19 Ağustos 2012 Pazar

İŞ HAYATI HAYAT MI BE?




Bir sabah kalkarsınız yataktan benim gibi. O güzelim gözleriniz gökyüzüne bakamadan, iki güvercin göremeden tuvalete koşarsınız. Yerinden çıkartacakmış gibi ovalarsınız gözlerinizi zorla açmaya çalışırak. Yazık günah onlara, acıyorum vallahi bazen.

Sonra o sevgilinden daha fazla gördüğün, samimi olduğun, elleştiğin gardrobuna doğru otomatik olarak uygun adımlarla ilerlersin. Mıy mıy mıy ...Giyeceğin kıyafeti seç; “Ay, bugün toplantı var, bu etek fazla kısa. Pöfff..Pantolon giysem kıçımdaki orkid belli olacak, Ay bu da Şadiye Teyzemin kızının düğününde giydiğim elbise. Bu hiç olmaz ;en son çaycı kadın giymişti aynısını.” Diye diye minimum 10 dakika konuşursun o dolaptakilerle.Seçersin birini, koşarsın aynaya. Sıra gelir boyanmaya. Gerçi çoğu zaman hafif makyajımı serviste yaparım ben.
Servis şoförünün araba kullanışı tüm Anadolu yakası sakinleri tarafından bilinir. Bir fren sıkar; benim rimel torpido gözüne fırlar. Bir fren daha sıkar; yandaki gencin kollarına düşerim makyaj çantamla beraber. Ne var ne yok çocuğun üstüne dökülür. Tek tek toplar bana verir. Bu şartlarda makyaj yaparım.

Kimi zaman düğmeli bluzlarımı bakkalın karısına ilikletirim. Kimi zaman da yeni aldığım bluzun etiketini Pastane önünde servis beklerken garsonlar keser.

Kahvaltı mı? O da ne? İşyerine gidince otomatik olarak ilerlediğim büfe ve yine gözü kapalı gittiğim çay makinasından ibaret. Sabahları konuşmayı hiç sevmem zaten. Mümkünse bir “Günaydın” kaydı yapayım telefonuma o konuşsun benim yerime.

Sonra otururum masaya; ilk iş olarak friend feedi ve tweeteri açarım; Mesaj var mı diye bakarım. Mesajları okurken tostu bazen ağzıma bazen burnuma sokarım, çaydan genelde dilim yanar. O sırada gene müdür gelir. Günaydın demek zorunda kalırım.

Ve “İŞ” denen o garip hadise başlar. Uzun zamandır düşünüyorum. Ya ben bunun için mi okudum, çalıştım, kıçımı yırttım. İşe girmek için aylarca bekledim. Görüşmeler, formlar bıdı bıdı işler bu kara koltuğa oturmak için miydi? Yıllardır bu masada pineklemek için mi dünyaya geldim ben? Hani iş dediğin şey biraz sevilmeli değil mi? Hani bir beste yaparsın, dans edersin, labaratuvarda deney yaparsın, resim yaparsın, ameliyat edersin, organ nakledersin, uçak kullanırsın. İş, bunlara denir.
Bu benim yaptığım ne , Allah aşkına? Excel tablosu yap, GAC lar GUC lar. PGC ler, Satış sonuçları, Ne kadar sattık, ne kadar daha satacağız, Tahmin de bulun. Ulan neyi tahmin edeceğim ?Falcı mıyım ben? Nostradamus muyum ben? Ben tahmin etmek istesem nerede, nasıl öleceğimi tahmin ederdim. Satışın nesini tahmin edeceğim. Satarız herhalde bişeyler, satınca görürsünüz demek geliyor içimden o sıçtığımın raporlarına.



Mesela sana harç kamyonu sattırıyorlar. Şimdi ben 5000 kamyon satsam, dünya için ne faydası olacak? Sonra o kamyonları nereye koyacaklar? Boş arsa mı kaldı bir şey koyacak? Hayır, ben kıçımı koyacak boş bir alan bulamazken bu kadar kamyonu sattıktan sonra nereye koyacaklar, ben hep onu düşünüyorum. Eyvaaah ,şimdi bir sürü yer lazım bu kamyonlara, iş makinalarına diyorum.

Yok, anam, yok. O tablololar, o çerik çürük iş makinaları parçaları. Bunlar ahirette benim neyime yarar? Bu aletler beni tanıyacak mı öte dünyada? Hayır, bunlarla uyusan uyunmaz, sevişsen sevişilmez. Sana şefkat beslemezler. Ben bu parçaları nasıl şevkle satarım, ne kadar satacağımı nasıl tahmin ederim? İstemeyin benden böyle falcı işleri n'olur yaa..

