"Sevgili
olamayız, arkadaş kalalım” kontenjanından bir kişi daha katıldı
hayatıma.
Bu sefer tamam, elektrik
tuttu, hatta cazır cuzur sesler çıktı onun gözlerine bakarken, hart hurt yaptı
kalbim. Geçmişi, geleceği beni ilgilendirmiyordu. Geleceğe fazla güvenmiyordum,
gelecek yoktu benim için. Sürekli ani ölümlerle karşılaşan biri olarak bu çok
da anormal bir durum değil...
Her şey sabahın köründe duş
teknesinden düşmemle başladı. Ayağımın paspasa takılmasıyla diğer ayağımın da
duş teknesine çarpmasıyla sağ ayak bileğimde iki tane güvercin yumurtasından
hallice şişlik belirdi. Evde yalnızım; ağlarım ağlarım, eski sevgililerimin adını yüksek sesle anons ederim ama ne duyan, ne gelen olur. En sonunda kapıcı Rıza'da
karar kılarım. Ama onun da götünde pireler uçuşuyordur şimdi. Yasa dışı bir aşk
yaşamakla meşguldü son günlerde; hayatta uyanmaz. Hem, n'apıcak ki beni? Kucağına
mı alacak? Akşamdan soğan yemiştir, leş gibi kokar şimdi. Aklıma buzluktaki buz
kalıbım geliyor, bana bir tek ondan hayır var.
Bornozla yatağın içinde
ağlarsın, "zaten yalnızım, bir de bacağımı kırdım, bak, kimse yok ilgilenecek. Aynaya bakıyorum, halime ağlıyorum, canım yandıkça daha da ağlıyorum. Yıllık ağlama kapasitemin
limitlerini aşıyorum. Ya başımı taşa
çarpsaydım, çırılçıplak yatacak kalacaktım taşların üstünde; beyin kanaması
geçirip, ölecektim, kaç gün sonra bulacaklardı ölümü. Çırılçıplak! Aman
ya Rab bim!
Önemli işlerim olduğu için
işe ağlaya sızlaya gittim. Akşama kadar güvercin yumurtaları küçülmeyince bacağımı gören kardeşim” derhal hastaneye
gidiyoruz” diyerek başladı sağı solu
aramaya. İki gün sonra tatile çıkacağız , sorun çıksın istemiyoruz , korkudan da
bir şey diyemiyorum kıza, ‘ of poff , iyi , tamam” deyip, kabul ediyorum.
Buldu bir hastane, yürü gidiyoruz dedi. Giyindim, süslendim. Bir
şeyim yok, bak , gayet iyi durumdayım demek istiyorum kıza, yoksa tatile gidemeyeceğim.
Şeker mi şeker, güleç yüzlü, komik suratlı bir doktor gelmesin mi yanıma. Kız boşuna ısrar etmemiş gidelim diye. Bu saatte , bu adamı görmem
hayra alamet değil. “Ya” dedim, ” duştayken düştüm ama bir şeyim yok. İyiyim, kardeşim zorla getirdi, çıkık filan var mı
diye. Bence yok ama siz bir bakın” dedim.
En güzel gülümsemesiyle
gözlerime baktı. Bense taa irisinden başlayıp, göz sinirlerine doğru delip geçtim; orada biraz soluklandım. O bir şeyler dedi ama ben hiç
dinlemedim.
Amaan, dedim, doktor işte,
benim gibi, hatta beş bin kat iyisi
hatunlar geliyordur buraya. Herkes bu adama sarsa, adam ölene kadar yalnız kalmaz. Hem, neyin nesi belli değil.
Gerçekten dediklerinden
hiçbir şey anlamadım. Çünkü sadece gözünün
irisine takılmışken, Onun üstündeki formayı çıkartıp, kot pantolon ve dar bir gömlek giydirip beni hastane
çıkışında beklediğini, içmeye götürdüğünü, gözlerimizin içine bakarak rakı içtiğimizi, gelinliğimin modelini, düğüne akrabalardan kimleri çağırabileceğimi(gerçi yarısı öldü) planlamıştım. Akşamları ben kitap okurken arkadan sarılır, gözlerimin içine bakar, bir
şey söylemeden saatlerce bakışırız. Bu adamla çok güzel bakışılırdı. Ay, neyse, adam bir şeyler diyor galiba...
“Bir şeyiniz yok” , dedi. “ Çok uğraştım bir yerlerde kırık
bulmak için, ama siz haklıymışsınız” dedi.( Gülerken tavşan dişleri çıkıyor ortaya ve ben hep tavşan dişli erkeklere aşık oluyorum)
Espri de yaparmış, ne güzel
ne güzel...K emik isimlerini ne kadar da seksi söylüyordu, benim ne kadar seksi organlarım varmış öyle.
Kırık mırık olsaydı, birkaç
kere daha gelirdim ama adam böyle deyince, kendimi yere atıp, bacağımı çat diye iki yerden çatlatmak istedim oracıkta. Sonra günlerce yok alçıydı yok alçının alınmasıydı derken biz onunla samimi olacaktık. Tüh, bi
bokum yokmuş.
“Bunları sürün” falan dedi, ama kaç dakikada bir sürüleceğini filan kardeşime dönerek' sen
not al' deyip, irislerinde gezmeye devam ettim...Hastaneden
çıkarken ne olur adımı seslense şimdi, ben de dönsem topallaya topallaya, ona doğru
koşsam, sarılsam diye düşünürken resepsiyondaki kız, "kimliğiniz hanfendi "diye seslendi ve eve gittim...
Aradan bir hafta geçmişti ve ben onunla rakı
sofrasındaydım. Ne güzel gülüyordu Allah'ım,
bana ne güzel bakıyordu, ikimiz
de ne çok seviyormuşuz Zeki Müren”i, şak
şukayı.
İkimiz de İstanbul'dayken nasıl bu kadar uzak kalmışız. “Bunca zaman neredeydin?”
dedi. Vallahi, psikologlara psikiyatristlere gitmekten bacak kısmına sıra gelmedi, işte filan, dedim.(demedim tabii)
Evet, olmuştu, bu sefer
emindim. Aynı hat üzerinde giden metrobüsün ön tekerlekleri gibiydik. İçtiğim
en güzel rakıydı, yediğim en lezzetli favaydı. Gülümsedik... ellerimizi uzattık, masanın ortasında buluşturduk. Ne çok şeye güldük o gece.
Oradan ayaklarımız senkronize şekilde Kadıköy’deki en sevdiğim (en son ölen sevgilimle gitmiştim)
o bara doğru hareket etti. Evimizin salonuna girer gibi, sanki her gece oturduğumuz üçlü kanepeye gider gibi aynı yere yöneldik. İçkimiz biraydı, burası iyi mi, sen ne içersin, tuvalete seninle
gelmemi ister misin, filan diye hiç sormadık birbirimize.
Aynı anda dans etmeye başladık. Birbirimize gereksiz kibarlık göstermeden istediğimiz gibi olduk. Masanın
bir ucundan birbirimize mesajlar yazdık ergen aşıklar gibi.
Bu gece biterse o bir daha
geri gelmeyecek diye korkuyordum; çakralarımı açtı, korkularımın sebeplerini
söyledi, gülümsedi bana, çok sıcak çok içten olduğumu söyledi. Ve ben yabancı
birinin yanında öyle güzel soluk alıyordum ki, oksijen o akşam sadece benim
için harekete geçmişti...
Yazın yarısına gelmiştik ve
hayatımda ilk kez bir yazı sevgilimle geçirecektim; emindim.
Ertesi gün ve daha ertesi
gün de beraberdik. Taksim'de gaz istilasına uğradık; koştuk, kaçıştık, zıpladık,
saklandık, bağırdık, güldük.
Yani normal insanmışım ben
de, bunların hepsini bir günde
yapabiliyormuşum. Güzel bir arkadaşmışım, sıkıcı değilmişim, korkak değilmişim.
Bu şehrin binlerce kez bastığım
taşları yeni döşenmiş, leş gibi çorbacıdaki çorbacı ne kadar da güler yüzlüymüş, tinercilerin içine işedikleri han ne kadar
da huzur doluymuş, saz çalan adam ne kadar başarılı, ne kadar içtenmiş,
lahmacun ne güzel kokarmış, kokoreç o kadar da iğrenç değilmiş. Meğer bu şehir
ne kadar seksi, ne kadar duygusal ne kadar muhteşemmiş. Akşamları, insanları ne kadar canlıymış . Meğer
ben ne kadar güzel bir kadınmışım, ne
kadar güzel bir insanmışım...
Onunla nefes almaya yeniden
başlamıştım; eski sevgililerini, eski
eşini sormak gelmiyordu aklıma, ne önemi vardı ki. Yürümüyor, zıplıyor ve
uçuyordum. Tam dört gün sürdü.
Sonra ‘ Benim çocuklarım
var, bu iş ilişki boyutunu almaya
başladı. Seninle ciddi bir ilişkiye giremem. Sen çocuk istersin, biliyorum ama benim iki tane
çocuğum var, ve bir tane daha düşünmüyorum.
Evlenemem, ciddi bir beraberliğe giremem, kimseye güvenim yok” klişelerini binbeşyüzüncü kez bir kez de ondan
duydum...
Çay içiyordum bunları söylerken; peynirlerle
oynadım biraz; ekmeği minik minik bölüp, tabağın içine doldurdum. “Bir sigara
alayım, geleyim” dedim...
Herkes gibiydi; aynıydı,
sıradandı,
Herkes gibiydi; korkaktı,
Herkes gibiydi; planlıydı
Herkes gibiydi; elimi
uzattığımda, kaçalım dediğimde kaçamayacaktı. Yine ben bir beden büyük gelmiştim....
İstanbul kokmaya,
kalabalıklaşmaya, havası ciğerlerimi sıkıştırmaya, kornalar rahatsız etmeye başlamıştı.
Sigara tatsız, içki
mide bulandırıcı, müzik baş
ağrıtıcıydı. Yemekler kötü kokuyordu, insanlar asık suratlıydı, her şey
sahteydi. Yemek vermem için gözümün içine bakıp şirin olmaya çalışan şu kedi amma da yılışıktı.
Çocuk istemiyorum, sevgili
istemiyorum, aşk istemiyorum, evlenmek hiç istemiyorum.
Alın şu kirli spermlerinizi
kedilere kuşlara köpeklere atın. Çocuğunuz olmaz benden, belki bir canavarınız
olur. Ne kıymetliymiş spermleriniz anasını satayım...
Ve bir kişi daha katıldı”
sevgili olamam, arkadaş kalalım” grubuma.
Hadi hayırlısı...
Ya da ben bir evleneyim, çocuk yapıp, tekrar geleyim bu hayata, hı? O zaman
daha çok prim yaparım.
Betty ^^
YanıtlaSilefendim:(
YanıtlaSilyine her zaman ki gibi harika :)
YanıtlaSilHisar'cığım çok çok sağolasın
YanıtlaSilyazının sonunda benim de ciğerim sıkıştı lan of -.-
YanıtlaSil@otomatik portakal, seni üzmek istemezdim...
YanıtlaSilHmmm tipik akdeniz biyolojik yas sendromu ;))
YanıtlaSil