20 Ekim 2011 Perşembe

TOPRAK OLMAK NE GARİP ŞEY ANNE...

"Ey işbirlikçiler, size bu ülke çok fazla, size bir şeyh yeter, sizin neyinize bir memleket sahibi olmak. Sizin normal hakkınız İtalya sahillerine yanaşan Afrikalı göçmen botlarında yaşamak.

Siz bir bağımsız ülkenin ne olduğunu bilseydiniz önünüze ilk çıkan ajanlara satmazdınız..

Siz yaylaların ovaların dağların buğdayın yağın zeytinin ne olduğunu bilseydiniz önünüze ilk çıkan müteahhitlere dağ taş satmazdınız.

Siz kahpenin hainin terörünün zalimin kim olduğunu bilseydiniz ülkenizi onların masasına koyup pazarlık yapmazdınız..

Bağımsızlık toprak bayrak size çok fazla, size bir şeyh ve ağzının içine baktığınız bir kaç ajan gazeteci yeter artar bile..

Değil bir ülke, size Mersin portakalının kabukları bile fazla, Diyarbakır karpuzunun çekirdekleri bile size çok gelir, Allah kitap bağımsızlık toprak bilmeyen insanlara bu topraklarda yürümek konuşmak nefes almak çok fazla..."(*)

Ne çok konuştuk dünden beri, değil mi? Herkesin söyleyecek bir şeyi vardı
Herkes birilerine çamur attı, suçlu aradı. Belki kafanız şişti, kulaklarınız ağrıdı, mideniz bulandı. Öf pöf.! "Nedir bu gösteri?" "Nedir bu galeyana gelme ?"  "Nedir bu bir gün yas tutmak, eğlence programlarını iptal etmek?".. " Bugün ağla, yas tut,  yarın göbek at, olacak iş mi bu?" dedi.

Herkesin kendince haklı sebepleri vardı...

Ne söylersek söyleyelim ortada bir gerçek vardı.:  Elime aldığım gazete de bu gerçeği tüm acımasızlığıyla ortaya koymuştu. Onlar ana sayfadaydı !
Sakalları bile çıkmamış, masum suratlı, neye,  niçin ateş ettiğini bilmeyen, boyundan büyük silahlar taşıyan, ergenlikten yeni çıkmış, henüz "erkek" kimliğine bile  bürünememiş ÇOCUKLAR.!
Evet,  çocuktu bu fotoğraftakilerin çoğu , çocuk!

Kiminin gözlerinin içi gülmüş objektife bakarken,  askerliği bitmeden gazetelerde "Şehitlerimiz " başlığı altında yayınlanacağını  bilmeden,

Kimisi henüz dudaklarına değemediği sevgilisine vermek için bu fotoğrafı,  daha bir fiyakalı bakmış,

Kimisi son derece ciddi bir ifadeyle bakmış," erkek" gibi durmaya çalışmış. Kimbilir kaç akrabasına, arkadaşına yollamıştır bu fotoğrafı arkasına "Ölürsem benden size hatıra" diye.

Gazetenin arkasını çeviriyorum, olmuyor...  tekrar dönüyorum sayfaya,  yüzlerine bakıyorum tek tek, gözlerine, erkekten çok çocuk olan bu kardeşlerime. Dedim ya,  öyle umutla bakmışlar ki o fotoğrafta;  kısa bir süre sonra "24 Şehit" haberiyle baş sayfaya konulacaklarından bihaber.

Erken ölüm olmuş be! ..

Askerlik bitince işe başlayacaktı belki Ahmet,
Hüseyin sevgilisine nişan yüzüğü takacaktı,
Birol yavuklusuna doya doya sarılacaktı mavi beresini çıkartınca.
Süleyman şafak bitince anasının elini öpecek" bitti anacığım işte! " diyecekti.
Olmadı.
Yarım kaldı hayatları.
Henüz erkek olamadan asker olup, gencecik bedenleri hayatında hiç görmediği bir insanın kurşunlarında bıraktılar.  Ne vuran tanıyordu onu, ne vurulan. Ortada bir amaç vurdu; " Gördün mü öldüreceksin, kana bulayacaksın".

Bu intikam, bu öç alma duygusu tetiklendikçe  hiçbir şey değişmeyecek, hiçbir şey düzelmeyecek. İnsanı insana kırdırarak bu kanlar akmaya daha çoook devam edecek. Analar yarım kalacak, sevgililer yarım...Annesine "çok üşüyorum anneciğim"  demiş Eyüp, kazak göndermiş annesi. Kazağını giyemeden ölmüş...

Bu güzel yüzlü çocukların fotoğraflarına bakıp, annelerine söylüyorum şimdi.

"Ne garip duygu şu  ölmek,
Baba olamayacağım örneğin,
Toprak olmak ne garip şey...
Öptüğüm kızlar geliyor aklıma
Bir açıklaması vardır elbet.
Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne, ağlama."(**)



(*) Nihat Genç'in yazısından alıntı
(**)Nevzat Çelik'in" Şafak Türküsü" adlı şiirinden alıntı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder