Yeterince geç kalmıştım, biliyorum. Ben zaten neyi vaktinde
yapmıştım ki ? Kafam neden on sene
geriden çalışıyordu ki…
Bu yüzden oturup ağlamak sızlamak anlamsız. Vakti zamanında
girişecektim bu işe. O zamanlar da ayakta durmaya çalışmakla meşguldüm. Ne
işimi ne kendimi ne geleceğimi düşünemeyecek kadar hastaydım.
Geçenlerde birinin çocuğunu sevmeye kalktım da, kadın “dokunmayın çocuğuma” dedi. Öylece
kalakaldım. Hanımefendi, benim de var, benimki bundan da güzel deyip, kocaman gözlerimde misket kadar yaşlarla
kaçtım oradan. Ağladım, ağladım, böğürdüm sonra. Gözlerim kurbağa gözü gibi
oldu. Sonra da kustum. Öyle utandım ki
kendimden…
Yoktu çocuğum; durumu kurtarmak için onu söylerken ağzım
nasıl da yamulmuştu, hiç inandırıcı değildim bence...
Doktor muayeneden sonra “ yerinizde olsam hiç uğraşmam”
dedi. Milyonda belki de milyarda bir ihtimal dedi. Ama diyelim hamile kaldınız,
üç ay sonra düşük yapma ihtimali yüksek. Diyelim üç ayı geçirdiniz, altıncı
ayda yapılan testlerde çocuğun mongol (burada tıp terimi kullandı tabiisi
mongol demedi) olma ihtimali çok yüksek. O zaman aldırmanız gerekecek. Diyelim
testlerde sağlıklı çıktı, doğumda sizin için risk çok yüksek, çocuğu canlı
olarak eve götürme ihtimaliniz çok çok çok (burada ne kadar çok dedi
hatırlamıyorum bile) düşük dedi. İleride otistik olma riski de çok yüksek dedi.
Dedi de dedi, dedi de dedi. Yüzüme öyle bir kızardı ki, dersin ateşlerde yanıyorum. Doktor çok
kocaman bir adamdı, sözleri daha da kocamandı;
sindiremedim. Zorla gülümseyerek, teşekkür edip çıkışa doğru sürünerek
gittim.
Her yer dönüyordu, her yer karanlıktı ve ben kimseyi seçemiyordum.
Kulaklarımda Çok zor, çok çok zor, milyarda bir, yerinizde olsam denemem,
boşuna ümitlenmem diyordu kocaman doktor kocaman cümleleriyle…
Bekleme salonu çiftlerle doluydu. Kimisi genç, kimisi daha
yaşlı, umut içinde bekliyorlardı. Sanki içerideki konuşmayı hepsi duymuş, bana
acıyarak bakıyorlardı. Yazık, diyorlardı. Kimsenin yüzüne bakamadım. Bir
taksiye bindim, nereye gideceğimi bile söyleyemedim. Kalbimde fil oturuyordu…
Ağlamayacaksın diye bağırıyordum içimden ,
ağlamayacaksın. Bir doktora daha gidersin; hem hayatta mucizeler de var, ve neden bu bir
milyon kişiden biri ben olmayayım ki…
İkinci doktor daha yumuşaktı. Şimdiye kadar benim yaşımda doğuran
hastası olmadığını ama her kadının bir kere de olsa denemeye hakkı olduğunu
söyledi. Yine yalnızdım, yine tek başınaydım…
Elime bir reçete tutuşturdu. Bu iğnelerden gün aşırı karnına
yapacaksın dedi. Ben mi, karnıma mı, iğne mi?, dedim.
Yumurtalar büyüyecek de, büyürse onları alıp dışarıda
dölleyecekler de, üç gün içinde döllenirse, çoğalacak da, tekrar bana o yumurtaları koyacaklar da, sonra
hamile oldum mu olmadım mı diye bekleyeceğim de, hamile kaldıktan sonra birkaç
ay daha bekleyip bebeğin kalp atışları var mı diye kontrole gideceğim de, yoksa
o bebek doğmadan alınacak da….Kadın olmak ne zor şeymiş be doktor, bir çocuk
yapmak ne kadar zormuş be doktor bey.
