerile gerile yatacağım. Horlayacak mıyım stresine girmeyeceğim , sabah koşa koşa diş fırçalamaya gitmeyeceğim, hatta bütün gün dişlerimi fırçalamadan gezeceğim.
Sen şimdi gittin ya; Hemen penye çamaşırlarımı çiçekli pijamaları giyeceğim, göt arasına kaçan kilotlardan da fenalık geldi zaten. Annem almıştı şurda bir yerde olacak beş tanesi 5 milyona. Bir süre iç çamaşırı parası vermem o paralarla tatile bil giderim ben bee,,

Sen şimdi gidiyorsun ya; makyaj falan da yapmam cildim biraz rahatlar. Maske falan yaparım evde, gözlerim yüzüm dinlenir. Boyanacağım diye helak oluyordum ya, o neydi öylleee

Sen şimdi gittin ya; fosur fosur uyurum sabahları, yatağına kahve getireceğim diye maymunluk yapmama gerek kalmadı. Annem hazırlıyor kahvaltımı zaten sonra da beni uyandırıyor. Sandalyede bacaklarımı kıçımın altına toplayıp, ağzımı şapırdata şapırdata yiyiyorum, hatta konuşurken de açıyorum ağzımı .Annem hayatta kızmaz bana

Sen şimdi gittin ya; Ben bütün kız arkadaşlarımı çağırıp evde içip içip dedikodu yapacağız, senin ve hemcinslerinin öküzlüklerinden bahsedeceğiz, bayılana kadar güleceğiz.

Sen şimdi gittin ya, Ben güzel bir tatile çıkarım artık, en açık bikinimi de giyerim, nasıl olsa karışan yok.

Sen şimdi gittin ya ; hiç uğraşmam öyle italyan yemekleriyle, mantıyla falan, alırım koca bi pizza, yanına da şarap oohh yatakta yiyip yiyip içerim. Sonra da alırım bilgisayarımı kucağıma eski sevgililerimle flört ederim.

Sen şimdi gittin ya; Çoktandır gitmediğim teyzeme, halama , apartmandaki yaşlı teyzelere kahve içmeye gideceğim, onların anılarını dinlerim.

Sen şimdi yoksun ya ; ben hayatta alışveriş yapmam. Bir kot, bir tişört ohhh rahat rahat turlarım bağdat caddesinde.

Sen şimdi gittin ya; kıllarımı falan da almam ben. Kaşlarımda uzasın Frida gibi anasını satayım.

Sen şimdi gittin ya ..

O kıza kendini ispat etmek için debelenip duruyorsundur, herkese anlattığın hayatındaki en komik olayları tekrar baştan, aynı heyecanla ona anlatıyorsundur. Ben böyleyim, ben şöyle bir insanım diye başlayan cümleler kuruyorsundur. Siyasetçilere bok atıp, dünyada yaşayan tek canlı senmişsin gibi anlatıyor da anlatıyorsundur. O da salak gibi dinliyordur. Eskiden şöyle salak bir sevgilim vardı, böyle çatlak bir sevgilim vardı, eskiden bi kız vardı beni çok istedi ama ben ısınamadım falan diye bütün sevgililierini anlatıyorsundur. Sonra da ben eskiden bahsetmeyi sevmem diyorsundur. Bunları derken de seksenbeşinci kadehini içiyorsundur. Türkiyede ki sisteme , insanların kabalığına , trafik sıkışıklığına verip veriştiriyorsundur. Sonra da her zaman yaptığın gibi mutfağa girip , hiç yemeyeceğim yemeklerden 4 çeşit yapıp, oturup televizyon kumandasıyla oynuyorsundur. *Hadi yatalım, hadi sevişelim* deyip geceyi berbat ediyorsundur.

Sen şimdi gittin ya sabaha kadar horul horul horlarsın , kuşunu da kaldıramazsın diye nasıl dua ediyorum bilemezsin.

Sen şimdi gittin ya , yoksun ya; yokluğunu hissetmek, senin ne yaptığını düşünmek ne kadar ne kadar..........ne kadar..... K O M İ K ..olur değil mi??

27 Temmuz 2010 Salı

BETTY BLUE







Kocaman perde; beyaz tenli dolgun vücutlu Betty (Beatrice Dalle ) ve Zorg”un (Jean Jacgues Beineix) birbirlerinden hiç ayrılmayacaklarmış gibi seviştikleri sahne ile başlar. Ama ne sevişme! Salondaki herkes sus pus. Nefes alışları duyuyorum. Çıt yok. Zaman durdu. Karyola gıcırtısı . Beatrice “in dolgun kalçalarının bir aşağı bir yukarı kıvrılması. İniltileri. Ha bitti ha bitecek diye beklerken neredeyse beş dakika asılı kaldık o sahnede, Yanaklarım kızardı utancımdan. Gittiğim üçüncü ya da beşinci filmdi. O zaman için epey cüretkar bir sahneydi. Hatta sonradan porno diye hevesle seyretmeye gidenler oldu.