Hepiniz bir cep telefonuna, bir arabaya tav oluyorsunuz anacığım Senede bir kaç kere güzel otelde toplantı (O otelde de zaten hep diğer firmalardan gelen beleşçi adamlar olur) yap, göz boya. Al sana mutluluk!

Ay, bir de demezler mi; “İşini çok seviyor, işine çok bağlı “ diye. Ölesim geliyor.
Sen akşama kadar tablolarla uğraş, evrak oku, imzala, hesapla. “Ay, ben işimi çoook seviyorum” de. Elinize bir evrak çantası _bilgisayar alıp, topuklu ayakkabılar, yapılı saçlarla şıkır şıkır, iki dirhem bir çekirdek elin adamlarına makina satmanın nesini seviyorsunuz? İnsanlara şirin gözükmek için kasım kasım kasılmaktan, yüzünüzün buruşmasından zevk mi alıyorsunuz? Hele o selam verip, sümük atmayacağınız taşaklı adamlarla yemek yerken nasıl yapmacık bir suratınız oluyor, farkında mısınız? Bu mu sizin mutluluğunuz? Mutlu olacak başka bir şey bulamadınız mı? Gidin, sevişin bence.

“Ay, Rüknettin bey! Yarın Guatemala”dan misafirler geliyor. Onları iyi ağırlamamız lazım, sen taşaklarını serin tut, ben raporları yazıyorum. Çok önemli toplantıymış mış efendim. O toplantıda önemli ne olabilir en fazla? Adamların organlarını mı değiştiriyorsun, insan mı klonluyorsun?. Gezegenlerin yörüngelerini mi gözlemliyorsun?

Duvara beyaz bir bez parçası koy; klavyedeki tuşlara bas. ” Bakın, Ortadoğu”da şu kadar kamyon sattık. Satışlarımız bu sene üç katına çıktı, daha da iyisini yapacağız” Hayır, bir mal en fazla ne kadar satılabilir ki? Noluyor satınca? Mesela bir kamyonu en fazla kaç kişiye satabilirsiniz? Daha fazla çalışmaktan, baharı, yazı, kışı fark edememekten başka ne işe yarayacak satışların iyi gitmesi?

İş sevilecek bir yer/hobi değildir. İş, para kazanmak için hiç sevmediğiniz, yolda görseniz selam vermeyeceğiniz insanlara zorla gülümsemek, akşama kadar birilerini memnun etmek için bütün uzuvlarınızı kasmaktır.

Sekiz saat gittiğim bir işim var; maaşımı zamanında alıyorum, evet ama kesinlikle sevilecek bir yer değil. Hatta kimi zaman herkese “hepinizden midem bulanıyor, pis sahtekârlar” diyesim geliyor, ancak yeterince sabıkalı olduğum çatlaklık suçundan daha fazla hüküm giymemek için susuyorum. Ve siz de susun. Paranızı alın ve susun. Ya da emekli olun. Daha az para kazanın ama hayatın tadını daha çok çıkartın. Hepsi bu. Neyse, bir iki gün tatildeyim sonra yine isyanlarıma devam edeceğim.
Küçüklerin hayallerinden, büyüklerin umutsuzluklarından öpüyorum.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

  AURA MIGRANIA

Derdim; hasta oldum yok mu benimle ilgilenen, aman da aman acıyın bana demek değil. Başına gelen olur da paniklenir diye yazayım dedim.

Nerde cins hastalık var beni bulur. Millet fıtık olur, yumurtalığında çikolata kisti olur, ülser olur ,gastrit olur ne bileyim prostat olur, memesinde zararsız kist olur hani dersin o zaman "amaan herkeste var, doktora giderim bir çaresi bulunur diye.

Bundan tahminen sekiz yıl önceydi. Mum ışığında içkili bir yemekten sonra birkaç arkadaş arabaya bindik. Benim gözümde heralde mum ışığına bakmaktan bulanık görmeler başladı. Bekledim birkaç dakika geçer diye. Geçmedi Allah Allah herhalde içkiden dedim. Ama biraz arttı bu bulanıklık meselesi. Gözümü açıyorum kapıyorum geçmiyor. Uzun süre ışığa ya da güneşe baktıktan sonra her yer nokto nokta flu olur ya, aynen öyle bir durumdu bu. "Yaa,  arkadaşlar benim gözümde bulanmalar başladı,  nedir şimdi bu?"  diye hafiften panikledim. Kızlar da "Heee.. içkiden güzelim, içkiden, çok içmişsindir" dediler ve  ilgilenmediler. Bu olay yarım saat kadar sürdü.

