25 Ocak 2010 Pazartesi

ALTINA KAÇIRAN VE TEDAVİ OLMAK İSTEMEYEN EŞİNİZİ BOŞAYABİLİRSİNİZ.

ALTINI ISLATAN VE TEDAVİ OLMAYAN EŞİNİZE BOŞANMA DAVASI AÇABİLİRSİNİZ...




Çok ilgimi çekti. Hani evlenirsem bileyim diye. Neler boşanma sebepleri, neler değil

Yeni Medeni Kanunun düzenlemiş olduğu son boşanma sebebi ise, en yaygın olarak uygulanan evlilik birliğinin sarsılması suretiyle boşanmadır, Yeni Medeni Kanunumuzda 166 ıncı maddede düzenlenmiştir. Kanun evlilik birliğinin temelinden sarsılması kavramını, eşlerin ortak hayatlarını sürdürmelerinin kendilerinden beklenemeyecek aşamaya geldiği haller şeklinde, geniş yorumlanabilen bir statüye oturtmuştur. Diğer deyişle bu maddenin yoruma açık olan, torba hüküm olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı hallerin ne olduğunu, yıllardır süregelen ve uygulanmakta olan Yargıtay içtihatları ile açıklamanın daha açık ve net olacağı kanaatindeyim. Bu hususta birkaç örnek ile bahsetmek gerekir ise:

Çok eğlenceli geldi bana.



• Ev işlerini yapmaktan kaçınma

• Cinsel ilişkiden kaçınma

• Kocanın yüzünü tırmalama

• Eşinin zina yapması üzerine onu dövme

• Sarhoş olup evin eşyalarını kırmak

• Eşin altını ıslatması ve tedaviye yanaşmaması

• Kadının eşinin erkek olmadığını söylemesi ve başkalarının yanında azarlaması

• Eşin tedavisiyle ilgilenmemek doktor yerine üfürükçüye gitmek

• Eşin ağzının kokması



Şimdi yargıtay tarafından evlilik birliğinin sarsılması olarak sayılmadığını çeşitli kararlar da görüyoruz,,,

• Kan uyuşmazlığı

• Boy abdesti alamama

• Yaş farkı

• Eşinin kleptomani hastası olması

• Eşin sedef hastası olması(buna çok güldüm ya)

• Yemekte bir kadınla çekilmiş özel fotoğraflar(Bu iş arkadaşı da olabilir)

• Eşlerden birinin başka bir şehre işe gitmesi


• Kısır olmak

6 Ocak 2010 Çarşamba

VAZGEÇİŞ

“İşte , bu da bitti.” dedi Ceyda, vücudunu boş bir çuval gibi koltuğa bırakırken....

Tüm hıncını hırkasından alıp, ters çıkardı, yere fırlattı, ardın da kol çantasını. Al işte , yine aynı hikaye.! Bunu başarmanın bir yolu olmalı “ diye düşündü.

Yine, bir kere daha ve mecburen bir erkekten daha “vazgeçmek zorunda” kalmıştı. “Zorunda kalmak” ne kadar dibe vurucu bir cümle. Aynen böyle. Mecburiyetten sevdiğim adamla görüşememek, onu sevmemek mecburiyetinde kalmak!


“Yeter artık, bıktım! Her seferinde yeni baştan, yeni baştan, bittim artık, sıkıldım”! dedi içindeki hırçın , keskin ve isyan dolu cümleler...
Ev sessizdi her zamanki gibi, ayrılıklardan sonra bu eve daha büyük bir hüzün çökerdi.... Koltuklar, salon , şu kül tablası, şu karşıdaki bir açıp bir solan menekşe, hepsi şahittiler buna. Yine aynı şişeden içkisini içip, aşağı yukarı aynı şarkıları dinleyip, ağlayacaktı. Bu gecenin onlarcasını yaşamıştı bu salonda , bu eşyalarla ve yine aynı Ceyda olarak...
“ Yine güvendim, yine adam yerine koydum, yine sevdim, hadi bu seferki daha iyi olacak dedim. OL- MA -DI!. Kendimi kaptırmayayım dedim, kontrollü davrandım, içimde kopan fırtınayı, karnımda gezen kelebekleri ona belli etmemeye çalıştım. Neden mi? ; Beni ayran gönüllü, gördüğü erkeğin üstüne atlayan, orta yaş bunalımındaki kadınlardan sanmasın diye. Ama yine olmadı işte...
“Gizemli ol “ demişti bir arkadaşım. Gizemli de oldum, doğal da, kültürlü de oldum, vıcık vıcık arabesk de... binbir role büründüm. ama olmadı işte, olmadı! . Allahım çıldıracağım, benim bir ilişkim olamayacak mı? Ömür boyu beraber olmaktan bahsetmiyorum, sadece bir ilişki. Telefon ettiğimde meşgul tonuna basmayacak, ya da yalan söylemek için kırk takla atmayacak, canım istediğinde gönül rahatlığıyla arayıp, görüşeceğim bir adam . Çok şey mi istiyorum?...

Her buluşmaya heyecanımı kaybetmeden, bakımlı , şık, neşeli , pozitif olarak gittim, saatlerce hazırlandım, ona karşı saygıdan hiç paspal paspal da gitmedim yanına. Telefon etmediği zamanlarda ya da telefonu kapalı olduğu zamanlarda, “nerdesin, neden aramadın? , telefonun neden kapalıydı?” deyip hesap sormadım, kendini baskı altında hissetmesin diye. Benimle beraber dolaşırken, yanımızdan geçen güzel kızların gözünün içine baktığında bile kıskançlık krizlerine girmedim, erkeğin doğasında var, bakarsa baksın dedim.... Hesabı o vermek istediğinde bile yeni yetme, para yiyici kızlardan olmamak için ödemeyi teklif ettim. Hatta çoğu kez ben ısmarladım. Bir keresinde teyzem bunu duyduğunda “ neee, bir de yediğinin içtiğinin parasını mı ödetiyor sana ?, hemen bırak onu” dediğinde, “ aa olur mu canım, artık bu tip şeylerin modası geçti, herkes kendi parasını ödüyor” dediğimde, tuhaflaşan suratlara da aldırış etmedim. Bunu da sineye çektim.

Peki ama neden? Neden yine bitti?, bir iki aydan fazla sürmeyecek mi benim ilişkilerim?. Üstelik benden hemen soğumasın, bir gecelik ilişki yaşadığı kadınlardan zannetmesin diye, çok istediğim halde yatağına girmedim, ufak tefek öpücüklerle geçti günlerimiz. Güzel olduğumdan da şüphem yok, yolda yürürken mutlaka şöyle bir bakarlar yanımdan geçen erkekler.

“ Yok yok, bu böyle olmayacak, bunun mutlaka bir açıklaması olmalı “diye odanın içinde volta atıp , söylenmeye, iyice sinirlenmeye, çaresizliğin ve istediklerini elde edememenin verdiği hırsla şuursuzca dolaşmaya başladı.

“Erkek olmak varmış, canları kimi istiyorsa, sevişiyorlar, geziyorlar, baba olmak, koca olmak gibi bir istekleri de yok, pişmanlık bile duymuyorlar ilişkilerinden ...
Bir de bana bak, ondan sakın, bundan sakın , aman orospu demesinler, aman hoppa görünmeyeyim diye yıllarca kendim gibi olamadım. Jüri önünde puan bekleyen bir yarışmacı gibiyim. Sonuçta yine yalnızım işte, demek evlenilecek kız rolünü iyi oynayamamışım ..

Bütün gece içti Ceyda, düşündü, evin içinde sıkıntıdan volta attı durdu, sabaha doğru yatmaya gitti. Yarın Cumartesiydi nasıl olsa, erken kalkma zorunluluğu da yoktu.

Gözlerini açtığında güneş batmak üzereydi. Mutlu, sinirli, mutsuz ya da tükenmiş değildi. Dimdik kalkarak banyoya gitti , duş aldı, sonra kahvesini içti. Dışarıyı seyretti bir süre. Arkadaşları telefon edip , “nerdesin?, bu saate kadar uyunur mu hiç, akşama programımız vardı, kaçta buluşuyoruz?” dediklerinde; “Kendimi hasta hissediyorum, bir yere gelemeyeceğim, kusura bakmayın” diyerek iptal etti.

Deri pantolonunu giydi, üzerine siyah , basit ama ona çok yakışan dar bir siyah tişört ile siyah topuklu botlarını giydi, kıpkırmızı, esmerliğine çok yakışan bir ruj sürdü. Evin önünden taksiye bindiğinde gece ondu. Taksim’e canlı müzik yapan rock barlardan birine girdi. Bar kısmına oturup tekila söyledi , bir, ik,i üç,... ardı ardına içti.

Bir süredir barın ucunda oturan uzun saçlı, otuz yaşlarında, hoş bir adam geldi yanına, tanışmak için o bilinen klasik konuşmalardan birini yapacak diye geçirdi içinden Ceyda.

“Tekilayı içmek cesaret ister” dedi, “Sizi izliyordum peşpeşe dört tane içtiniz, herkes kaldıramaz tekilayı, ama size çok yakışıyor” dedi.

Gülümsedi Ceyda. “Şerefine” dedi .” Neye içeceğiz?” dedi uzun saçlı adam.

“Bana, bu gece benim doğumgünüm, otuz beş yaşımı dolduruyorum. Yolun yarısı derler ama bence yolun yarısını bile geçtik “dedi.

Gülümsedi adam. “Siz yolun başında gibi duruyorsunuz ama” dedi.

Dans etti Ceyda, içkinin sayesinde silinen korkuları ve yasaklarıyla.

Gecenin siyahlığı ve pervasızlığı onları birbirine yaklaştırdı, Cem’in viski kokan nefesini hissettiğinde , simsiyah bir çemberin içinde dönüp duruyor ve nereye varacağını düşünmek istemiyordu. Bütün numaralanmış kimliklerinden, acabalarında, ya ...düşünürse lerinden sıyrıldı gecenin siyahında.

Cem ile beraber bir taksiye bindiler, “Bize gidelim” dedi Ceyda

“Benim evim daha yakın.”

“Olur” dedi Cem.
Tüm masumiyetinden sıyrılırcasına , yüreğini sızlatan tüm sevgililerinden kurtulmak istercesine, Cem’in gözlerinin içine baka baka, sıyırıp attı bedeninden kıyafetlerini. Bu yabancı ve hiç tanımadığı vücuda karıştığında , sıyırıp atacak bir şeyi kalmamıştı üzerinden , tek dostu ; “kendisi” hariç. Onu da atmak istiyordu.

İntikam alıyordu bu gece bedeninden ve ruhundan. Bu gece onun doğum günüydü, otuzbeş yıl önce tam bugün, duru bir su damlası olarak doğduğu gündü.

Yolun diğer yarısına bambaşka bir kadın olarak devam etmeye karar vermişti.

“Hadi şimdi git!” dedi Cem’e, yalnız uyumak istiyorum....



14.4.2009


2 Ocak 2010 Cumartesi

BENİM HEP GİDENLERİM Mİ OLACAK ?


İşte bir güle güle daha . Hiç sevmediğim cümlelerden oluşan bir veda. ”kendine iyi bak, seni özleyeceğim, ne zaman döneceksin ?, beni özleyecek misin?, beni unutma, beni aldatma sakın, sık sık ara” lardan ibaret olan bir sürü veda cümlesini arka arkaya sıralayacağım işte...

Çok yoruyor git ! demek. Üzüyor. Bekleyişler zor, Ne olacak? Bitecek mi? Yollar bizi ayırır mı? O da benim kadar üzgün mü? Keşke söylese o da “ ayaklarım geri geri gidiyor " dese, söz verdiğim için gidiyorum, yoksa kalbim burada seninle kalacak.” Dese. Demedi işte. Hala bekliyorum . 24 saat sonra gidecek.

(“ Eşyalarımı topluyorum ben de.”…)

Demek beraber uyuduğumuz yatak yorgan toplanmış. Çay içtiğimiz bardaklar yok. Benim aşağıya bakmaktan korktuğum camın önündeki  çiçekler yok. Belki anne babasına vermiştir. Beraber izlediğimiz televizyonu da kaldırdı mı acaba? Gerçi şimdi boşaltmayacağım evi tamamen demişti. Geri gelmeyi düşünüyor mu acaba? Keşke… Ama gelmeyebiler de. Öyle değil mi?

“Kıyafetlerimi bavullara koydum"…

Bu güzel, bu renk sana çok yakışıyor, bunu hiç sevmedim” diyerek tek tek baktığım kıyafetlerini de götürüyor musun?

Bak bakalım nasıl olmuş makarnam , değişik soslar kattım içine...”

Artık beraber yemek yiyemeyecek miyiz senin evinde.?...


Artık onunla kalabileceğim bir evim yok . Var da, orada sevdiğim adam yok. Kokusunu da alıp gidecek şimdi. Araya yine kilometreleri, o kahrolasıca zamanı sokacak. Zaman benim hiç lehime işlemedi zaten. O işledikçe ben yaşlanıyorum saçlarım beyazlıyor, memelerim sarkıyor. O işledikçe sevdiğim adam adım adım uzaklaşıyor benden. O işledikçe ben beklemekten, özlemekten yoruluyorum, o ilerledikçe ben sürekli kalp ağrılarıyla yaşama tek başıma devam ediyorum. Her seferinde her seferinde kırılıyor kemiklerim sanki, her gitmede , her uzaklaşmada gözlerimin içindeki ışık gidiyor, gölgeler düşüyor tenime sanki, kara kara gölgeler. Kavuşmaların , sarılmaların sıcağı şimdi buza dönüşüyor sırtımda. Buz gibi oluyor ellerim onun ellerini tutmayınca. Gözlerim parıldayarak bakmıyor etraftaki hiçbir şeye.  Giderken neşemi de enerjimi de alıp götürme bari. Gidiyor.. . O kadar enerjisizim ki kolumu kaldıracak gücüm yok.



O şu anda İstanbul'da. Ben de. Ama yanımda değil. Gitmeye hazırlanıyor. Ve tam 24 saat var gitmesine. Sonra sadece sesini duyabileceğim. Akşamları iş çıkışında buluşamayacağız. Hafta sonu için plan yapamayacağız. Ben ne yapacağım? Yine mi kurslara yazılacağım unutmak için. Yine mi kendimi spora vereceğim oturup evde saatlerce ağlamamak için. Yine mi kağıtlara dökeceğim yüzüne söylemeye vakit bulamadığım güzel sözleri. Ve sen yine mi beni terk edeceksin? .

Başka bir şehirde olacaksın yollarında benim yürümediğim, dışarıya bakınca İstanbul kokmayan başka bir denizde. Başka bir dil konuşulan bir ülkede olacaksın , bakkalları , yolları yabancı bir ülkede. Rakı da yok orda hem. Ne içeceksin? İçtiğin gecelerde beni özleyecek misin?


Hadi uzun saçlarına kurban olduğum  sevgilim ! , gitmeden “ ben de seni çok özleyeceğim ,  biz ayrılmayacağız" diyecek misin?...