O dönemin sıkı solcularından Selçuk’la tanıştıracak beni kuzenim. “Tıpta okuyor, bak bakalım bir, çok hoş çocuk” dedi.
Benim etrafım ya aile
çocuğu, ya da hafif lümpen eşrafla dolu.
Bir de solcu arkadaşım olsun bakalım deyip, kabul ettim.
O gece Grup Yorum'un konseri var. Kuzenim, onun solcu-tıp öğrencisi sevgilisi, benim sevgilim
olacak solcu-tıp öğrencisi çocuk o gün beraberler. Önceden buluşma
mekanını belirliyoruz. Ben lisedeyim, kuzenim üniversite 2 de.
En önemli sorun; ne giyeceğim? Okulda giydiğim o iğrenç
formadan başka tek bir kıyafetim var; jiletle doğradığım, beline kemer takıp en son deliğe
getirmeme rağmen bol gelen, belimi sıkmaktan beni nane sapına benzeten kot
pantolonum, sarı pembe çizgili
t-shirt”um ve converslerim. Midemle götüm birbirine yapışık, afedersiniz. Zaten lise dönemimde bir yazlık bir de kışlık
kıyafetim vardı. Arkadaşlarla değiş tokuşları saymazsak;(ne güzelmiş değiş
tokuş olayı aslında, keşke şimdi de olsa)
Eee, dedim madem adam solcu, şimdi şık kıyafetle gitmek
olmaz. Benim bildiğim solcular yırtık pırtık, eski, ya ceviz yeşili ya da krem tonlarında kıyafetler
giyerler. Bende yırtık kot var, tamamdır. Solcular eski şeyleri seviyorlar ya, yırtık kotu da öyle zannetmiştim. Alnıma sarı bantı taktım, tipik 80 'ler stili işte, siz düşünün.
Otobüse atlayıp, Kadıköy meydanına doğru yola çıkıyorum.Nazım Hikmet'in bir iki şiirinden dizeler ezberliyorum; cahillik yapmak olmaz.
Kadıköy”e vardığımda , bir ağacın dibinde üç solcu beni
bekliyordu. Kuzenim beni uzaktan, ulan bu ne hal
diyen gözlerle süzüyor, hissediyorum. Sanırım olmamış ım ben. Yanlarına
vardığımda bana sarılma bahanesiyle “ bu ne hal, Serpil Çakmaklı gibi olmuşsun”
diye fısıldayınca , hafif aşağıya inik duran omuzlarım daha da aşağıya iniyor.
Sevgilim olacak çocuğu bakıyoum; Kıvırcık saçları, koskocaman bir ağzı (severim böyle büyük ağızlıları ben, dürüst olurlar) bembeyaz inci gibi dişleri var Krem rengi dede gömleği ve gayet edepli bir pantolon giymiş.
Sevgilim olacak çocuğu bakıyoum; Kıvırcık saçları, koskocaman bir ağzı (severim böyle büyük ağızlıları ben, dürüst olurlar) bembeyaz inci gibi dişleri var Krem rengi dede gömleği ve gayet edepli bir pantolon giymiş.
Yürüyoruz yan yana. Çünkü yapacak bir şey yok o anda
yürümekten başka. Onların yanında galiba -kesinlikle Serpil Çakmaklı gibi duruyorum.
Kuzenim çiçekli, bol bir elbise giymiş. Makyaj
yok; onun sevgilisi de öyle, son derece sade, abartısızlar.
Selçuk yanıma yaklaştı, gülümsedim. Ama bu benim arkadaşlarım
gibi gülmüyoooor. Zıpır değil, ciks değil, ağzında sakız yok, kikirdemiyor. Bana
çok yavan geliyor; ben böyle edepli
çocukları sevmem, hatta çok sıkılırım yanlarında. Adam gibi giyinmiş
zaten, pazara giden dedeler gibi . Fötr şapkaları olur bu dedelerin, genelde cepleri fileli gömlek, ayakları hava alsın diye delikli kumaşlardan yapılmış ayakkabılar giyerler. Renkler standarttır; krem- kahve-devlet dairesi grisi. Bu çocuk da ben de aynı duyguyu yaratıyor; Yavan
O gece Grup Yorum'un konserine gittik. Bunlar coştukça
coştu. Neyse ki şarkıları biliyorum, seviyorum da. Aylardan Haziran ve
"Haziranda Ölmek Zor”u dinliyoruz, söylüyoruz. Topluluk hep beraber sol
yumruklarını havaya kaldırıyor. Korkuyorum önce; kesin bir şey olacak, polisler
basacak, beni tutuklayacaklar diye tıkır tıkır kalp atışlarım, kupkuru olmuş
ağzımla(heyecanlanınca, panik olunca böyle oluyorum) şarkının devamını getirip,
gözlerimi patlatarak, hem salona bakıyorum, hem de kara kuru bileklerimle,
damarları çıkmış elimi yumruk yaparak havaya kaldırıyorum. Benim yumruk onlarınki gibi
dimdik durmuyor, hafif çarpık,eğri. Onların yumruğu daha güzel, bilekleri kalın
kalın, gömleklerin kolları sıvanmış, Çok hoşlar. Beğenmiyorum kendimi. Ayrıca
sesim nasıl da ayarsız, akortsuz çıkıyor. Selçuk, bir ara kulağıma fısıldayarak
, “ en nefret ettiğim tarzı yakalamışsın. Ben Amerikan özentilerinden nefret
ediyor, böyle yırtık kot giyenlerin yanından geçmiyorken , beğendiğim kız...” deyip, yukarılara bakıyor, cümlenin sonunu
getirmiyor. O anda yumruğum içi boşaltılmış
sucuk gibi aşağıya düşüyor. “Bari şu alnındakini çıkar” deyince, Türk filmlerinde kadınların olmazsa
olmazı olan o sapsarı bantımı
çıkartıyorum.
