12 Temmuz 2014 Cumartesi

EYVAH 40!


Güvenle sarılacağım kimse kalmamıştı. Sonra bu geldi. Hoş geldi!

Arkadaş aşağıda, sizlerle tanışmak istiyor.Umarım siz de seversiniz onu. Ben çok sevdim çünkü.
Pazartesi tüm kitapçılarda  sizlere  merhaba diyecek. Hadi, siz de sarılın ona; bana sarılmış gibi olacaksınız; hissedeceğim.

NOT: Ara sıra soruyorsunuz, Kitap blogla ilgili değildir, bilginize






3 Temmuz 2014 Perşembe

GÜLÜMSE BİRAAAZZZZZZZ


http://youtu.be/5yCx_YR791Q


Masalarının  üzerine kara sinekler konmuş, küçük bir lokantanın önünden geçerken bu şarkı çağırdı beni. Hızlı adımlarım birden yavaşladı;  bir iki saniye lokantanın önünde durdum, ayrılmak istemedim. Aklıma o kız gelmişti işte...

İbrahim Tatlıses de Sevilay da çok genç, her yerinden buram buram yaşam sevinci salıyorlardı o zaman.
“Gülümse biraazzz “ diye mahalleyi çın çın çınlatıyordu  İbrahim Tatlıses yaz sıcağı sesiyle.
"Dinle bak,  dinle, çok seveceksin" diyordu, kendisine bir yandaş ararmışcasına.

Ağustos”un onunda gelen ve üç  haftalık iznini  minicik  bir balkonda geçiren,  genç sarısı saçları mavi gözleriyle çok şahane bir kızdı o.
Arabeskti.
80"lerin en sıcak hatırasıydı
Almanya’dan sarı Mercedes"in arkasındaki  karavanla gelen kızdı o !  
Bir sürü bebekleri olan,  gözlerinin mavisini çalmaya niyetlendiğim güzel bir  kız.
Hayatını ölesiye merak ettiğim , sırlarla dolu kız!

Aynı bu fotoğraftaki gibiydi. 




Yıllar sonra Türkiye'ye yerleşti. 
O Almanya'da yaşarken güzeldi gözümde, farklıydı. Buraya yerleştiğinde kokusunu da saçlarındaki yıldızları da kaybetti.
Kokusu değişti ilk önce.
Sonra gözlerinin mavisi.
İstanbul'da yaşayan mutsuz , ne yöne dönse boşluğa çarpan kadınlar gibi oldu; soldu, pustu, sindi, kahverengiye karıştı.
Ama  en çabuk değişen de benim kocaman yüreğimdeki sevgisi oldu;  uçup gitti yeni yetme yüreğimden, beni boşluğa bıraktı.
Ergenlik çağımda kalbime konan bu minik, rengarenk kelebek, kanatlarını toprağa verdi bir gece aniden. Saman sarısı da deniz mavisi de bahar  kokusu da kara bir toprağa karıştı;
Öldü mü, öldürüldü mü, ölmeyi mi  seçti,  bilemedim. Bilemedik.
Zaten onu kimse de merak etmedi...
Sık sık rüyamda görüyorum;  bembeyaz elbiseler giymiş yaz kumaşlarından, saçları güneş vurdukça parlıyor, ayakları çıplak, ayakları hep çıplak. Ayakları hep toprağa yakın.




































23 Haziran 2014 Pazartesi

ÇOK KARIŞIK MEVZULAR


Fonda Tanju Okan var. Sever misin? Ben çok severim.

"Benim en iyi dostum içkim sigaram
Onlar da terk eder, olmasa paraaaaammm..."

Bir hiç uğruna zaman harcıyorum,  biliyor musun
Aşk hiçtir çünkü; elinde hiçbir şey kalmıyor.
Bomboş kalıyorsun, bomboş, sonra da seni bombok hissettiriyor, bombok!
Aşk hiçbir şeydir; ömrünü böyle bir duygunun varlığına inandırarak bütün zamanını harcıyorsun.
Önce şair oluyorsun, sonra yazar; olmuyor; oyuncu oluyorsun aşkı iliklerinde hissetmek, hissettirebilmek için,
Ama sonra şiir de kitap da oyun da bitiyor.
Aynada kendini hep tek başına görüyorsun; hep tek.
Oysa beş yasından beri kandırılmışsın bu duyguyla, elinden tutmayınca kimse,  eksik oluyorsun. Yürürken hafif kambur,  ayaklarını sürüyorsun. (aşıkken nasıl yürüyordun,  hatırlasana)
Kahve pişirecek biri olsun diyorsun; iki kişilik  fincan takımı  alıyorsun. Birini kırıyorsun bir gün,  ikincisiyle yine kendin içiyorsun.

