Trende uyalım. biz de sevgililer gününde iki çift laf
yazalım şuraya.
Uzun zamandır kitapla uğraşmaktan buraları ihmal ettim.
Yakında bomba gibi yazılarla geleceğim, az şu stres gitsin üstümden.
Ne diyecektim, heh.
Yaş 23 filan. İlk kez sevgililer günü kutlayacağım. Ay ne
giyeyim , ne hediye alayım, nereye gidelim diye düşünmekle geçti son iki günüm.
Ben Bostancı'dayım, O Etiler'de. Arabam da yok. En iyisi
ona güzel bir pasta yapmak, bir de kazak alırım, yeter işte deyip kolları
sıvadım. Kalp şeklinde hazır bir kek aldım. Üstüne çikolatalı çilekli soslarla süsleyip, harika bir sevgililer günü pastası yaptım. Hem o anlamaz bile hazır mı aldım ben mi yaptım, kolayına mı kaçtım diye, ver önüne yemeği, lop diye atar mideye..
Şimdi o pastayı, üzerinde minicik bir deri etek, ince
çoraplar ve tostopuklu ayakkabılarla iki otobüse binerek, saçı başı bozmadan Bostancı'dan Etiler'e nasıl götüreceğiz?
Bir elimde pasta, diğer elimde ona
aldığım kazakla yollara koyuldum.
İki otobüsle gezmekten, sallanmaktan, yuvarlanmaktan o pasta pastalıktan çıktı ya, neyse. O dingil
anlamaz zaten, modeli böyle zanneder pastanın.
Erkenden vardım eve, onun gelmesini bekliyorum. Epey geç
geliyor işten eve. Biran önce gelsin, italyan restaurantına gidelim, yemek yemek
istiyorum. Gözümün önünden şaraplar, pizzalar geçip duruyor.
Sıkıntıdan patlayacağım, saat 9.30 da anca gelebildi. 'Hoş geldin' falan filan dedikten sonra. “Hadi” dedim, "İtalyan
lokantasına gidiyoruz". Çıktık evden, pasta dolapta bekliyor.
Restaurantın merdivenlerinden aşağıya iniyoruz, ben
elinden tutmuşum onun, topuklularla Bülent Ersoy”u tutan o korumaları gibi, iniyoruz aşağıya. Yerler ıslak, zaten adım atamıyorum. Sanki bütün restaurant
bizi bekliyor, medya mensupları haber yapmak, fotoğraf çekmek için
bekliyorlar. Ertesi gün gazetelerin ana sayfasında çıkacak gibi bir haldeyiz.
Sevdiğim adamın (artık hiç sevmiyorum o ayrı mevzu, Allah'ın kalas bir sporcusu
işte) gözlerine baka baka iniyorum merdivenlerden. Tam o anda, benim ayak bir kaymasın mı, beş altı basamağı bir hamle de inip,
yere yapışmayayım mı, o dünyanın parasını verdiğim ince çoraplarım tecavüze
uğramış gibi tam dizlerinde yırtılmasın mı, o güzel dizlerim kan içinde
kalmasın mı, ayakkabının topuğu restaurantın kapısına fırlamasın mı, eteğin
fermuarı arkadan cart diye patlamasın mı, içerideki garsonlar gelip “ geçmiş olsun, bir şeyiniz var mı?” demesinler mi?
Bunların hepsi aynı anda oldu, evet. İtalyan restaurantı
bir nevi acil servisin kapısına döndü. Sinirden ağlamaya başlayan zavallı ben”i
sevdiğim adam sakinleştirmeye çalıştı. Bir yandan dizlerimi siliyor bir yandan
gözümdeki yaşları. “Ben burada kalamam” deyip, eve döndük. Hem açlıktan hem canımın acısından sinirlerim
gerildi. Pizza alıp eve geldik. Evde zavallı kaderime lanet ettim.
Ona aldığım kazağı verdim. Allah”tan
o da bana bok yeşili bir kazak almış da en azından mahsun mahsun kalmadım.
“Dolabı aç” dedim, kendi elcağızımla yaptığım pastayı
büyük bir gururla gösterdim. Önce bir durdu
, sonra ” ah, sağol, çok naziksin, neden yaptın böyle bir şey?” falan dedi. “Yesene yesene, baksana tadına” dedim. “Sonra alırım” dedi inatla, “yesene ya,
bir tadına bak” dedim. Sanki Beyaz fırından çıkmış, fransız usta yapmış gibi; hazır kek, hazır krema işte ...
Bu “sonra yerim” deyip, kanayan, parçalanmış dizlerime
pansuman yapmaya geldi. Sildi
,temizledi, sardı, “ Ay, ay, çok acıyor” şımarıklıklarıyla ona bir güzel temizlettirdim yaralarımı.
Çamurlanmış,
parçalanmış çorapları, fermuarı patlamış
eteği çıkartıp , (yok, yok , heyecanlanmayın, o moralle bir şey olmaz) üzerimden düşmemesi
için beline kaşkol bağladığım ona ait eşofmanı giyip, pizzamızı da yedik.
Yok, burada bitmedi. Sıra pastaya geldi. Pastayı servis yaptım. Acı çekiyormuş gibi
yemeye başladı. “Çok güzel olmuş, eline sağlık hayatım” dedi. Ama yüzünde bir
mutsuzluk ifadesi vardı. Allah allah dedim..
Aradan bir saat geçti, bu evin içinde gezip duruyor,
suratı asık. “Ne oldu , neyin var?” dedim. “Dişim” dedi, "kaç gündür dişim ağrıyor
, dayanılacak gibi değil, pasta yiyince fena oldu. Acil dişçiye gitmem lazım benim" diyerek çıktı evden.
Beni evde bırakıp, hastaneye gitti. Döndüğünde dişi
çekilmişti. Hayatımdaki ilk ve tek
sevgililer günü kutlamamdan geriye yerde buruşmuş halde duran kırmızı bir saten
gecelik, çoraplar falan kalmadı. Sarılı dizlerle, topallaya topallaya yürüyen bir
kız ve ağzındaki pamuktan dolayı tam
olarak anlaşılmayan ama beden dilini de düşününce muhtemelen “otursana kızım,
dinlen, gezip durma, acıyacak bacağın”
diyen adonis kaslı, model gibi bir adam.(İçi koftu ya. bunu da sonradan
anladım, dizlerim geçince..)) kaldı...
Bir daha ki sefere sevgiline götüreceğine pastayı önceden evine gidip onun mutfağında yaparsın geceye daha moralli başlarsın; iyi tarafından bak hiç olmazsa pastayı yemişsiniz birbirinizi değil benim son hatırladığım sevgililer gününde birbirimizi yemiştik bu son olmuşdu :)
YanıtlaSilkötü deneyim! hepsi böyle geçmez ama bozma moralini, seneye çalışır daha iyi yerleri tutturursun:))
YanıtlaSiltren, öncesi ve sonrası olmayan.
YanıtlaSil@ozgr:) @pespembe çok iyi çalışmıştım ama.....
YanıtlaSil