Göz doktoruna gittim ertesi gün, derdimi anlattım. "Retina yırtılması olabilir, göz sinirlerinde kayıp olabilir, halk arasında gece körlüğü olarak bilinen gittikçe daralan görme kaybı olabilir " dedi,. Gittiğim ayrı ayrı dört doktordan aldığım iç açıcı sonuçlar bunlardı. Ben ağlamaya başladım. Türk filmlerindeki gibi kör olacağım, hiç bir şey göremeyeceğim,  ben ne bahtsız kızım diye.
Sakinleşmem uzun sürdü. Bir doktor ilginç bir hastalık buldu. Bir damla verdi "her gece bunu kullan" dedi. Neyse uzun bir süre böyle bir rahatsızlık yaşamadım ama aklımın bir kenarında durdu o.
Aradan üç yıl geçti. Bağdat caddesinde salak salak  dolaşıyorum ben tek başıma. Yine hafiften geldi o puslu görüntü.Aynı anda kulaklarımı sağır edecek kalp gümbürtüm.
Hafifçe başladı flulaşma sonra  giderek arttı. Hhemen bir taksiye binip eve gittim. "Tamam" dedim " bu sefer bittin kızım sen.Kör olacaksın beyaz bastonla yürüyeceksin. Hiçbir erkek dönüp bakmayacak sana"
Eve gidene kadar geçti,  tekrar eski görüntülere kavuştum. Ama yine birkaç doktora git ve yine" Önemli bir şey yok, zaman zaman kılcal damarlarda kanama olur, ondan böyle olur" gibi bir sürü ayrı yorumdan sonra takıntılarla yaşamaya devam ettim.

En son gittiğim iyi bir göz doktoru ayrıca bana "gizli glokom" teşhisini koydu. Altı ayda bir göz tomografisi falan çektiriyorum. Her gece damla kullanıyorum, kontrollere gidiyorum.

Bu sabah bir rapor üzerinde üç saat kımıldamadan çalıştıktan sonra gözlerim yoruluncu  kalktım masadan. Hafif hafif fluluklar vardı yine. Çok baktım bilgisayara ondandır dedim. Ama gözümü  her kırptığımda gördüğüm alanda kısım kısım fluluklar başladı. Eyvah, geliyor diye panikledim .Ben zaten panik atak bozukluğu olan bir kişiyim. Böyle durumlarda haliyle sakin  kalamıyorum. Güneş gözlüklerimi takıp bahçeye çıktım, etrafa bakıyorum, yeşile bakıyorum, gözlerimi kapatıyorum, unutmaya çalışıyorum ; yok,  kahretsin yok!  gitgide artıyor. İnsanların suratının yarısı yok,  gözümü kapatıyorum; zigzaglar. Ben panik yaptıkça şiddetlenmeye başladı. İş arkadaşıma "ya dedim çabuk şu telefondan göz doktorumu bul, ara, beni iyileştirsin."  Çünkü baktığım her şey karışmaya başladı. Öyle cins bir şey ki bu nasıl doğru tarif ederim diye düşünüyorum. Yani resmen yarı  görmüyorsunuz.Bir şeyler yapmalıydım bu sefer kesin  kötü şeyler olacaktı. Arkadaşım  doktoru aradı, " en yakın göz hastanesine gitsin"  diye bir cevap geldi. Telefonu kaptım elimden. "Bakın doktor bey"  dedim,  "beni çabuk iyileştir, kör oluyorum, bana kötü şeyler oluyor" dedim sinirimden ağlaya ağlaya. .Arkadaşım sakinleştirmeye çalışıyor. Şansıma adam John Hopkins te işe başlamış. İş yerime çok yakın. Acilen aldı beni muayeneye , "sakin ol,  gözünde bir şey yok, bu migrene benziyor"  falan dedi. Muayene ettikten sonra beni nörolojiye yönlendirdi.
Nörolog  beni muayene ettikten sonra "Endişelenmeyin bu AURA MIGRANIA(migren)  dedi. "Bu migren çeşidinde daha çok görme problemleri yaşanır "dedi. Evet zaten migren vardı ama en azından ne olduğunu öğrendim .Umarım yaşamazsınız ama yaşarsanız benim gibi panik olup, kendinizden geçmeyin diye bilgilendirmek istedim sizi. Şimdi evde dinleniyorum .İyiyim.Sağlıcakla kalın, öperim. :)
Bakın şu zigzaglı saat pili gibi olan görüntü var ya tüm nesnelerin üzerinde o görüntüyü gördüm önce,  sonra da görüntüler ekteki fotoğraftakiler gibiydi.