Onun için kek tarifleri kurabiye tarifleri alıyorsun birilerinden , süslü sofralarda sunuyorsun O'na. Hep veriyorsun, hep veriyorsun; nasıl bir kaynaksa bu, tükenmiyor.

Kadın bu! Isıtılmak  istiyor işte. Kendi kollarıyla kendi gövdesine sarılmaktan bıkıyor.Kadın bu! Sık sık gözlerinin içine bakılsın istiyor. Kadın bu! Kucaklanıp döndürülmek istiyor yaşı ne  olursa olsun, kilosu kaç olursa olsun.

Ayrılığın acısını sigaradan , içkiden çıkarmaya çalışıyorsun; olmuyor. Çare olacağını düşündüğün dayanakların hepsi  çaresizliğin oluyor.
Aşk bu canım, aşk!  Senden başka kimseye zararı olmuyor.
Geçtiği yollardan geçerken buruluyor buruluyor göğsün;  tıkanıyorsun, konuşamıyorsun değil mi?
Bilirim,  bilmem mi.
Onu görürsün belki diye saçını başını topluyor,  onun en sevdiği renkteki elbiseni  giyiyorsun,  değil mi?
Bilirim,  bilmem mi...
Bir sigaranın dumanı bir rakının beyazı bile sadece onun gülen güzel dudaklarını hatırlatıyor,  değil mi?
Bilirim,  bilmem mi.
Kopsun artık diyorsun değil mi, kopsun bitsin, yaşam nereye kadarsa.
Daha fazlasını yaşamak daha çok parçalanmak, daha çok bölünmek, daha çok çatlamak değil mi?
Yaşıyorsun işte,
Yaşıyorsun be gülüm.
Yarım, kırık, topal,  flu  ama yaşıyorsun işte. Zaten en acımasız olan da bu değil mi, zorla yaşatıyor seni Tanrı, zorla!
Bakalım nereye kadar diyorsun,
Ciğerin bir yanda, ellerin ayakların bir yanda, göğsün bir yanda...

Ha,  göğüs dedin de aklıma geldi,
Fındık kadar bir şey fark ettim göğsümde, oha!  Bu ne lan,  diye yüksek sesle konuştum, kendim duydum o sesi yani.
Bastırdım elimle,  evet,  orada bir "şey" vardı. Ruh gibi gezdim evde sabaha kadar. Bakalım daha neler olacak dedim. Ertesi gün doktora gittim;  filmler filan çekildi, amaaan,  dedim,  memen mi var derdin var. Doktor gülümsedi. Sıkıp sıkıştırıp makinenin içine koydular zavallıcıkları, şekilden şekile girdim. Canım yandı. Kapalı yer fobisi olduğu için kadına  yalvardım  yakardım  kapı aralık kalsın diye. Odanın kapısını aralık gören yakışıklı bir doktor girdi içeri,  ama göreceği bir şey de yoktu zaten. Abuk subuk bir poz vermiş, yarı çıplak bir kadın işte.

Bir de ultrason filan çekildi işte.  Doktor,  "çok mutlu oldum, kötü bir şey değilmiş" dedi.
Zamanı geldiyse ve gerekliyse mamografiyi sakın ihmal etmeyin hatunlar.
Ne zaman üzülsem vücudumun bir kenarından bir şeyler fırtlar. En çok da göğsüm acımıştı terk edilince.
Orda çıktı acısı.

Tüm bunlar olup biterken, bugün yayıncım mesaj atmış. "Akşama baskıya giriyor kitap" diye. Ne güzel gülümsedim bir bilseniz.
Bazen oluyor işte, güzel şeyler de oluyor.
Kitabımı raflarda görünce ilkinde yaptığım gibi yapacağım; ona sarılıp uyuyacağım.
Dünyanın en kötü kitabı olsa da umurumda değil; o benim, ben yazdım, benim sevgilim o.

