10 Haziran 2016 Cuma

MAHALLEDEN BİR KADIN

Mahallede sürekli bisikletinin kornasına basan bir çocuk var. Tam fırınlı aygazımın kirlenmiş kapaklarını kulak çubuğuyla tek tek derin bir hassasiyetle temizlerken dıt dıt çalıyor; delireceğim. Hayır, orada konsantre olmuşum, önemli bir iş yapıyorum tüm dikkatimi vermişim; dıt dıt… Ayyy, çıktım balkona, üzerimde sabahlığım, ayağımda benden büyük filli terliklerim,  tam bir mahalledeki cadaloz kadın. 

 Bana bak,  çalıp durma,  burada hasta var,  tamam mı,  aşağıya indirtme beni diye çığırtkan bir sesle bağırdım. O hasta ben oluyorum üstelik(ruhsal).

Çocuk yukarı baktı baktı, tuhaf geldim ona belki de. Bu mahallede böyle bir kadın hiç bağırmamış ona belli!
Sonra birkaç saat geçti annesini yanına almış aşağıdan benim olduğum daireyi işaretle gösteriyor. Hanfendi, çocuğunuza söyleyin lütfen, kornasını çalmadan bisiklete binsin, burada hasta var ve çok kötü durumda dedim, bir elimde sigaramla. Kadın da başını tamam,  peki cadaloz hanfendi , anlamında salladı. Bunların hiç saygısı kalmamış aygaz kapağı temizleyen kadınlara.

Neyse oradaki çok önemli işimi bitirdikten sonra elime bir mala aldım(sanırım adı mala). Bizim beceriksiz boyacı duvarları boyarken parkelerin içine sıçmış. 
O lekeler parkelerin üzerinde durdukça canımı sıkıyor, gece uykum kaçıyor aklıma geliyor temizlesem mi diye.

Aldım  malamı elime kazımaya başladım, ama olmadı; kazıyamadım.  Sanırım malayla olmayacak bu iş, tiner gibi bir şey lazım.






Alt kattaki komşu geldi sonra; Ben Almanya”dan geldim, kapımı kimse çalmıyor, yalnızım dedi. Ha,  öyle mi? olsun,  hepimiz yalnızız.Bak,  ben bütün gün aygaz kapaklarını siliyorum, parkedeki boyaları temizlemeye çalışıyorum. Bunu yalnız başıma yapıyorum,  ne kadar büyük bir yük altındayım,  farkında mısınız, diyerek, postalıyorum onu kapıdan.
Aşırı stresli işlerimi yaparken aşağıdaki müziği dinliyorum, başka türlü nasıl konsantre olabilirim ki...

Parkeleri kazıma görevimden sıkılınca yarıda bıraktım işimi ve kitaplığımdaki kitapları yazar adlarına göre alfabetik sıraya dizdim. Biraz da tozunu aldıktan sonra kitaplığım temizlenmiş oldu.Bunlar gerçekten çok önemli işler, yoksa siz yapmıyor musunuz??Aaaa, hiç duymamış olayım
Zil çaldı, komşum havuç istedi. Neyse kendinden geçmiş bir havuç buldum buzdolabında, verdim kendisine. Umarım seveceğim bir yemek yapar da getirir bugün  bana da.

Apartmanın bazı dairelerinin önüne ayakkabı koyduklarını gördüm bir iki kez, Dur şunları yöneticiye şikayet edeyim,  dedim. Meğer o dairede oturan yöneticiymiş. Bir iki kere söyledim koymayın ayakkabılarınızı kapının önüne, diye ama ayakkabılar hala kapının önünde duruyor.  Ben de geçen sabah bir iki terliği ayakkabıyı  aşağıya fırlattım. 







Hayatım çok değişik çok entelektüel ve çok bohem çizgiler arasında geçiyor anlayacağınız. Mesela dün karnım acıktı, o kadar meşguldüm ki aşağıya inemediğim için aç kaldım.