Hayır, Betty Blue erotik bir film değildi. Aşk filmi de değildi. Aşk filmi gibi gözükse de gizliden gizliye gözlemlediğiniz ; hayata , onun kurallarına hastalık derecesinde karşı olan Betty”nin yaşam mücadelesini görürsünüz. Sevdiği adama saplantılı halde bağlanan Betty’in bir erkeği nasıl çıkarsızca, hesapsızca, tutkuyla sevmesinin filmiydi.
Kuralların önüne geçmeye çalışan, tepki gösteren, asla teslim olmayan Betty”nin; saçlarıyla , kıyafetiyle düzene karşı çıkan gösterişçi insanlardan farklı bir başkaldırısıydı filmdeki.

Betty, aslında tutkuya aşıktır. Tutku için yaşıyor ve emek verdiği her şeye tutkuyla bağlanıyor. Sıradan sevmiyor Betty. Her şeyiyle seviyor Ve tutkusunun önünde duran her şeyi silip yok edebiliyor.

Aşık olduğu adamın aşık olunamayacak yönlerini görmemiştir , görmek istememiştir. O kafasında yarattığı sevdiği adama bağlıdır. Sevdiği adama hayran olmak ister ki bu duyguyu çok iyi bilirim . Herkes bunu görsün istersin, onlar da fark etsin istersin.

Zorg boş zamanlarında yazı yazmaktadır. Betty nin de zoruyla bunları yayınevine yollar. Aşağılayıcı yorumları gören Betty gidip adamın yüzünü çizer. İşte bu noktada sevdiği kadının çıldırdığını fark eder Zorg. Betty kişilik bozukluğu olan, inişler çıkışlar yaşayan, melankolik bir kadındır. Ancak Zorg”un buradaki tutumu; asla ona neden nasıl diye sormaması, yaptıklarına kesinlikle bir tepki göstermemesidir.

O en mutlu anlarında bile her an kopacakmış bir iplik gibi asılıdır hayata. Mutluyken bile en ufak bir sevgisizlik belirtisi kendine zarar vermesine kadar götürür onu. Saplantılıdır evet .

Çocuğunun olmasını isterken negatif test sonucunu aldığında, eve gelip bütün bebek kıyafetlerini kesip çöpe atması,saçlarını kırpması ,yüzünde renkleri birbirine karışmış makyajıyla masada beklemesi zaten her şeyi belli eder.

Sevdiği adamı iyi bir yazar yapmak için kendini feda eder. Sevgilisi yücelirken o sönmeye, hayatın içinde gitgide kaybolmaya başlar. Sonunda Betty sevgisini tek gözünü oyarak ispat eder. Onu bu hastalıktan kurtarmanın yolu var mıdır?

Betty”nin huzura kavuşmasının tek yolu vardır artık. Zorg bunu kendi elleriyle yapar, Betty ancak öldüresiye sevdiği adamın onu öldürmesiyle huzura kavuşur. Filmin sonunda Zorg”un iç yakan görüntüsü gelir. Bir yandan onun özlemiyle yanarken bir yandan da akıllara şu soruyu getirir. “Sevdiğin kadını onun mutluluğu için öldürür müsün ?...”

Bu filmi çok saçma bulanlara hak veriyorum. Hatta iğrenç diyenlere de . Ancak tutkuyla yaşayabilenler ve o olmadığında kendini bitki gibi hisseden insanlar anlayabilirler BettyBlue”yu. Diğerleri belki de filmin yarısında çıkar gider...

24 Temmuz 2010 Cumartesi

MIÇ MIÇ VİK VİK İLİŞKİLER

En yakın arkadaşım nişanlandı. O kadar çok sevindim ki ; çünkü onun terk ediliş sonrası bunalımlardan, gözyaşı dökmelerinden , ben yalnız öleceğim , ailem olmayacak diye sızlanmalarından ... inanın ki kendi evde kalmışlığımı unuttum. Kendisi benden üç yaş küçük bu arada. İnternetten buldu çocuğu, ondan üç yaş küçük. İşi varmış önceden ama kriz döneminde işten çıkartılmış,  dört aydır işsiz. Hal böyle olunca nereye gitseler ne yeseler içseler hesabı benim arkadaşım ödüyor. Kızın da işi gücü var , çok güzel bir muhitte oturuyor, benim gibi cazgır da değil. Erkek ne derse he der,  asla “neden öyle dedin neden böyle dedin” diye gıcıklık da yapmaz, ee sempatik de.. Ama olmadı işte, o da benim gibi ekten püften adamlarla çıktı. Bir gün ararlar beş gün aramazlar , yalan söylerler vs, vs.”. Bu çocukla çıkmaya başladıkları bir ay oldu çocuk “ailelerimizle tanışalım, ciddi bişeyler olsun” demiş. Benim kız da alışık değil ya böyle ciddi takılmalara “aaa, şey olur mu , tamam falan” demiş.
Toplam iki ay sonra parmağına yüzüğü taktı, nişanı yapıldı. Tek isteğim bir işi olsun yeter dedi. Çocuk da annesiyle oturuyor. Benim arkadaşın da çok güze bir evi yapılıyor yine çok lüks bir semtte. Kızın evi de var yani,, bundan iyisi şam da kaysı.
Bu tanışmalarından itibaren geçen dönemde ben kız arkadaşımı resmen kaybettim . Kızı ne zaman arasam nişanlısıyla. Yemeye, içmeye ,şampuan bakmaya, fotoğraf albümü seçmeye özel olarak gün ayırıyorlar. Çocuk planlar yapıyor. Böyle bildiği tüm akrabalarının evlerine gidiyorlar. Kaynının bacanağıyla, eniştesinin hala çocuğuyla falan tanıştırıyor kızı. Bizimki de kim ne derse yapıyor garibim. Baktım arkadaşım elden gidiyor , dedim “kendine gel, sen beni arayıp sormuyorsun, bi koca buldun kendini kaybettin. Nişanlanınca böyle mi olmak zorunda ?”

Ben nişanlından önce senin her derdini dinleyen, günde iki kere konuştuğun sırdaşındım. Can sıkıntısından mı beni arıyordun dediğimde, yok ya öyle değil çocuk sürekli onunla ilgilenmemi istiyor ,gittiğim her yeri ona söylememi istiyor,  söylemeyince darılıyor. Yuh dedim siz 18 yaşında mısınız ? Gelmişsiniz otuz beşlere,  liseli çocuklar bile bunu yapmaz dedim. Tam bunları konuşurken telefon çaldı. Arayan bu tabii , trafikte sıkışmış mış karnı acıkmış ne yapsaymış acaba . Kız da bir yandan bana bakıyor utana sıkıla , çocuk uzattıkça uzatıyor telefon konuşmasını , belli ki bundan önce iki üç kez aramış(. Kaç kere işediğini falan anlatmış. Yolda birden bacağına ağrı saplandığını, başının döndüğünü ,pipisini sağa mı yoksa sola mı yatırması gerektiğini anlatmış herhalde)

Telefonu kapatmadan uzun bir süre de tamam öptüm diyor kız o ordan herhalde beni seviyor musun diye soruyor tamam seviyorum diyor bu çocuk herhalde yeterli tonlamayı yakalayamadığını düşünüyor. Tekrar soruyor, kız” seviyorum” diyor. Bana da bişeyler oluyor tuvalete gitme bahanesiyle bir of çekerek kalkıyorum. Meğer kız da çok sıkılmış da söyleyemiyormuş, mıç mıç vik vik bi ilişki anlayacağınız. Biran önce evlenmeye karar verdim.  yazı falan bekleyemeyeceğim yoksa ben bu çocuğa takmaya başladım dedi. Evet dedim ben de . en doğrusu bu. Yoksa yine başıma ekşicek ; yok olmadı ,yok yalnız kaldım vss.vs.

Ya hiç aramazlar ya da böyle günde beş kere ararlar. Ben ikisinin ortasına rastlamadım. Evlen çocuk yap sonra postala gitsin dedim. Zaten bu aralar bu modaD amızlık gibi kullanacaksın erkekleri. Bunların iyisi yok ki. Olsa besleyeceğiz ama inanki bi üst, yeni modeli yok. Olsa ben bilirdim.

Evet annem de öyle dedi diyor yoluna devam ediyor....

1 Temmuz 2010 Perşembe

ANNEME PSİKİYATRA GİTTİĞİMİ SÖYLEMEYİN!


Bilmem ki siz hiç evden çıkmaya bile korkan insanlarla karşılaştınız mı, tanıştınız mı? duydunuz mu ya da ?

Biliyorsanız sorun yok,eğer bilmiyorsanız ya da saçma geliyorsa işte bunları anlatacak biri var şimdi..
Tam hesaplamadım, hesaplamak da istemiyorum ama neredeyse onüç yaşından beri,  ufak tefek başlayıp, sonra artan,  bazen azalan korkularım, ataklarım oldu.
Tek tek bunun nasıl başladığı ,nasıl geliştiğini psikiyatra anlatır gibi anlatmak size ilginç gelmeyebilir, keyfinizi kaçırabilir. Biraz daha eğlenceli hale getirmeye çalışacağım, hep yaptığım gibi...