Haklıydı , sonuna kadar...
Sloganlar atıyorlar, alkışları, ıslıkları salonu inletiyordu. Heyecanlanmıştım, güzel bir şeydi Solculuk. Ben solcu olmalıydım, artık. Bu zamana kadar neredeymişim. Bu devlet ne menem bir şeymiş de ben fosur fosur uyuyor, yırtık kot giyiyor, kola içiyor, ağzımda cak cak cikletle, Madonna, Brother Lui Lui, Cherry Chery Lady dinleyip, sorumsuz, lümpen bir hayat yaşıyordum. Biz ne kadar sömürülmüşüz, bu beğenmediğim işçilerin başına neler gelmiş, gariban insanlar ne kadar haksızlığa uğramışlar ben sokaklarda zıplarken. Bana yazıklar olsun!
Neydim ben, peki? Yırtık kotlular grubundan değildim, Stüdyo 54”çülerden de, ev kızı da değildim, yazın Silivri'deki yazlığına gidenlerden de, Neydim ben, peki?
Sloganlar atıyorlar, alkışları, ıslıkları salonu inletiyordu. Heyecanlanmıştım, güzel bir şeydi Solculuk. Ben solcu olmalıydım, artık. Bu zamana kadar neredeymişim. Bu devlet ne menem bir şeymiş de ben fosur fosur uyuyor, yırtık kot giyiyor, kola içiyor, ağzımda cak cak cikletle, Madonna, Brother Lui Lui, Cherry Chery Lady dinleyip, sorumsuz, lümpen bir hayat yaşıyordum. Biz ne kadar sömürülmüşüz, bu beğenmediğim işçilerin başına neler gelmiş, gariban insanlar ne kadar haksızlığa uğramışlar ben sokaklarda zıplarken. Bana yazıklar olsun!
Neydim ben, peki? Yırtık kotlular grubundan değildim, Stüdyo 54”çülerden de, ev kızı da değildim, yazın Silivri'deki yazlığına gidenlerden de, Neydim ben, peki?
Ben bu dünyada yerimi bulmalıydım. Lise ikinin yazıydı ve kimliğimi aramaktan yorulmuştum ve çok zayıftım, pantolonlarımı hep sıkmak, büzmek zorunda kalıyordum. Üzerime giydiğim bluzlar dökülüyordu. Ve çirkindim. Ve solcu olursam belki bunlar dikkat çekmezdi. Bol elbiseler giyerdim, odama Che Guevara posteri asabilirdim.
Solcular az yemek yiyorlar hep çay ve sigara içiyorlardı. Şiirler okuyorlardı bir de birbirlerine. Herkes saygıyla dinliyordu birbirini. Benim arkadaşlarıma bu şiirleri okusam, üstüme atlarlar, sus, Ay, ne kurbağası, ne Metris'i deyip, dalga geçerlerdi...
Kuzenimin evine daha sık gitmeye başladım. Benim arkadaşlarım gözüme çok ezik gözükmeye başladılar. Nazım Hikmet”i, Ataol Behramoğlu”nu tanımıyorlardı. Che Guevara'nın posterleri odalarında yoktu, krem rengi dede gömlekleri yoktu. Bunlar benim arkadaşlarım olamazlardı. Hep yazlıktan ve değiştirdikleri sevgililerinden bahsediyorlar, çeyizine etaminden buzdolabı örtüsü işliyorlar, annelerine tencere takımları aldırıyorlardı. En çok merak ettikleri konu ise bekaretleri bozulurken canlarının acıyıp acımayacağıydı...
Solcular az yemek yiyorlar hep çay ve sigara içiyorlardı. Şiirler okuyorlardı bir de birbirlerine. Herkes saygıyla dinliyordu birbirini. Benim arkadaşlarıma bu şiirleri okusam, üstüme atlarlar, sus, Ay, ne kurbağası, ne Metris'i deyip, dalga geçerlerdi...