Hadi eyvallah , kalın sağlıcakla. 

22 Mayıs 2014 Perşembe

HER BAŞARILI ERKEĞİN ARKASINDA






Her başarılı erkeğin arkasında...







Onun tüm stresini çekmiş, cevapsız çağrıları 300 ü bulmuş,
Beklerken tırnaklarını yemiş, bitirmiş
Saçları dökülmüş
Paket paket sigara içmiş
Kadeh kadeh rakı tüketmiş
Beklemiş
Üşümüş,
Sağ elini sol eline destek yapmış,
Cenin pozisyonunda yatıp kendine sarılmış,
Her gece uyanıp, mesaj atmış mı diye uykusunu bölmüş
Onun işi iyi gitsin, hedefine ulaşsın diye ağrılarından bahsetmemiş,
Ateşi çıktığında kendi kendine geçirmiş
Ağladığında yorganın altına girmiş,
Özlediğinde gömleklerini koklamış,
Buluşacağı günleri takvimde koskocaman işaretlemiş
Beraber gezdiği yerlerdeki fotoğraflara bakmaktan eskitmiş,
Çorbayı, çayı, kahveyi tek başına içmiş
Bir saat görebilmek gözlerine bakabilmek ve o gözleri bir dahaki buluşmaya kadar  hatırlamak için kilometrelerini ve saatlerini harcamış,
Toplantıda keyfi kaçmasın diye özlemi yüreğini delmişken bile gülümsemeli mesajlar atmış
Hep onu mutlu etmeye çalışmış,
Ve bu çabalarının hiçbiri görülmemiş
Ve yalnız kalmış
Bir kadın vardır.
Ne kadını?
Kadın filan yoktur. Adam onu başarısı için ezmiş, yok etmiştir.

Başarılı bir erkek profilini oluşturup arkasında bir enkaz bırakmıştır.




Yılmaz Özdil yazısı gibi oldu sanki.

2 Mayıs 2014 Cuma

İŞTE ÖYLE BİR ŞEY!



İştahım kesildi.Sürekli uyumak istiyorum. Hiç çalışamıyorum. İşleri hep erteleyerek yapıyorum bu aralar. Sadece sigara içmek istiyorum. İki kilo vermişim üç haftada. Şiddetle tavsiye ederim, kilo vermek istiyorsanız; ÜZÜLÜN!

Kendimden uzaklaşmam lazım, kendimi oyalamam lazım,  yoksa minör depresyonum majöre dönecek. Aklıma geldi durup dururken benim SARI KIZ,  Kim mi o? Enteresan bir arkadaş işte. Arkadaşımın arkadaşı kontenjanından. Bu eşsiz kişiliği sizlerle tanıştırmaktan onur duyarım.


1.75 boylarında, ince,  bir dönem çok ünlü mankenlik ajansında  mankenlik yapmış, playboy kızlarına benzeyen bir hatun. İçi seni dışı beni yakar.

Gece alemlere  aktığımız  zamanlarda bu kız bizim masanın kenarında ayakta durur, dans ederdi. Yakın arkadaşımın uzaktan arkadaşıyken birden samimi arkadaş kontenjanına geçti. Ancak, bize katıldığı gecelerin hiçbirinde  içecek almaz, bizim nasıl olsa içeceğimizi  bilir, beş kuruş harcamadan evine dönerdi. Evi de zaten gittiğimiz mekâna yürüyerek beş dakika uzaklıktaydı.  İlk başlarda anlayamadım durumun vahametini. Kız alkol almıyor, tadını bile bilmez. Babası alkolikmiş o yüzden alkolden nefret edermiş. Garson geliyor masaya  ne içersiniz? diye soruyor. Biz  votka, tekila neyse söylüyoruz. Sıra buna geliyor  “Ben bir şey almıyorum diyor.  Bir iki defa böyle hallettik,  ancak bir akşam  kudurdum ben. Kızlara dedim ki bakın,  garson gelecek ve hiç birimiz bir şey içmeyeceğimizi söyleyeceğiz. Bakalım ne yapacak" dedim.  "Tamam" dediler, anlaştık.

