8 Mart 2011 Salı

AYFER SEVİL HANIM ve DİĞERLERİ

Çekirdek çıtlatarak, Pazar günü sahilde başıboş gezen Mehmet Efendinin karısı Ayfer. Nedense bu apartman görevlilerine hep “Efendi” sıfatı eklenir, nedenini bir türlü anlayamadım. Yaptığı iş küçümsenmesin diye eklenen bir yüceltme sıfatı mı, yoksa tam tersi; yücelteyim derken, Efendinin yapmacık bir saygı ifadesine dönüşmesi mi? karar veremedim.

O kapıcı Mehmet efendi bir kenarda dursun, onunla şu anda işim yok. Beni ve sizi ilgilendiren Ayfer olmalı.

Ayfer, memeleri çıktıktan , adet gördükten sonra, “ artık vakit geldi” diyerek başı erkenden bağlanan , Orta Anadolu’dan gelmiş bir kadın. Gözünü kendisinden on beş yaş büyük Mehmet Efendi de açmış. Henüz sevgilisi bile olmadan kocası olmuş. Mehmet Efendi, onu kaptığı gibi soluğu İstanbul’daki bir apartmanda almış. Şehir hayatını, çalışan kadınları, süsü püsü, bu apartmanda öğrenmiş.

Ayfer tutkulu aşkları ,gizli buluşup , sevişmeleri hayal ettimi hiç bilmiyorum. Belki de etmiştir bakmayın saf saf göründüğüne. Biri elinde, biri karnında çocukla yaşamak onun en büyük hayali miydi, onu da bilmiyorum. Hayal kurar mıydı?, var mıydı hayalleri? ondan da emin değilim. Ama bildiğim şu ki, Sevil Hanım o apartmana geldikten sonra Ayfer değişti.

Bir gün bir konuşmamızda, “Sigortamız da var, çok şükür” dedi. En büyük hayali sigortalı olmak mıydı yoksa?

Doğru ya, yaşamak için; yemek yemek, uyuyacak sıcak bir ev bulmak, kaynana ve kayınpederden uzakta yaşamak, bir de oyalanacağı çocuklar yapmaktan başka, ne gerekebilir di ki?

Ayfer, kitap okumaz, barlarda içip içip dağıtmaz, arada sırada eski aşkını düşünüp ağlamaz. Ayrı kaldığı sevgilisine mesajlar atmaz. Ama o da kadın işte. Onun da ruhunda yok mudur alevlenmeye hazır bir kıvılcım?

Birden onu gözümde, tombul memeleriyle, bir bar taburesinde oturup, barmenden içki isterken canlandırdım. Çok komik geldi. Bira bardağını kafasına dikmiş, diğer elinde ağızlıklı bir sigarayı tüttürürüyor, yanına gelen yalnız erkeklere göz ucuyla bakıp, havalı havalı gecenin tadını çıkarıyor... Bar çıkışında da, bir taksiye binip, yalpalaya yalpalaya kapıcı dairesine geldiğini, uyuyan kocasının yanına kendini atıp, “ yok be Mehmet, aşk meşk yok, varsa yoksa yatağa atmak karıları... erkeklerin tek isteği bu.” dediğini ve sonrasında Mehmet efendinin suratını, o daireden ne gibi gürültü patırtı geleceğini düşünüyorum. Yüzümde çarpık bir gülümseme beliriyor..

Mehmet Efendiye geçen gün sahilde rastlamış bir arkadaşım. Kırmızı kamyonetinin içinde, yarısı sarı, yarısı siyah saçlı bir kadınla konuşuyormuş.
“Tek başınaydı, Ayfer yoktu” Dedi. “Allah allah” dedim.

