21 Şubat 2012 Salı

NAMUSSUZ GECE




Kaç kere  içimde öksüz kalan şu cümleleri dökmek istedim, biliyor musun?
Kaç kere başladım,  ikinci satıra gelemeden sildim, attım.
İki yıl içinde kaç kez başladım biliyor musun bunu yazmaya, Kaç kez sen galip geldin. Klavyenin bütün tuşlarına birden basıp, bozdun kelimelerimi- hep yaptığın gibi-.
Başta akıcı, okunabilir bir yazıydım;  sen geldin, bir su damlası oldun, dağıttın(su   aslında masumdur, katran demem lazımdı)  Evet! Sen geldin, katran döktün o mavi kelimelere, hepsi allak bullak oldu. Ne kadar masum, ne kadar saf bir kız çocuğuydum ben senin yanında. Sen beni öyle çirkef yaptın ki; şimdi kime bulaşsam  çamur sıçratıyorum.

Büyüdüm sanıyordum;  terk edilip, aldatılmalarla. Bundan sonra kimseye kanmam, aşka meşke inanmam diyordum.  Liseli kız mıydım ben. Sen ve senin gibiler palazlamıştı beni. Bir ilişki nereye varır,  biliyordum artık. Sonsuzluk yoktu, yoktu böyle bir kandırmaca. Ama yine de eksikti bir yanım. Aşk var ya,  o lanet olasıca aşk!
Ne artık kimsenin gözlerinin içine göz bebeklerimi sermek geliyordu içimden, ne de kollarıma alıp,  tüm çocuk yüreğimle sarılmak.
Utanıyordum birini sevmeye, Sevmek gençken olurmuş gibi. Kendime tanıdığım üç hak vardı hayatta. Ve sen benim son denememdin. Son kez ”Güven bana” diyen birine güvenmiştim. Son kez “ben değil, biz olacağımıza inanmıştım...

Bir kadın sevilmediğini ne zaman anlar? Bu sorunun cevabı çok.  Ama öyle bir gözünüze sokar  ki kimi zaman sizi sevmediğini... onun bahanesi olmaz, bir kılıfına uyduramazsınız..

Şeytan dürttü, yapmadığım şeyi yaptım.  Mesajlarımı saklıyor mu acaba diye merak ettim.

“Sen yerde uyurken masum yüzüne(o zaman öyle gelmişti) bakarak, pis pis gülümsedim. O zaman uyansan, baksan ,yine devam edecektim telefonunu karıştırmaya. Ama bana ait mesaj yoktu orada.  O lanet olasıca ülkeye gitmeden önce, hani kaza yaptığın, hani bana üç  gün boyunca telefon etmediğin o günde,  ancak aşık olabilen bir insanın yazabileceği şiirler vardı...
 Hahaha.!!!   Ne kadar iyi niyetliyim, bana yazıldı sandım önce. Baktım,  başka bir isim. Gözlerim büyüdü, telefon o kadar ağır geldi ki felç olmuş ellerime  tutmaya takatim kalmadı.  Boğazımda "söylenmek isteyen ama bir türlü çıkmayan "neden?" lerden oluşan kocaman bir kaya,  ayağa kalkamayacak kadar yorgun dizlerim. Küt. küt .küt..

“Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun  içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun 
 ki içinde beni görebilesin..”.

Nazım Hikmet”in en sevdiğim şiirini bir kadına yollamış.  kadın da , “ben seni unuttum , sen de unut” yazmış..

Bu şiir…. yerde uyuyan,  en çocuk hislerimle sevdiğim bu koca adam… Bu telefon… Bu şiirler..?
Dışarıda yer gök yıkılıyor… yağmur… nefesim yok benim.. ben bittim. yerin dibindeyim. Toprağın altında… kelimeler… “Ben senden önce ölmek isterim” diyor şair.
Mutfakta bir şişe votka… . 
Kafaya dik
devam et, iç, iç .
Tekrar telefonun üstünde yazılar.
Gözleri kapalı… uyuyor… en derin uykusunda. 
Ben nasıl bu acıyı yok ederim  Ben tekrar nasıl eski halime dönebilirim 
Şişe yarılandı, balkona doğru bakıyorum,, Saçlarım,  ıslak yanaklarıma yapışmış.. ona tekrar bakıyorum, o nefes alıyor, bense…
Yok olmalıyım..
 parçalanmalı.. 
acıyı duymalı 
ve yok olmalıyım. 
20.kattayım.. 
Balkonun kapısını açıyorum, rüzgar tüm serseriliğiyle çarpıyor  yüzüme..  ciğerlerimde hissediyorum. Balkonun demirlerine yaklaşıyorum.. 
Her yer dönüyor. 
Ve ben yok olmak istiyorum… 
O içeride uyuyor ve yaşıyor, ben yaşamak istemiyorum. 
Parçalanmam lazım. Onun dokunduğu yerlerim yok olsun lütfen.
Bir bacağım demirlerde..o içeride uyuyor… aşağıda kimse yok.
 Sessiz bir ölüm olur, tahminen beş dakikada biter her şey.
 Nedenini bilmez bile
.İçeriye bakıyorum,  ona… 
duvarda onun fotoğraflarından yaptığım takvim…
Ama annem!  Beni doğuran kadın ne olacak? , Boş ver , o da unutur.

Gece çok uygun,
sessiz, 
soğuk, 
fırtına , yağmur. 
Ölmek için çok güzel bir gece. 
İçeri girip, tekrar votka şişesini kafama dikiyorum.
Şişe bitiyor, her yer dönüyor, ben dönüyorum.
Balkonun demirlerine önce alnımı vuruyorum;  acısın,  acısın.
Sonra burnumu, Küt küt! Önce hafif bir yanma oluyor, sonra yine HAFİF bir yanma.. Hayır!  Daha çok acımalı. İçim hala daha çok acımadı çünkü …
Çenemi vuruyorum, küt , küt.
Hala kan akmıyor bir yerimden, lanet olsun, çıksın şu kan. Çıksın içimdeki tüm pisliklerle beraber. Aksın, huzura ersin, aksın,  yoluma devam edeyim.
Annemin o güzel yüzü geliyor aklıma, geri dönüyorum,
Tuvaletin önünde kendimi soğuk taşlara bırakıyorum, Alnımı tekrar vuruyorum taşlara, küt küt! 
O sırada ayak seslerini duyuyorum... mutfağa geçecek, susamıştır.. Salonla mutfağın arasında bir yerde ayak sesleri kesiliyor, durdu şimdi.. beni gördü .. hissediyorum... bakışları sırtımda.... Gözleri dövüyor sırtımı... Hadi, kes diyorum!  Ne olur, kes!, öldür beni!
Ne mi yapıyor? Tam kendine yakışan bir hareketi.  Ne yapıyor,  biliyor musun?
Üzerimden atlıyor, tuvalete giriyor, işiyor. “Cık cık cık”.. diyerek...Tekrar üstümden atlayıp, içeriye, uyumaya gidiyor. Uyuyor biliyor musun, uyuyor…

Annemin o melek yüzü gelmeseydi gözümün önüne….


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder