1 Eylül 2010 Çarşamba

BU EYLÜL ÖLDÜRECEK BENİ!

Bu sabah Eylül’e sensiz girdim, tıpkı diğer Eylül’lerdeki gibi...Bense hep bu Eylül’ü beklemiştim. Gelmek için uygun bir aydı Eylül, gitmek için de...

Belki gelecektin kapıma elinde bir bavulla ve bavulunda yazdan kalma suçlarla. Bense üstümde ince bir hırkayla karşılayacaktım seni. Eylül bekleyişti...Belki, beyazların biraz daha artmış olacaktı. Teninde sıcak denizlerin tuzlu tadı, gözlerinde artık yorulmuş, durulmuş, biraz mahcup, biraz suçlu bakışlarla seni çağırmamı bekleyeceksin...

Sonbaharda girmiştin kanıma , yazın gitmiştin. Ben bütün yazın bitmesini en çok senin gelmen için istedim. Sen Sonbaharda gelecektin biliyordum. Eylül’de.. Sonbaharda girmiştin kanıma ve sonbaharda tekrar diriltecektin beni...

Yaz akşamlarından gelen içine hiçbir şehri sığdıramayan sen; yine “gidiyorum” diyecektin. Bavullar gelmek için olduğu kadar gitmek için de hazırlanabilirdi değil mi?

Ben yine geldiğinle gittiğin zamanı karıştırdım sevgilim. Doğru ya sen benim yaşadığım hiçbir şehre sığamıyordun.

Eylül’de aşk zordur. Bir günü birini tutmaz. Herşeyden birşey barındırır. Güneşi de var yağmuru da. Ve tıpkı umutsuzluğun ve umudun olduğu gibi. En çok melankolime arkadaştır Eylül. İşte bu yüzden severim ben onu. Beni bir tek o zaman anlar bulutlar, rüzgarlar ve ağaçlar...ve burnumdaki o keskin, adı “ özlem'e benzeyen soğuk kokusu..Özlem de soğuk kokar çünkü...Burnunu sızlatır nefes aldıkça, ciğerlerine iner, acıtır, ağrıtır. İşte Eylül’ü bu yüzden seviyorum. Beni en çok anlayan o olduğu için.

Ahmet Altan’ı ‘ bu Eylül öldürecek olsa da yine de seviyorum onu...

BENİ BU EYLÜL ÖLDÜRECEK!

Beni bu eylül öldürecek

Bir aşk kadar zehirli, bir orospu kadar güzel.

Zina yatakları kadar akıcı, terkedilişler kadar hüzünlü.

Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren

eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.

Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.

Akşam rüzgarları; tene dokunan bir kamçı kadar şehvetlidir.

Ben her yıl ölümü ve aşkı bu ayda beklerim....
Ve eylülün çıplak ayaklArına bir yazı bırakırım.

Eylül sabahları; kılıçlar kadar keskin ışıltılarıyla

tenimi kanatarak uyandırır beni.

Ben eylüle akarım.

Bir hüzün gibi akarım ben eylüle kanayan bir aşk gibi,

siyah şallara bürünmüş,genç bir ölüm gibi akarım.

Sevişerek,ağlayarak ve ölerek akarım ben eylüle.

Her yıl,hep aynı vakitte,geniş bir ırmak gibi

bütün hayatı berrak sularında yıkayarak gelir,

beni ve herşeyi koynuna alarak,

bir meçhule hüznüyle emzirerek götürür hep.

Kadınları ve hüznü eylülde severim...

4 yorum:

  1. Gel dediğin ben olmasam da,
    Sen gel desen,
    Yolda olmamak için hiç bir sebep bulamazdım aslında.

    YanıtlaSil
  2. Dünya hep yıkılır zaten.
    Gördüm ki dünya yıkılırken bile,
    Halen ve ısrarla yazanlar varmış.
    Dünya hep yıkılır ama,
    Gördüm ki her yıkılışında yazanlar aynı olmazmış.
    Teşekkür etsem yavan kalır,
    Etmesem koca bir hüsran,
    İçimi dökebildiğime sevinmek yerine,
    Senin gönlünü görebilmenin coşkusu daha iyi geldi bana.

    Ne kadar okursam okuyayım,
    (Seni)
    Ne kadar yazarsam yazayım
    (Hiç bir şeyi)
    Teşekür edebileceğim az olan bir "Ne kadar" bulamam.

    Sağ ol.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili adsız ..)) tanıyor muyum sizi ?

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Bedri güzel sözleriniz için çoook teşekkür ediyorum ...

    YanıtlaSil