Dur bir sigara yakayım, bunca sorun arasında dertlendim vallahi. Hem insan ara vermezse sürmenaj olur, maazallah. Kafayı da arada bir boşaltmak lazım.  Ohh, iyi geldi vallahi. 
Birazdan enginar yapacağım.  Haftada bir enginar yapıyorum ve kocamın dediğine göre öyle güzel yapıyormuşum ki annesigil bile hiç öyle yapmamış.
Tanesi 3TL. 4 tane alınca 12 tl oluyor, cık cık,,, işsiz insan için fazla pahalı geldi nedense.

Bu arada  sporumu aksatmamam, vücudumu diri tutmam lazım . Şu İsbike'a  üye olayım dedim. Kartı çıkartırken 10 TL veriyorsun. Ben ondan sonra bedava biniyorsun  zannetmiştim. Bir saati 2.5 TL dedi görevli çocuk.  Aaa, ne kadar pahalı dedim. Görevlinin yanında sevgilisine mesaj gönderen çocuk başını kaldırdı ve 2,5 TL? dedi, Soru  sorar şekilde. Evet,  pahalı dedim. Ailecek üç kişinin bindiğini düşün 7.5 TL. Caddede bir kahve parası. Oysa ben bir sene önce bekârken beğendiğim kıyafetin etiketine bile bakmadan alırdım. Eve gelen doğal gaz elektrik su faturalarına bakmazdım, otomatik talimatımdan tıkır tıkır ödenirdi. Oysa simdi, elektrik saatinin sayacını bile kontrol ediyorum.Ah, ahhh…


Evde sürekli kendi kendime beddua okuyorum.  Sürekli bir yerlere çarpıyor, sürekli bir şeyleri kırıyorum. Geçen hafta kırk yıllık aile yadigârı  porseleni kırdım. Arkasından Allah senin gibi beceriksizi kahretsin, emi, insanım diye yaşıyorsun, heee? Senden bir bok olmaz,  diye söylenirken sesim kendime geri çarptı. Sonra da elektrik süpürgesine  takılıp ütü masasının üzerine düştüm. Ütü yere düştü. Kırıldı. Ütü masası yeni diktiğim saksıların üzerine devrildi, yerler  toprak oldu. Oysa tam da tertemiz yapmıştım her yeri; elimde bezle kan ter içinde evde oda oda geziyordum sabahtan beri. Bacaklarım ve kollarımda morluklar, ellerimde yanıklar var. Yemek yaparken çoğu kez buhardan yanıyorum, eldiveni unutup fırından yemeği çıkartmaya çalışıyorum; bunuyorum, bunuyorum…

Geçen gün kocam mutfakta kullandığım el bezlerini eski bir tencere içinde kaynattığımı görüp, kızdı.  Bunu ilk kez görüyorum,  dedi. Aaa, olur mu, bizim bütün sülale haftada bir kez yapar bunu, dedim. Vallahi ilk kez görüyorum, midem bulandı dedi.(Annesi pasaklıymış bence) Yenisini alsana bunlarla uğraşacağına dedi. Sorun yenisini almak değil ki, çöp atımını engellemeye çalışıyorum dedim. Cık cıkladı.

Bir gün kardeşimin evine gittik beraber,  mutfakta çay içerken eski tencereye ve içindeki el bezlerine  takıldı gözü benimkinin.  Aaaa,  bu da yapıyor,  dedi. Ben sana dedim kocacığım, bizde aile geleneği bu diye. Cık cıkladı şekilsiz .


Sizin de eşiniz işten gelir gelmez mutfaktaki tencerenin kapağını kaldırıp bakıyor mu, ne pişirdiniz diye. Bir gün yaptığım yemeği buzdolabına koydum. Bu mutfağa gitti, mutfak boş. Ne var hayatım bu akşam yemekte,  dedi. 
Krem şantili Beti götü,  dedim. Yüzü güldü; fantezili bir şeyler yaptığımı  sandı canım benim. Buzdolabını aç dediğimde, bir tencere kemikli kuru fasulyeyle karşılaştı.

Bu kadar yoğunluk içinde sırf beni özlediniz diye alelacele bir şeyler yazdım. Okuyun, benden öğreneceğiniz çok şey var ciciklerim. Öperim.Kirlenen el bezlerinizi kaynatır,  lekelenmiş parkelerinizi itinayla silerim. Siz yorulmayın anacığım.

Edit: kurtarın beni ya da bırakın böyle kalayım.

 

7 Nisan 2016 Perşembe

ÖYLE YOĞUNUM ÖYLE YOĞUNUM Kİ BİLEMEZSİN


Tam altı  aydır iş hayatından uzaktayım. Bir zamanlar çalıştığımı unutmuş gibiyim. Sabah erken kalkmalar,  laptop çantamı kamburumu çıkartarak  ayaklarımı sürüyerek servise mahalline gitmeler, pastanedeki kahvaltılar, iş arkadaslarımla bahçe sohbetlerimiz, genel müdüre takındığım tavırlar, finans servisine gidip iki üç cümleyle ortalığı dağıttığım anlar, kimin toplantısı olursa olsun hiç utanmadan kapıyı açıp "kusura bakmayın,  böldüm ama bu çok aciil"  diye hallettiğim işler, gece yarısına kadar kaldığım mesailer,  yeni sisteme alışmaya çalışmak için verdiğim mücadele, hepsini unuttum sanki. Kafamın bir kenarında" aa,  evet bir zamanlar böyle şeyler yapıyordum, bir işim vardı"diye sabitlenmiş bir kısım var; hepsi bu.

Ofis hayatından çıktıktan sonra neler yaptım, neleri fark ettim, neleri değiştirdim mesela.
Kahvesi ucuz diye Beltur"a takılmalar, ücretsiz seminerleri toplantıları takip etmeler, pazara gidip taze sebzelerle tanışmalar, çok ender kullandığım otobüs için kart çıkartmalar  ve ev kadınlarının yaşantısı hakkında detaylı bilgiler. Apartmanla ilgili sorunlar, bahçe düzenlensin mi, alt kata kedi yavrulamış beslemek lazım vs.vs.

 En güzeli de gömlekler ceketler etekler ve topuklu ayakkabılardan, her sabah makyaj yapmaktan kurtulmak oldu. Ya eşofman ya da kotla çıkıyorum ve öyle rahatım ki...

En çok özlediklerim arasında sabah uykusu vardı. Bacak kadar çocukken sokaklara düşmüş ve bir daha doğru dürüst uyumaya fırsat bulamamıştım. Vücudum artık isyan ediyordu; tertemiz nevresimler,  yastıklar  dünyadaki en çekici objelerden biriydi benim için, Ortama uyum sağlamak, ev kadını havasına girmek için bir de pufudak bir sabahlık edindim. Evet, ne diyordum,  sabah uykusu ne güzel şeymiş diyordum. Artık erken kalkmak zorunda değilim. (Külliyen yalan. Kocam için saat yedide kalkıp süper kahvaltılar  hazırlıyorum. Ara sıcaklar her gün değişiyor. Kimi zaman fırında yalancı pizza, kimi zaman hiç yumurta yemediğim halde omletin farklı çeşitleri, sigara börekleri) Ben önceden yemek yapmazdım, sadece canım isterse orjinal yemekler yapardım. İlk defa düzenli olarak yemek yapıyorum.

Bazı sabahlar canım hiç istemiyor kalkmak; o zaman uyuma numarası yapıyorum, horluyorum filan. , Kocam da beni uyandırmaya kıyamayıp sessizce gidiyor. Ohh,  ne güzel oluyor o zaman. Ceşit çeşit rüyalardan sonra (Tayyip"in korumalarının çıkardığı ses gibi) ses çıkartarak  evin içinde geziniyorum. Yuh,  saat on olmuş, Çok hafif bir kahvaltı ediyorum.Haberlere bakıyorum, gazete varsa onu okuyorum. Yarım saat sonra kahve saatim geliyor. Havalar güzel şimdi; Sigaramı alıp balkona çıkıyor ve kelimenin tam manasıyla hiç bir şey düsünmeden adalar manzarasına bakıp kahvemi içiyorum. Birkaç saat süren bugün ne pişirsem stresinden sonra evdeki malzemelerden bir şeyler çıkartmaya çalısıyorum, yok olmazsa, altı katlı asansörsüz evimden üşene üşene markete gidiyorum. Eski oturduğum evde alt katta market vardı ve ben bakkala gitme konusunda hiç problem yasamıyordum. Sepeti salıyordum,, hooop her şey iki dakikada elimde, Bu açıdan büyük sorun yaşıyorum. 84 basamaklı merdiveni in,  sonra tekrar çık,  yarım kilo eriyorum. Sonra yemek pişirmeye başlıyorum. Saat oldu mu üç. Eyvah!  gün bitti diye panikliyorum. Boşum, yararlı işlerle uğrasmam lazım ya...