Gençliğimin en güzel dönemleri psikolog, psikiyatrist,  bazen hocalar, bazen NLP,  bazen adını koyamadığım eğitim , öğrenim vs.  denemelerle geçti. Bir işe girmek durumundaydım. Bunların hepsi para demek çünkü. Seansı maaşımın neredeyse yarısına gelen bu görüşmeler yararlıydı evet ama mali durumumu düşündükçe daha da depresif yapıyordu beni. Ailemden kimse psikiyatriste gittiğimi bilmiyordu. Onlara bunu açıklayamazdım , çünkü gerçekten bu sorunun ya da hastalığın adını ve neden olduğunu bilmiyordum.

Bir süre aldığım bütün parayı doktorlara  ve ilaçlara verdim. Evden soruyorlardı tabii neden cebinde paran yok diye. O kadar zor bir durumda kalıyordum ki, ne yalan söyleyeceğim diye günlerce düşünüyordum. İstanbulda gittiğim psikiyatr sayısı (çeşit olarak) onbeşi bulmuştur. Kimi zaman param bittiği için,  kimi zaman gidecek halim kalmadığı için yarım bırakmak zorunda kaldım tedvimi. Herkes parasını güzel güzel harcarken , ben sadece psikologlarda,  psikiyatristlerde tüketiyordum.

Kapalı olan , camı olmayan hiçbir yerde duramam, açık denizlerde gezemem mutlaka kara parçasını görmem lazım. Bir ara sinemaya tiyatroya dahi gidemedim o kadar çok sevdiğim halde. Bu neye maloldu biliyor musunuz?  Hayata beş on yıl geç kalmama!

Hep korku hep korku. kontrol edemediğim herşey bende sıkıntı yaratır. Bulunduğum  yerin kapısının, nerden açıldığını , bir sokağın nereye çıkacağını,  bir arabanın hangi yoldan gideceğini hep önceden kafamda kurarım. Asansöre onbeş yıl boyunca hç binmedim. Önceden binerdim korkmazdım da ama korkularım hortlayınca kendimi şartlandırıp iyice uzaklaştım binmekten. ,
 Bu arada bir arkadaşım dokuzuncu kata taşınmıştı mesela, yalvarıyor gel diye,  her seferinde bir bahane uyduruyorum. Yapamam biliyorum. O kadar yükseğe çıkamam,  asansöre binemem diyemiyordum. Sırf bu yüzden arkadaşlığımız bitti. Sonradan öğrendi tabii ama çok şey geçmişti aradan.

Bunlara inanmadılar önce ..bu kadar dışa dönük,  bu kadar rahat,  sosyal bir insanın böyle korkuları olur mu diye? Ne yazık ki hepsi doğru.

Önce guatr olabilir mi diye araştırma yaptılar, ııh değil.. Sonra tiroid bezlerine baktılar. Iıh sapasağlam. şeker olabilir dediler Onda da problem yok. Kalbime baktılar .Sağlam. Ama sürekli ellerim ayaklarım titriyor, boğazıma birşey oturuyor nefes alamıyorum. Çarpıntı çarpıntı. Dudaklarım bembeyaz oluyor. Üstümden ter boşalıyor, sırtım yanıyor. Sonrasında da derin bir yorgunluk hali...Kımıldayacak gücüm kalmıyor..

Sevgilin olur" hadi sinemaya gidelim" der. Çok istersinama minicik, kapalı yer ; ya deprem olursa, ya yangın çıkarsa ya elektrikler kesilirse hiçbirşey göremezsem,  burada sıkışıp kalırsam diye düşünmekten sıkıntı basıyor. Ya ona rezil olursam ,yanında tir tir titrersem , çıkalım bana birşeyler oluyor dersem o da beni bir daha aramazsa vs..vs..

Neyse diyelim gittik. Ara verildi. Çişim geldi. Zaten heyecanlanınca sürekli tuvalete gitmek istersin ya.. Neredeyse tüm sinemaların tuvaletleri otomatik kapıdır bilirsiniz. Yani pat diye kapanır Ben giremem. Kapının arasına çöp kovası koyarım. Bu sefer alelacele tuvalete koşarım "ya biri gelirse çöp kovasını iterse,  içeride tek başıma kalırsam" diye kan ter içinde kalırım. Yanımda kardeşim veya yakın arkadaşım varsa sorun değil, onlar kapıyı hafif aralık tutuyorlar benim için. Ama diğer türlü tam bir işkence..Ya cami tuvaletlerini kullanmam lazım ya da otomatik kapılı olmayan bir tuvalet bulmam lazım...

Bazıları için yaşam zordur. Bunu ben yaptım evet ama nasıl yaptığımı bilinçli olarak bilmiyorum Deniyorum, mücadele ediyorum. Hala ve hala...
Belki devam ederim bu yazıya belki etmem.  bilmem ilginizi çekti mi , çektiyse devamını yazacağım...