Garson geldi yanımıza. Ne içiyoruuuuz?  dedi o kıvrak sesiyle. Ben bir şey almayacağım tatlım  dedim kıza dönerek Benim yanımdaki de ben de almayayım şimdi, sen ne istiyorsan iç”  dedi kıza.  Sarı kız kızardı, bozardı ve gecenin on ikisinde garsona Ihlamur siparişi verdi. Garson en aşağılayıcı ve en nefret dolu bakışlarını üzerimize atarak geri döndü. Çok utandığım anlardandır.
Kız şaşırdı biraz tabii, ben de bu akşam canım hiç içmek istemiyor canım,  yaaa  dedim. Arkadaşlarım da ben de yaaa diyerek destek oldular. Garson bize küfür etti,  dudaklarını okudum, 
dedim. “Ay,  napiim , boğazım ağrıyor, ne içeyim başka, dedi. Gerçekten tıklım tıklım dolu, milletin kafalarının uçtuğu  o barda "ıhlamur" muhteşem bir seçimdi.

O gece erken ayrıldım bardan, o da ıhlamuruyla millete eğlence  malzemesi  olarak gecesine devam etti.


Taksiye binerdik dört kız, bu en önde oturmasına rağmen, okuması yazması yokmuş gibi taksici frene basıp ineceğimiz yere geldiğinde arkasını döner kaç lira,  kaç lira tuttu, kaç lira veriyoruz? “ diye  sorardı. Dört dakikalık yol gitmişiz 10 TL tutmuş, kişi başı kaç lira düşecek ki.

Bu kızın cebinde daima bozuk paralar olurdu, hiç şaşmadı. Taksi kaç lira tuttuysa, kuruşu kuruşuna verirdi. Hatta bizim  arkadaşlardan bir çocuk onun barda bozuk paraları avucunun içinde küçükten büyüğe doğru dizdiğini gördükten sonra bozukçu takmıştı adını.
Artık batmaya başlamıştı her yaptığı. Sonuçta benim değil arkadaşımın  arkadaşıydı ama o her yere sokuluyordu. Erkek arkadaşları da en az onun kadar garipti. Nerde bir arıza ve mostra adam  var,  onu hiç aramadan hemen bulurdu.
Peki,  ya giyimi?
Ara sıra ucuzluktan (ama kesinlikle ucuzluk zamanında) pantolon, body, ayakkabı, çanta alırdı. Ama bunları hangi mağazalardan beğenip de alır, öğrenemedik. Hatta yolda bizi gören bazı tanıdıklarım şey,  o sarışın arkadaşınız nerden?, kim?" filan  diye soruyorlardı. Yeni aldığı kıyafetleri en az üç ay bekletirdi. Bir gün " aaa, bunları ne zaman aldın, hiç görmedim üzerinde"  demiştim, o da  "iki üç sene oluyor,  bir erkekle buluşursam o zaman giyeceğim , şimdi gerek yok demişti.

Ne kadar daha modern giyinebileceğini üstelediysem de beni  zevksizlikle suçladı. Kendisine göre o çok zevkliydi.

Mesela kesinlikle kuaföre gitmezdi bu kız. Saçını kendisi boyar(sahne sarısına) kendisi keser( akıl hastaları gibi) kaşlarını kendi alır, tırnaklarını kendi yapardı. Hayatında hiç manikür pedikür yaptırmadı, fön bile çektirmedi. Geceden bigudiyle sarardı saçlarını, eski moda dergilerindeki kapak kızlarına benzerdi. Sonuçta o güzel yüzü,  o güzel vücudu komik ve rüküş tarzıyla rezil etti. Neden gitmiyorsun kuaföre dediğimde "başkasının saçlarımı ellemesine dayanamıyorum" demişti.