Sonra sahile doğru yürüyorum,  açlıktan gebersem de tek başıma olduğum için öğle yemeğini yemek istemiyorum. Sahilde kitabımı okurken tekrar bir Türk kahvesi içiyorum. İyice yürüdükten sonra tekrar eve geliyorum. Yabancı dizilerden birini bulup, izliyorum. Bir de kaktüs yetiştirmeye merak saldım bu aralar belki tasarım kaktüsler yapıp, satarım,  zevk için tamamen.

Hayatımda ilk defa, hiç bir hedefim yok, Streslendiğim,  olacak mı olmayacak mı diye kendimi yediğim bir konu yok. İnanamıyorum ama durum böyle. Mevsimlerin geçişini izlemek isterdim hep çalısırken. Ağaçtan son yaprak ne zaman düşecek, çiçekler ne zaman açıp meyveye dönecek, kiraz, arkasından dut,  ayva,  bunlar nasıl olacak,  tek tek gözlemlemek isterdim. Diktiğim bir fidenin sebze vermesini,  günbegün gözlemlemek isterdim. Bunu çok istiyordum;  evet,  oldu. Hiçbir acelem olmadan günün,  anın tadını çıkartmaya çalısıyorum. Korkusundan, komedisine, savaşlısından, dramına kadar vakti zamanında izleyemediğim ne kadar film varsa izliyorum. Her güne bir film, her haftaya bir kitap kuralı koydum. İndirimlerden ilk haberi ben alıyorum; işime yarar bir şey varsa üşenmeden gidip sakin sakin alışveriş yapıyorum.

İnsan neler neler öğreniyor yaaa, Mesela dünyanın parasını vererek çatlak topuklarım için aldığım krem yerine, bildiğiniz 3 TL lik sirkeli suya ayaklarını koyunca bebek poposu gibi olduğunu, lavaboları çamaşır suyu yerine sirkeli suyla temizlersen çok daha hijyenik olacağını, kemik çorbasının bir sürü hastalığa iyi geldiğini, evlenmek isteyen kadınların koca adayından üzerine bir ev yapmak şartıyla evleneceklerini....Boya yapmayı bile öğrendim. Mutfağı boyadım,  çok şahane oldu..


Komşularıma gelince,  süper insanlar. Bir tanesi her cümlesinden sonra " anladıııınnnn?"  diye sorup, memelerime vurmasa daha iyi olacak ama... "Teyze, çürüttün benim memeleri üç ayda sen"  dedim de sonra toplarladı hatun.

Tam ne pişireceğim bugün yaaaa diye düşünürken zil çalıyor, bir tabak zeytinyağlı, börek, mantı Allah ne verdiyse çıkıyorlar karşıma, mutluluktan havalarda ben. Karşı komşum sağır, iletisim kurmakta zorlanıyorum. Avazım çıktığı kadar konuşuyoruz kapıda,  alt kattakiler dışarı çıkıyor, kavga mı var diye. Kahve sevdiğimi öğrenmiş,  sürekli kahve içmeye çağırıyor beni. "Sevişmeyi çok sevemedim, sevsem kocam beni el üstünde tutar"  diyor. Seviş be teyze, n'olcak"  diyorum.

Bizim akrabalar çalışmadığımı öğrenmişler. Aaa, bak şu mağazada şunu unutmuşum, sen boşsun benim için alıp getirir misin. Sabah kahveye gel, nasılsa boşsun.Annemin kontrol zamanı geldi,  sen boşsun bir götürüver. Arabanın bilmem ne taksidi var,  sen boşsun yatırıver,  demeseler iyi olacak. Aaaa, boşsam o kadar da boş değilim, düşünüyorum ben mesela.