Son günlerde hareketlerinde ve giyinişinde bir tuhaflık vardı zaten, çöpleri alırken surat asıyor, paçaları kesik kotlar giyiyordu. İyi akşamlar desem bazen cevap bile vermiyordu. Herkes bunun farkındaydı. Herhalde bana gıcık oluyor diye düşündüm. Aşık mıydı yoksa başka bir kadına? Nerde buluşuyorlardı peki bu kadınla? Ayfer durumu biliyor muydu? O kadına cep telefonundan mesaj atıyor muydu?
...Ayfer onunla geceleri sevişmiyor, ona sevgisini vermiyor diye mi Mehmet Efendi bu kırçıllı saçlı kadına aşık olmuştu? Yoksa aşk falan değildi de, sadece para karşılığı bir beraberlik miydi?...

Ayfer’e gelince, o, bir arayış içinde olamazdı. Hayat ona bu kadarını vermişti, başka bir erkekle, başka bir seçenek, ancak filmlerde olurdu. Elindekilerle yetinecek, Alp’le birlikte kahvaltı edecek, onu okula yollayacak, okul çıkışında da diğer veliler gibi o da çocuğunu bekleyecekti. Pazar günleri de, ellerinde çekirdek paketleriyle , Mehmet efendi önde, o ve oğlu arkada, sahil boyunca etrafa baka baka, birbirleriyle hiç konuşmadan yürüyecekler. Yolda yürürken diğer apartmanlarda çalışan kapıcı arkadaşlarına rastlayacaklar, sağdan soldan konuşacaklardı. İşte Ayfer’in parlak şehir yaşantısından anladığı buydu...

Kocaysa koca , erkek evlatsa erkek evlat vardı işte. Arada bir iri memelerini mıncıklayarak kısa sürede sevişirdi ya Mehmet Efendi, tamam işte. Seks hayatları da harikaydı ya, tamam.. Ayfer bazen üşenirdi sevişmeye .”Hava soğuk , su ısıtılacak, yapma şimdi” derdi ama Mehmet Efendi takmazdı bunu. Ayfer’in ne istediği değil, onun ne istediği önemliydi. Kocası kısa sürede işini bitirir, arkasını dönüp horlaya horlaya uyurdu. Karşı apartmanın kapıcısına dert yanarken duydum bir gün “ Kendimi tavuk sanıyorum bazen, o da horoz, üstüme çıkıyor, bir iki debeleniyor sonra susuyor. Bunda yakınmadan çok, eğlenir gibi bir hava sezmiştim. Üzülmüyordu, Terapiste gidip” ten uyumu yok”, “orgazm olamıyorum” diye anlatmıyordu.

Oysa üst kattaki Sevil Hanımın uzun uzun seviştiklerini biliyordu . Bazen sesleri, inlemeleri, gülüşmeleri Ayfer uyurken kulağının dibine kadar geliyordu. Uykusundan uyanıp, kulak kabartıyor ve kalp atışları hızlanıyordu o zamanlar. “Allah , Allah, neden böyle atıyor kalbim, ben bu sesleri duyduğumda ?” diye düşünüp şaşırıyordu. Yanakları büyük bir suç işlemiş gibi kıpkırmızı oluyordu. Adam, kadına, bu kadar inlemesi için ne yapıyordu acaba ? Ayrıca onların sevişmeleri uzun sürüyor da, onunki neden kısacık oluyordu?

Bir keresinde Sevil Hanıma temizliğe gitmişti. Onun odasına girdiğinde yatağının üstünde, satenden koyu mor bir gecelikle, arkası ip şeklinde bir külot görmüştü. Utanarak eline almış, küloda bakmış, çok ilginç bulmuştu bu kıyafetleri.
Acaba bunları giydiği için mi uzun uzun sevişip, böyle sesler çıkartıyordu Sevil Hanım?
Çok korkmasına rağmen, o geceliği ve külodu giymiş, aynada kendini seyretmişti. Bembeyaz teninde mor gecelik, muhteşem olmuştu. Televizyonlarda kadınların, sık sık yakındıkları o selülözlü şeylerden yoktu kalçasında.” Ben de bunları giyince çok güzel oldum” diye düşündü. Göğüsleri geceliğin yakasından taşmıştı.” Başkaları da görse böyle, beğenirler mi acaba beni?” dedi. Başka bir erkeği heyecanlandırıbilir miyim acaba bu kıyafetlerle? Başörtüsünü de sıyırdı, gece gibi saçları belindeki gamzelere doğru su gibi aktı.
Ellerini yavaşça göğüslerinin üzerinde gezdirdi, kendi göğüslerini bir erkeğin okşadığnı hayal ederek yavaşça, yoğururak okşamaya başladı.bir erkeğin göğüslerden aldığı zevki tahmin etmeye çalıştı. Göğüs uçları tomurcuklanınca heyecanı daha da arttı. Şimdi film çeviren artistler gibi çok çekici olduğunu ve onu izleyen erkeklerin büyülendiğini hayal etti. Geceliği yavaşça sıyırdı, yaptığından derin utanç duymasına rağmen bu oyunu oynamaktan vazgeçmedi. Dudaklarını utangaç ama seksi bir ifadeyle araladı. Filmdeki kadınlar hep böyle bakıyorlardı erkeklere.