Kuzenimin evine daha sık gitmeye başladım. Benim arkadaşlarım gözüme çok ezik gözükmeye başladılar. Nazım Hikmet”i, Ataol Behramoğlu”nu tanımıyorlardı. Che Guevara'nın posterleri odalarında yoktu, krem rengi dede gömlekleri yoktu. Bunlar benim arkadaşlarım olamazlardı. Hep yazlıktan ve değiştirdikleri sevgililerinden bahsediyorlar, çeyizine etaminden buzdolabı örtüsü işliyorlar, annelerine tencere takımları aldırıyorlardı. En çok merak ettikleri konu ise bekaretleri bozulurken canlarının acıyıp acımayacağıydı...
Hep çay ve sigara içmek zorundaydım. Onlar öyleydi çünkü. Liseli
kızlarla toplandığımızda on kişi bir porno filmi seyrederken, fal baktırıp, sigara
içerdik. Marlbora'dan başkası yakışmazdı elime. Ağzımdan çekip aldı Selçuk, bir
gün. Bunu içme, dedi. Elime iki ucu açık
bir sigara tutuşturdu. Baktım baktım, bir türlü içilecek kısmının neresi
olduğunu anlamadım, güldüler.
Kuzenimin evinde herkes yattıktan sonra teybimizi yanımıza alıyor, sesini fazla açmadan, Ruhi
Su, Ahmet Kaya dinliyorduk. Ahmet Kaya'nın şarkılarına bayılmıştım. Solcu
insanlar ne kadar farklılardı, 'Öyle bir yerdeyim ki, ne karanfil ne kurbağa",
şarkısının neler ifade ettiğini. "Saçlarına yıldız düşmüş , Koparma anne” deki yıldızın ne demek olduğunu, onlardan öğrendim. Gece gündüz bu kaseti dinler olmuştum.
Doğum günümdü o gün. Kadıköy de hep beraber yürüyoruz, hava
soğuk, üşüyorum. Ama hala yakınlaşmadık
Selçuk”la. Solcular öyle”aşkıım, yavrum” deyip, sevgililerini sıkıştırmıyorlar yolda
yürürken. Hatta o grupta kimin kimle sevgili olduğunu anlamak çok zordu.
Göstermelik bir aşk yaşamıyorlardı.
Bana Hasan Hüseyin”in şiir kitabını almış, duyarlı çocuk.” Bunu aldım sana , biliyorum
okumazsın , tanımazsın ama" dedi. "Aaa, olur mu, çok severim" deyip gülümsedim,
teşekkür ettim. İnanmadığını gözlerinden anlamıştım.
Çocuğa ne kapris yapmıştım, ne kadar ayrık davranmıştım, hatırlıyorum. Uyuzdum işte, uyuz.
Zamanla o gruptan tanıdığım bazı insanların hapse girdiğini
duydum, çok korktum, çok üzüldüm. Ne yapacaklardı orada şimdi.
Onlar mutlu olsun diye hapishaneye çikolatalar, pembe, turuncu
tshirtler, mini etekler, sigaralar sokmaya çalışıyordum , hatta onlara hapisten çıktıklarında Lunapark”a
götüreceğimi, çay bile ısmarlayabileceğimi söylemiştim. Gülümsemişlerdi(salaklığıma)
Perşembe günleri görüş oluyordu. Sıramı beklerken adli tutukluların yakınları, "sizinki
neden içeride?" diye soruyorlardı. "Siyasi"diyordum, böyle öğretmişlerdi çünkü.
Başımı dik tutarak "Siyasi" dedim .
Çingene kadın, “Vah vah..” dedi, ben sormadan “Bizimki Adliii” dedi, leş gibi
kokularını salarak, kırık bir Türkçe'yle."
"Aman, çok iyi" dedim.
Selçuk”tan o dönemde haber alamadım. Bazı arkadaşlar da hapse girdiğini, tıbbı
bıraktığını ve başında tek bir siyah saç kalmadığını söylemişlerdi.
Mektup yazsam, dedim.
Vermiyorlar mektupları dediler.
Yıllar sonra eski bir tanıdığa rastladım da onu sordum. Yıllarca yattığını ve birkaç sene önce çıktığını öğrendim.
Ne yapacak peki bundan sonra Selçuk, dedim.
O başının çaresine bakar, dediler.
Doğru, bakardı. O güçlüydü, o gençliğini hapiste bitirmiş,
fesleğenli, karanfilli, kırlangıç kuşlu,
ranzalı, sigaralı şiirler yazan genç çocuktu. Ve aklımda öyle kaldı. Benim için
saçları hiç beyazlamadı onun...
80 lerde solcuların takıldığı mekanlar vardı yenikapı civarlarında sahil kenarlarındaki surların içinde kenarında filan olurdu "kömürlük" denirdi. Galata köprüsü altındaki salaş yerlerde biralar içilir sigaralar ciğere çekilirdi. birde neyazıtta sahaflar çarşısı dışındaki çınaraltı kahveye takılırlardı. 80 ler değişikti hey gidi... o zamanki arkdaşlarımdan kimse kalmadı, hiç biri memleketi kurtaramadı, açlar yine aç kaldı zenginler daha zengin. olan bu gençlerle, davaya oldu...
YanıtlaSil