Bir kere nişanlandı. Nişanlandığı kişiyle eşya almaya gittiklerinde tam bir komedi yaşanmış.Nişanlısı bundan daha arıza çıkmış.  Üzerinde Ayşe (markası) yazdığı için yatağı,  el halısı olmadığı için de aldığı halıları geri göndermiş, sonra da ben bunları beğendim deyip,  üç milyarlık  halıları göstermiş. İstekleri arasında banyoda mutlaka sıvı sabun olacak, buzdolabı ultra derin donduruculu olacak, nişan bohçasındaki gömlek "Beymen", pijamalar "Pierre Cardin", kol saati "Bulgari" olacak varmış.
Sonra ne mi oldu? Babası nişan  bohçası yerine iki adamını alıp, çocuğun evine gitmiş " hayırlı olsun, bu ilişki bitmiştir" demiş.

TATİL SEÇENEĞİNE GELELİM;

En komik kısmı bu. Bu kız asla kafasını denize sokmaz. Temmuz, Ağustos ne kadar sıcak  olursa olsun başını suya sokmaz. Sebebi; üşütüyor-muş.(boneyle girerdi denize çoğu zaman)
Tatil yeri bellidir ve asla değişmez. Annesiyle beraber Kıbrıs. Tanıdığım bunca yıl içinde başka birisiyle başka bir tatil yerine gittiğine rastlamadım. Biz çağırırdık tatile bunu, "ay,  canım,  çok sağ ol,  annemle gideceğiz biz bir ay sonra zaten" derdi hep.

Bikinilerini aldığı yer belliydi; pazarlar. Ama bu bikinileri de ancak sevgilisiyle havuza filan gider diye giymezdi. Eğer günübirlik denize gitmişsek (Şile, Riva, Kilyos gibi) en eski bikinisini ya da bikini görünümlü sütyen- külotunu giyerdi. Asla dışarıda yemeğe para vermezdi kısmına bilmem değinmeye gerek var mı? En fazla bir çay ya da sodayla günü geçiştirirdi.

O dönemlerde en büyük arzusu evlenmekti.” Bu sene içinde evleneceğim ben demişti  en son görüştüğümüzde. Kim olduğu önemli değildi,  önemli olan "evlilik" olayını gerçekleştirmek,  "bir kere evlendim" demekti.

Görücü usulüyle,  evden işe işten eve giden, anne kuzusu, hayatında hiç bara gitmemiş bir gençle tanıştırıldı ve evlendiler.

Gelin başı ve  makyajı tabii ki kendisine aitti ve çok kötüydü. Onu son olarak  o gün gördüm. O günden sonra sebebini bilmediğim bir şekilde beni ne aradı ne sordu. Ancak ortak bir tanıdığımızın nikahında gördüm bir sene sonra.  Hiç bir sorun yokmuş gibi aaa, canım nasılsın, gelin çok güzel olmuş,  değil mi  deyip, eşinin elinden tuttu ve  nikah salonunun en uzak köşesine oturdu.

Hayretle onu izliyordum . "Evlenince çalışamam ben, hem evliliği hem işi yürütemem" demişti bir keresinde. Öyle de yapmış, evlenir evlenmez  çıkmış işten. Onun için ikisi de yeterince heyecan verici ve büyük bir sorumluluktu zaten. Aynı anda evli olup, işe gidemezdi.

Onu tarihin karanlık sularına gömüp,  unutmaya karar verdim. Geçen gün aklıma geldi. Yaa,  bu kız ne yaptı, çocuğu filan oldu mu,  evlililiği nasıl gidiyor diye düşündüm. Facebook hesabı yoktu o zamanlar (evlendi ya hani...) ama şimdi var-mış. Gördüm onu.

Yine kendine ait muhteşem dizaynından  iki ayrı kıyafetle  fotoğrafını koyup,  bu aleme kaydolmuştu. Rus revü kızları gibi giyinmiş;  biri otelde(muhtemelen annesiyle gittiği Kıbrıs seyahatine ait) biri de otelin havuz kenarında, straplez bir elbise, ayağında lame topuklu terlikler ve kendi ellerinden çıkmış usta(!) makyajıyla "evli" yazmayan profiliyle oradaydı. Eski günlerine dönmüştü.
Evliliği yürütemezdi zaten , ama amacına ulaşmış,  bir kez evlenip boşanmıştı işte. Tahminen  uçak biletlerini annesi almıştır iki ay önceden, mekan bellidir;  Kıbrıs'ta  bir otel! Gitmek için gün sayıyordur şu aralar.