Bizim bir köyümüz var bir aya kadar oraya gideceğim.Domates biber patlıcan ekeceğim. Belki koyun ve keçi de almak istiyor kocam. Bildiğin köy hayatı yaşayacağız dört beş ay. Belli olmaz. Harika bir iş teklifi alırsam (ki öyle bir şey olmaz, biliyorum) dönerim yine. Evimiz burada dursun diyorum, canımız sıkıldıkça geliriz İstanbul'a. Bir deneyeceğim,  yeter yıllardır şehirde yaşadığım. Becerebilirsem buyrun ziyaretime gelin. Salça yaparım, turşu kurarım, pekmez yaparım. Orada ne ararsan var.

Siz bu yazıyı okurken ben film festivalindeki bir filmi seyrediyor olacağım.Çalısın siz, sakın bana özenmeyin. Çalışmak sizi kurtaracaktır dostlarım. 

Görüldüğü gibi gerçekten çok meşgulüm, korkunç yararlı işlerle uğraşıyorum,  sakın bana mail atmayın, okuyacak vaktım yok.

7 Mart 2016 Pazartesi

SAMİ İLE NURİ ARASINDAKİ FARK



Nuri “nin psikolojik sorunu yoktur; parası bitince çalışır, parası varken sürekli içer. İçince tam bir deliye dönüşür. Sağa sola küfür eder. En çok da milletvekilleri ve sistemle ilgili küfürler eder.
Sami; Sözcü gazetesi okur, ağır şizofrendir; küfür bilmez (en azından bana etmedi)  içki içmez. Sabah 6 gibi kalkar, balkona oturur ve işe giden herkese “hanfendi/beyefendi hayırlı işler” der. Onu tanımayanlar korkarlar.
Nuri; sokaklarda yatar, içki içtiği geceler arabaların önünü kesip sigara ister, sigara yoksa Allah belanı versin,  der ve dayak yer. Geceyi genelde karakolda geçirir.

Sami şizofren bir erkek kardeşi ve babasıyla yaşar. Sabahları yürüyüş yapar, son derece dikkatlidir. Kahkül  kestirdiğimi annem fark etmezken o kaç metre öteden “Saçların çok yakışmış, çocuksu yapmış seni “ der.

Nuri”yle Sami”nin ortak yanı ; ikisi  de çok sigara içer.

Nuri içince Laz türküleri söyler, caddenin ortasında horon teper, elinde taşıdığı bir radyosu vardır, ondan ayrılmaz. İçmediği zamanlar inşaatta günlük işlerde ya da apartmanların bahçelerinde çiçek ekme, toprak belleme gibi işlerde çalışır. Gayet güzel sohbet eder. Halini hatrını sorar, dua eder,  taaa ki içkiyi eline alana kadar. Bir yerlerden bulduğu çay bardağına rakı koyar, bir de litrelik su şişesiyle kaldırımda mekan kurar kendine. Bazen de arabamı park ederken sağ sol der, elini uzatıp eee her işin bir bedeli var, at bakalım şuraya bir şeyler deyip avucunu uzatır.

Sami bir zamanlar beyaz eşya fabrikasında depoda çalışmış ama hastalığı ortaya çıkınca bırakmak zorunda kalmış .

Bavullarla kapıdan çıkarken gördüğünde karşı apartmandan bağırır, Tatile mi, ne güzel. Sen de git Sami,  derim. Yok benim ailem göndermiyor,  boğulurum diye, hastayım ya,  der. Sami 55 yasında. Nuri 60

Nuri”yi uzun zaman görmediğimde; nerelerdeydin derim; abla polislerle basım dertte devamla içeri alıyorlar der.
Sami”ye sorduğumda annemin üstüne yürümüşüm ambulans çağırmışlar, hastaneye yatırmışlar; çok üzülüyorum, anneme bunu nasıl yaptım, oysa o çok iyi bir kadın der beni üzer.
Onlarsız mahalle pek bir yavan gelir bana.