İşe gider gibi her
sabah gün doğmadan yollara düşüp, karıncığıma iğneleri saplayıp, ay hadi
hayırlısı diye diye doktora kontrole gidiyordum. Orada onlarca benim gibi bir umut bekleyen kadınlar vardı. Herkes birbirine “ hadi bakalım, inşallah”
diyordu. Orada en çok kullanılan cümle buydu.
İğneler birazcık yakıyordu, karnım delik deşik olmuştu, ama
olsundu, bir kere deneyeceğim demiştim. Böyle böyle benim yumurtalar büyüdü
ablası. Doktor dedi ki, iki gün sonra
gel, onları toplayacağız. Anestezi falan
istemem ben, dedim. Canlı canlı olsun. Peki,
benim cesaretli hastam, dedi.
Hay Allah, ayaklarım nasıl da titriyor, kalbimin atışı hasta
önlüğünün üstünden belli oluyor. Kulakl
ıklarımı takıp sandalyeyle gittim operasyon mahalline. Ne dinliyorsun, dedi doktor. Bolero dedim. Islık çalarak eşlik etti. Dayan kızım, dedi. Çok kısa sürdü. Evvet, ikisini de aldık ama bir tanesi olgunlaşmış, dedi.
ıklarımı takıp sandalyeyle gittim operasyon mahalline. Ne dinliyorsun, dedi doktor. Bolero dedim. Islık çalarak eşlik etti. Dayan kızım, dedi. Çok kısa sürdü. Evvet, ikisini de aldık ama bir tanesi olgunlaşmış, dedi.
Neyse, bitmişti artık işin en zor kısmı. Üç
gün bekleyecek laboratuvarda senin yumurtacık, spermle birleştirip döllenip
döllenmeyeceğini göreceğiz dedi. Biraz canım yanıyordu ama bitmişti, bunun üzerine boğaz manzaralı bir yerde kahve
içmek hakkımdı…
O üç gün nasıl geçecekti. İğneler bitmişti, sırada üç gün
bekleyiş vardı. Yumurtalar döllenirse döllenecek, döllenmezse ben bay bay çocuk, diyecektim,
Ertesi gün aradılar yumurta döllendi, dediler. Çığlık attım
telefonda. Şimdi bunların bölünmesini bekleyeceğiz iki gün dediler. Yani o
artık benim gibi 46 kromozomlu bir
canlıydı. Canlanmıştı benim parçam. Birleşebilmişti. Bunu becermişti. O sadece mikroskopla görülebilen varlığı o
kadar sevdim ki gidip sarılasım geldi.
Onu laboratuvarda bırakmıştım; tek başına . Soğuktur orası şimdi, gece yalnız
kalır. O bir canlıydı ablası, anlıyor
musun, senin benim gibi, Napolyon, Madam Curi, Frida gibi bir canlıydı. Laboratuvarda bıraktığım bir sıvı parçası
değildi. Benim orada çocuğum duruyordu. Ona bağlanmıştım. Gözlerimin önüne o hücrenin bölündüğünü, üçe beşe ayrıldığını getiriyordum. Adeta
mikroskobun altındakiyle bütünleşmiştim uzaktan uzağa…
Aklım oradaydı hep. Ne yedim ne içtim. Gözüm telefonda
sürekli. Arayacaklar mı ne diyecekler diye.
Anne dedim, onu çok merak ediyorum. Ne yapıyor orada, nasıl
canlanmaya çalışıyor acaba, yumurtam beni utandırmadı. Bir tane yumurtam
büyümeyi basardı, üstelik döllendi.
Nasıl akıllı, nasıl güçlü bir yumurta o. Onunla nasıl gururlandım…İçi boş
çıkabilirdi, döllenmeyebilir di ; ama o bunu becerdi, anlıyor musun anne, iki
aşamayı da geçti dedim. Annem kardeşim ve ben öyle ağladık ki, onlar bana ağladı,
ben yumurtamın azmine…
Onu nasıl seviyordum, nasıl. Gece yarısı kalkıyordum, ne
yapıyor acaba orada. Kim bilir hangi tüpte, kimin kontrolündeydi. Canlanmaya ,
bölünmeye çalışıyor muydu. Benim dualarımı hissediyor muydu?
İnşallah onu bir kenarda unutmazlar, ya ilgilenmezlerse
onunla, ya o ölürse orada. Bir ilaç filan verseler ona, vitamin filan, ne
bileyim güneş ışığı alabileceği bir yere götürseler, ferah, sıcak bir yere, belki hızla bölünür…
Aradan tam iki koskocamaaaaan gün geçti. Pazartesi sabah
arayan soran yok, dışarı bile çıkamıyorum telefon gelir diye. Dokuz, on, on bir,
arayan yok. Yoksa benim zigot bölünemedi mi, unuttular mı bir kenarda, yoksa
çok meşguller de beni mi arayamıyorlar…
Sokağa çıkıp dolaşmaya karar verdim. Ararlarsa yolda,
arabada, otobüste öğrenecektim her şeyi. Kardeşlerim, annem benden gelecek haberi bekliyorlarmış heyecanla
evde. Onlar benden daha heyecanlıymış, sonradan söylediler.
Kimse kımıldayamıyormuş yerinden. Eğer
demişler haber iyiyse annemlerde kutlarız, haber kötüyse o nereye
isterse oraya gideriz. On iki de çalan telefonumda hastanenin numarası. Evet, dedim. Telefondaki ses sakin sakin, iki gün içinde bölünmesi gerekiyordu, ama
olmadı dedi. Yaaaa dedim.
Öylece kalmış yani.
Bunu iptal ediyoruz o zaman, onaylıyor musunuz dedi. Tamam , teşekkürler dedim
sonra da şoföre buradan bir tane Erenköy
… Aklıma orası gelmişti, kardeşimin evinin oralar.
Gidecek bir yerim yoktu, koca dünya küçülmüş ben daha da
küçülüp bir hücreye kapatılmıştım. Dudaklarım titrer ağlamadan önce. İlk
sinyaller geldi. Pıtır pıtır kucağıma döküldüler zigotum için…
Yavrum bölünememişti, çok denemişti ama olmamıştı. Öyle çok
mücadele etmişti ki ilk günden beri, ama kaybetmişti.
Zigot”um beni terk etmişti. Üstelik onu çöpe atacaklardı şimdi. Yavrum
benim o yaa, yavrumu çöpe atacaklardı. Adam iptal ediyoruz dedi. İptal ettiler
yavrumu. Karnıma girmeden iptal ettiler. Kim bilir ne güzel bir bebek olacaktı
o. Olamadı. Denedi ama yapamadı. Benim hayatımın özeti gibiydi; Denedi ama
olmadı.
Bir süre rüyalarıma çeşit çeşit bebekler girmeye başladı.
Annneee diye ağlıyorlardı.Bir gece sarışın bir kız bir gece melez bir erkek,
bir gece Afrikalı çikolata gibi parlak yüzlü bir bebek. Uyanıyordum gecenin bir
yarısı, gökyüzüne bakıyordum…Olmadı işte , olmadı. Ne yapabilirim ki ben, Her
şeye geç başladığım, her şeyi geç fark ettiğim, her şeyi geç yaşadığım, her şeyi geç bulduğum içindi bu
ceza. Ben anne, anneanne olamayacaktım. Yarım kadındım; tamamlanamadım; tıpkı
zigot”um gibi…
eskilerin dediği gibi "allahtan ümit kesilmez!" ve "allahın hakkı üçtür" geçmiş olsun... çaba ve sabırların bir gün karşılığı gelir hayırlısı ile, kendine iyi bak...
YanıtlaSilYazını dün okudum öylece kaldım resmen ters köşeden vurdun Betty'cim. Hepimizin sakladığı ve gösteremediği bir yüzü var. bu sadece sosyal medya için değil ailemizi, eşimize, sevdiklerimize, iş yerimizdeki arkadaşlarımıza hatta kendimize bile. Sanki ben yaşamışım gibi hissettim yazdıklarını. umut diyorum hep. Ne örnekler var, kimler var bu şekilde hamileleği yaşayan ve dünyaya bebek getiren. Doktorunu değiştirmeni ve umudunu kaybetmemeni öneriyorum sana. Hiç bir şeyin geç değildir.
YanıtlaSil