Saten geceliği sıyırıp, eli tam bacaklarının arasına geldiğinde, bu oyunun daha da heyecanlı bir hal alacağını düşündü. İçindeki uyuyan dereler çağlamaya başlamıştı, kendi istediği dışında bacaklarının arasından sürekli taşıyordu. Yavaşça, şimdiye dek kocasının hiç dokunmadığı yerlere dokununca , karnının altında bir yerde bir yangın topunun dolaştığını hissetti. Dokunuşları hızlandıkça, ağzından isteği dışında çıkan inlemenin kendisine ait olduğuna inanamadı. Sonra, hep sıktığı sesini bıraktı, o yabancı ses kulaklarına bu kez daha da kuvvetlenerek, duvarlara çarpıp, yankılanarak geldi .

Aynada, ellerini bacaklarının arasında gördüğünde, ne zaman yatağa uzandığını hatırlamadı bile. Kendi güzelliğine hayran olmuştu, bacaklarının arasında genç ve güzel bir erkeği hissettikçe, yerin dibine geçiyor, düşündükçe artan bu ıslaklığa şaşırıyordu. İyice yapışkan, sudan bir varlığa dönüşmüştü Ayfer o yatakta.

Tam derin bir çığlık dudaklarının arasından çıkmıştı ki, telefon çaldı. Gecelikle üstünü örtüp, yataktan öyle bir kalkışı vardı ki, cümle alem onu görmüş gibi hissetti. Çalan telefona tir tir titreyen elleriyle cevap vermeye çalıştı. Ama sesi o kadar titrek ve boğuktu ki, Sevil Hanım telefonun öbür ucundan “Ayfer, sen misin?, İyi misin? , Bir şey mi oldu ? “ diye sordu.
“Haa Sevil Hanım, benim benim, buyrun” dedi.
“Kızım nefes nefesesin, bir şey mi oldu ?”
“Yo, yok” dedi Ayfer, “ Balkonu yıkıyordum da telefon çalınca koşuverdim.”
“ Hee tamam, koşma sakın öyle kızım, ayağın kayar, düşersin bir yerlere sonra” dedi Sevil Hanım.
“Tamam tamam, siz merak etmeyin” dedi, bir eliyle orasını burasını kapatırken... Hiç böyle çıplak konuşmamıştı telefonda.
“ Odada Tuğrul’un lacivert takım elbisesi var, onu temizleyiciye verir misin?” diyecektim .
“Tabi tabi Sevil hanım, veririm. Diyerek kapadı telefonu Ayfer.
Tüm bu yaptıklarını Sevil Hanım görmüş gibi telefonda konuşamamıştı utancından. Hemen yatak odasına gidip kendi kıyafetlerini giydi. Geceliği bir kenara katladı. Nefes nefese kalmıştı,bacakları titriyordu. Ama işine devam etmesi lazımdı. Yoksa ne yaptığını anlar, rezil olurdu....



AYTEN;

Sekiz kardeş ve onların karılarıyla yaşamak onu bıktırmıştı. Köyden çok isteyen vardı onu, temizdi, namuslu bir kızdı, iyi huyluydu. Ama o burada yaşamak istemiyordu, ne olursa olsun, düzenli maaşı ve sigortası olan, ayrı bir evde yaşayacağı biriyle evlenecekti. En kötüsü bile olsa bu evden kurtulmak, sarayda yaşamak gibi güzel olurdu. Bu insanlardan uzaklaşacaktı.
“Çocuklarım olur, onları okula yollarım, yakalarını ütülerim, kızlarımın saçlarına bembeyaz kurdeleler takarım. Beni göndermediler okula ama, ben onları mutlaka okutacağım. Gündüz temizlik yaparım, akşam kocam gelmeden yemekleri pişirip, sofrayı hazırlarım, düzenli bir hayatım olur” diye düşündü çamaşırları asarken.

- Ayteeen, bayılıyorum kızım sana, senin kadar beyaz çamaşır yıkayan yok bu köyde. Kalbin gibi çamaşırların da beyaz
Diye laf attı karşı komşu Hamdiye teyze.
Hamdiye teyze, köydeki diğer kızları pek findirdek bulurdu. Onun gelini, temiz, namuslu, efendi olmalıydı. Çok istiyordu Ayteni oğlu Hurşit’e almayı ama Ayten istemiyordu bu köyde kalmayı. Oğlu da sevdalıydı Ayten’e, Ayten de yakışıklı buluyordu onu ama bu iş olmazdı...

Evin tüm yükü Ayten’deydi. Gece yatağına yatıp, rahat bir uyku bile uyuyamazdı çoğu zaman. Mutlaka birileri bir şey ister, ona ihtiyaç duyarlardıı gece yarısı bile olsa. Bütün gün ev ve bahçe işleriyle uğraştığı yetmezmiş gibi, gece içip içip, eve sarhoş denen ağabeylerinin peşlerini toplamak, üstlerini başlarını değiştirmek bile ona düşüyordu.

Yine yorgun bir gecenin sonunda, her gece içen ağabeyleri eve dönmüş, nara atıyorlardı. Bütün gün uğraşıp, temizlediği kilimin üstüne kusuverdi birisi. Her yer berbat olmuş, evin içi iğrenç kokmuştu. Ayten o kadar sabırlı olmasına rağmen o gece taştı sabrı ve “Allahım” dedi ellerini yukarı kaldırıp, “ bana böyle içen bir koca vereceksen al canımı öleyim daha iyi” diye dua etti.
(Duaları tuttu ve hiç içki içmeyen bir adamla evlendi. )

Ertesi sabah yorgunluğunu atamamışken , sabah altıda uyandı. Ahırı temizledi, inekleri sağdı, sütü ocağa koydu, evdeki gelinler, kardeşleri, ağabeyleri uyuyorlardı. Bir baktı, annesi çarşafı atmış üstüne, kapıdan çıkıyor
- Anaaa, nereye sabah sabah ?
Dedi üzülerek.
- Şehre iniyorum, biraz yumurta ve süt satacağım , ordanda ablana uğrarım, Cuma günü gelirim
- Ana bir sürü iş var , ben yetemiyorum artık bunlara..
- Yaparsın becerikli kızım, sana güvenmesem gider miydim ben?
Diyerek kapıdan çıkıp gitti, avludan uzaklaşmasını üzüntüyle seyretti Ayten.
Ayten yine bir dünya dolusu işle tek başına kalmıştı. Ne konuşacak kimsesi kalıyordu evde, ne de ona yardımcı olacak biri. Annesi yokken, yengeleri elini hiç bir işe sürmüyorlardı. Yemek yiyip kalkmayı, konu komşuya gitmeyi, dedikodu yapmayı seviyorlardı yalnızca. Ağabeyleri bütün gün aylak aylak geziyorlar, babalarının borç, harç açtığı bakkalı işletmek yerine dükkanda ne var ne yoksa arkadaşlarını toplayıp yiyiyorlardı. Bu da yetmezmiş gibi, babalarının üç kuruş maaşına da, yok sigara parası, yok çocukların okul parası bahaneleriyle göz dikiyorlardı. Ayten ise hiç bir zaman para istememişti evdekilerden. Bazen komşuların tarlasına çalışmaya gider, kazandığı gündeliği çeyizleri için biriktirirdi.

O sene köylerine ilkokul açılmıştı. Okul, evlerinin tam karşısındaydı. Babası, erkek çocukların hepsini onlar istemese de okula yazdırdı. Ama Ayten’in lafı bile geçmedi. “Gerek yok, o kız “ dedi. Oysaki köydeki bütün kızlar ,- bir tek Ayten hariç- okula yazılmıştı. O arkalarından ağlayarak bakmıştı. Bütün gün oynamak için onların okuldan dönmesini bekleyen Ayten, arkadaşlarının bahçelerine gittiğinde” Oynayamayız biz, öğretmen çok ders verdi” diye geri çevrilince, içi ezile ezile eve, onu bekleyen işlerin başına dönüyordu. Oysaki ağabeyleri okula gitmeyi hiç istememelerine rağmen, önlükler, defterler, yakalar alınmış, büyük bir adam olur diye hevesle okula gönderilmişlerdi. Ama hiç biri de okumamıştı. Okuladn kaçıp, bahçelerde içki içmişlerdi. Hele küçük ağabeyi, okul zilini duyduktan sonra, yataktan söylene söylene kalkıp gidiyordu. Onları giydirirken hep gözlerinden yaşlar boşanmış, bir Allah’ın kulu da “ Şu kızı neden okula göndermiyor sunuz?” diye sormamıştı. Teneffüs saatlerini bilir, o arada işini bırakır, okul bahçesinin parmaklıklarının arasından oynayan arkadaşlarını içi giderek seyrederdi. Ah bir bilselerdi, kalem ,defter kokusunu nasıl sevdiğini, kelimeleri okumayı öğrenmek için ne kadar heveslendiğini, yine de bırakırlar mıydı evde onu?
Bir gün köyde dikiş kursu açılmıştı, okullar tatil olduğu için, ilkokulu bitiren kızlar dikiş öğrenmeye gittiler. Ayten’i de çağırdılar, gel, bir iki şey öğrenirsin dediler, büyük bir hevesle gitti Ayten. Ancak öğretmenleri Ayten’in okuma yazma bildiğini varsayarak sayılarla ilgili bir şey sordu. Kıpkırmızı olan Ayten, ağlayarak kursu terk etti. “Ben kör gibiyim, ne okuyorum, ne yazıyorum, okula göndermediler, ömür boyu boynum bükük kalacak” dedi...

Ayten ikinci ekmeği yoğururken,
- Ya Sabır Allahım, kurtar beni buralardan
Dedi. Çingene de gelse sırf burdan gitmek için kabul edeceğim.

Ayten kapı önlerini yıkarken, köyün bir iki kızı salınarak geldiler yanına.
“Hamarat kız, kolay gelsin” dediler şımarık şımarık,
- Sen hep iş yap bakalım böyle bütün gün, biz şöyle bir turlayıp geleceğiz.
Kızlardan diğeri de:
- Benim de samanlıkta bir işim var
Dedi manalı manalı gülümseyerek.
- İyi de ne yapacaksın Samanlıkta, daha sabah temizlemiştin ya ...
- Hahaha kızım anlamadı bu, çok saf ya
Dedi öbür arkadaşı kolundan çekerek, kalçalarını sallaya sallaya uzaklaştılar. Arkalarından baka kaldı Ayten.

Cuma günü akşamüstü annesinin kara çarfını dalların arasından gördü.
Annesi avluya yaklaşınca seslendi
-Ayteeen, ben geldim.
- Hoşgeldin ana
dedi Ayten.
- Bir soluklanayım da sana bir şeyler anlatacağım.
- Ne oldu hayırdır ana?
- Dün Gülengül teyzelere İstanbul’dan bir misafir gelmiş. Ben görmedim ama yolda rastladım bir komşu söyledi.
- Sen gördün mü?
- Hee geldi, evet gördüm tabii. Ne oldu ?
- Kızım saf saf konuşma Ali’yi görmedin mi, arabanın içinde?
- Ali kim ana?
- Gelengül teyzenin İstanbul’dan gelen misafiri işte. Sen çamaşır asıyormuşsun adam sana vurulmuş. O ne kadar hanım bir kız başını kaldırıp bakmadı bile, ne kadar hanım bir kız demiş. İstanbul da dolmuşu varmış, şoförmüş. İsterse alır giderim İstanbul’a onu demiş.
Ayten’in elindeki tencere yere düşüyordu, zor yakaladı. Gözleri parladı, yüreği buruldu, buruldu, nefes alamadı bir ara. Anasından da utanırdı cevap vermeye.
- Ne bileyim ana, siz uygun görürseniz..
Dedi sadece.
- Bir araştırsın bakalım ağabeylerin, onlar ne der. Babana sorarız, sonra tekrar etraflıca konuşuruz.

Ayten içeri gitti, aynaya baktı. Beyaz teninde iki kırmızı elma gibi parlıyordu yanakları. Beyaz gelinliğini hayal etti. Saçlarının uçlarıyla oynayıp, sağa sola döndü, gülümsedi. Demek kurtulma vakti gelmişti buralardan. Şehir kadını olacaktı. Köyün kızları çatlasın bakalım, okuma yazma bilmeyen Ayten İstanbul’a gidiyor, ne haberrrr...
Ayrı evim olacak, tertemiz bir evim. Her gün temizleyeceğim, görenler bayılacaklar..

Haftanın bitmesine yakın , Ayten her gün ayrı bir hayal kurdu. Hafta sonunda Gelengül teyzelerle birlikte Ali de geldi. Ali avluda görününce, perdenin arkasına gizlenip oradan inceledi Ayten onu. Uzun boylu, kara bıyıklı, yakışıklı, tıpkı filmlerdeki artistlere benziyordu.” Aradağımı buldum artık” diyerek, titreyen elleriyle kahveleri dağıttı. Ali’’nin kahvesini verirken, onun gözlerini üstünde hissettikçe yanaklarına ateş bastı.
İşte, evlenmeden önceki tek aşk hikayesi buydu Ayten’in. Bir erkekle anlamlı bir şekilde göz göze gelmişti artık. Daha önce hiç bir erkeğin gözlerinin içine bakmamıştı Ayten...
Misafirler gittikten sonra, annesi yanına çağırdı Ayteni.
- Kızım gel otur hele, bak ne diyeceğim. Bu adam daha önceden evlenmiş. İki tane de oğlu varmış. Olmaz bu iş. Ben seni dul adama vermem.
Ama, ana diyecek oldu Ayten. “Olmaz “ dedi anası. “Üvey analık mı yapacaksın çocuklara?, üstelik ne kadar bakarsan bak, adın üvey ana olacak. Hepsi bu.
Köyde bu kadar bekar erkek varken buna mı varacan?”
Ayten Ali’nin hiç bir kusurunu görmüyordu. Aşk ateşi yüreğine düşmüşken, başka hiç bir şey öğrenmek niyetinde değildi. O gece, güneş doğana kadar düşündü. Gelengül teyze cevap bekliyordu. Ayten kararını vermişti.
- Benim kararım kesin ana, ben bu adamla evleneceğim.
Annesi kızılca kıyamet kopardı, ağladı, sızladı, yırttı kendini. Ama Ayten ilk defa istediğini yaptırtmıştı.
- Varsın çocukları olsun, ne olacak, bakarım onlara gözüm gibi, sanki burda yengemlerin çocuklarına bakmıyor muyum?...

Ayten için yüklü bir başlık parası alındı. Tek bir kuruşunu Ayten’e vermeden aralarında paylaştılar ağabeyleri.
Gelinlik çok yakıştı Aytene. Komşuları Hamdiye Teyze, oğlunu değilde, İstanbul’lu adamı seçtiği için çok kırgındı Ayten’e. Düğününe gitmedi bile. Oğlu Seyfi, Ayten İstanbul’a giderken arkasından bağırdı.
- Ömür boyu mutsuz olursun inşallah, İstanbullu senin gözünü boyadı , git bakalım, git. Sen beni yaktın , Allahta seni yaksın” dedi.
Ayten hariç herkes şaşırdı bu laflara. Ayten, yüreği mutluluktan çarparken bu lafların farkında bile değildi.
- Gidelim, bir an önce gidelim burdan
Dedi Ali’ye.

Ali İstanbul’da, bahçe içinde iki katlı bir evin üst kat dairesini kiraladı.
“Buraya çiçekler ekerim, çocuklarım olunca, şu ağaca salıncak kurarım” diye hayal kurmaya başladı hemen Ayten.

Düğün gecesinin ertesi günü, İstanbul’daki ilk günlerinde, işe çıktı Ali. Ayten temizlik yapmam lazım diyerek işe girişti, balkonu yıkarken gözleri bahçede oturan komşulara takıldı. “Gelsene” diye çağırdı komşular onu, Ayten utangaç bir şekilde gülümsedi ve içeriye girdi. Dış kapının kolunu çevirdi ama kapı açılmadı. Tekrar denedi. Yok, açılmıyordu bir türlü. “Allah, Allah, bozuk herhalde” dedi. Bir an önce yeni komşularıyla tanışmak istiyordu.” Ne yapsam acaba ?” diye düşünürken, köydeki alışkanlığı geldi aklına. Kapı olmazsa, balkondan inerdi avluya. Balkona gitti, yüksek sayılmazdı. Bir ağaç dalı balkonun içine geliyordu zaten. Ağaca çıktı ve beş adımda bahçeye indi. Komşular gülerek baktılar ona, “ilahi kız” dediler, “evin kapısı yok mu senin? “
“Var ama bozulmuş herhalde, açamadım” dedi. Komşular bu laf üzerine birbiriyle bakıştılar. Ayten’e çay ikram ettiler, sağdan soldan lafladılar. Ayten işini yarım bırakmıştı, bunun farkındaydı ama bu yeni komşularından ayrılmak da istemiyordu, neredeyse akşam olmuştu, köyde bile bu kadar sohbet ettiği çok enderdi. İçi içine sığmıyordu, yeni bir ev ve yeni komşular buldu diye.

Karşı apartmandan müzik sesi geliyordu. Balkona, elinde sigarasıyla, üstünde incecik askılı elbisesiyle, simsiyah saçlı havalı bir kadın çıktı. Kahkaha atarak, yüksek sesle konuşuyordu, hepsi birden gözlerini o balkona doğru çevirdiler. Sonra Ayten’e dönüp; Karşı bina yapılırken burayı da istedi müteahhitler ama toprak sahibi vermek istemedi. O kadın Sevil hanım, şu anda kendinden epey küçük bir adamla evli. Bu ikinci kocası, birincisinden boşandı. Hep böyle açık saçık giyinip, balkonda oturur...

Ayten de gülümseyerek yukarı doğru baktı, güzel kadın doğrusu diye geçirdi içinden.
Akşamüstü kocasının arabasını gördü, gözlerinin içi güldü. Kısa kollu, puantiyeli elbisesini şöyle bir düzelterek “ Ben artık kalkayım” dedi.
Kocasının yanına gülerek gitti.
Ali: “Sen nasıl indin bahçeye?
Dedi.
- Sen kapıyı yanlışlıkla kilitlemişsin, ben de balkondan indim
Dedi gülümseyerek... Durdu Ali bir nefes aldı.
Suratına” şrakkk” diye inen tokatla, işlediği yatak örtüleri, pişirdiği yemek, puantiyeli elbisesi, ilk defa sürdüğü sürme, çamaşır suyuyla sildiği taşlar, akşam giyeceği naylon gecelik uçuşup durdu gözlerinin önünde. Her şey etrafa dağılıyor, birbirine karışıyordu. Dengesini sağlamaya çalıştı, yere düşüyordu nerdeyse. Şimdi yüzü Ali’yi ilk gördüğü günkünden daha da kırmızıydı.

- Demek balkondan aşağıya, bu yarı çıplak halinle sallanarak indin,? karşıda işçiler seni izlemiştir bir güzel .Hiç kafan çalışmıyor mu senin? Bu adam kapıyı neden kitledi diye düşünmedin mi? Ama sen bana inat, balkondan çıkmışsın üstelik...
- ??
- Neden kızmıştı Ali ona, neden kilitlemişti ki kapıyı?
- Bir daha böyle kolları çıplak elbiseler giyme, yakarım bu kollarını
Deyip, elbiseyi carrt diye yırtıverdi.
Bu elbiseyi evlendiği ilk gün giymek için dikmişti. Şimdi odanın ortasında parçalanmış bir şekilde duruyordu.

SEVİL HANIM
Ayfer temizliği bitirmiş, çamaşırları yerine koymuş, Sevil Hanım’ın gelmesini bekliyordu. Bugün yaptıklarını anlamasın diye her yeri defalarca kontrol etmişti. Sanki duvarlar konuşacak ve herşeyi anlatacaklar diye öyle korkuyordu ki...
Sevil hanım kendine bir bardak viski koydu. Üzerine ince bir şeyler giydi, Sigarasını da aldı,rahatça uzandı koltuğa.
Sevil Hanım Ayfer’in parasını verdi. Ayfer, göz göze gelmeden parayı alıp, evine gitti. Eşi telefon etti.
- Sevil’ciğim bu akşam toplantım var, Antalya’ya uçuyorum, toplantı sabah erkenden olduğu için akşamdan gitmeyi tercih ettim. Yarın akşam görüşürüz.
- Peki Tuğrul, sana iyi işler dilerim.
Diyerek telefonu kapadı Sevil hanım.
(Toplantıymış, ben bilmiyorum sanki senin toplantılarını. Sarışın, yirmilik sekreterinle yine toplantı yapacaksınız desene. Pis herif, yetti artık be, göz yumduk, yumduk, sanki bana erkek yok.)
Diyerek bir tekmeyle viski bardağını yere devirdi.
Telefona uzandı.
- Cem ne haber, nasılsın ? Müsaitsen akşam gelsene bana. Yer, içer, laflarız, canım sıkkın biraz.
Sevil, Ayfer’i aradı, dışarıdan bazı siparişler verdi. Güzel bir sofra hazırladı. En güzel elbiselerinden birini giydi. Mumları yakarken bir yandan da (iş toplantısıymış he..hadi bakalım.kim iş toplantısında? Sen mi, ben mi?)

Ayfer o akşam çöpleri toplamaya geldiğinde Sevil Hanımın kapısını dinledi. Ona gelen yakışıklı adamı görmüştü. Bir kaç kere daha gelmişti o adam. Kimbilir neler yapıyorlardı içeride, kalbi gümbür gümbür atmaya başladı yine.
Sanki yakışıklı adam Sevil Hanımla değil Ayfer’l sevişiyordu. Sevil Hanımın o şuh inlemelerini duydu yine, eli ayağı titredi, yanakları kıpkırmızı oldu.
Ahh..., neler yaptıklarını izleyebilseydi, ne kadar güzel olurdu...
O gece hiç uyuyamadı Ayfer. Aklı yukarıda olanlardaydı...
Sabah Sevil Hanım ve Ayfer, karşı bahçeli evden gelen çığlıklarla uyandılar
- Ne oldu Ayfer, bu sesler ne?
dedi balkona geceliğiyle fırlayan Sevil Hanım
- Yandaki eve bir gelin geldiğdi ya bir kaç gün önce , hani bahçede çamaşır asıyordu, japone kollu puanlı elbisesi vardı. O kız canına kıymış.
- Vah vah, yazık gencecik kıza, Neden intihar etti acaba kız?..

Bütün gün intihar eden Ayten’in haberleriyle çalkalandı sokak. Ayfer çok etkilendi bu olaydan. Akşam olup kocası Mehmet Efendi geldiğinde
- Ayfer suyu ısıt, hazırlan, ben yatağa geliyorum
Dedi,
Ayfer; “ Suyu ısıtmayacağım, bundan böyle sen istediğinde de bu yatağa girmeyeceğim
Dedi.