Elif Şafak bana mail atmış geçen gün.
“Betty hanım, tesadüfen rastladım kitabınıza. Tahmin edersiniz ki şoke oldum. Benim kitabın kapağına kendi fotoğrafınızı yapıştırıp, kitap ismini ve yazarını da değiştirip , aşağıdaki şekliyle basına sızdırmışsınız. Sizinle görüşüp, tanışmak, niyetinizi anlamak isterim “ diye.
“Aaa, tabii Elif hanım, tabii gelirim, “ne olursan ol, gel” demez misiniz siz de” dedim. Tazminat davası açar, beni tutuklatır filan diye korkudan ‘Ama Elif hanım, baksanıza, daha güzel yakışmamış mı bana? Nasıl da cevval cevval gülmüşüm” deyip, kötü niyetim olmadığını anlatmaya çalıştım. Mailimi atmadan önce on sekiz kere filan okudum.
Dünyanın en zor işlerinden birisi, önemli bir mail attıktan sonra o mailin cevabını beklemektir. Benim gibi yumurta kırarken bile ne zaman pişecek diye sabırsızlanan birisi için, ne kadar zor olduğunu varın, siz tahmin edin.
Saç tellerim titriyordu, bir kısmı yukarı kalkıp kalkıp, tekrar yerine oturuyordu. Göbeğim durup dururken atıyordu, vücudumun titremesine engel olamıyordum. Mail canlanıp, üzerime gelecekti sanki.
“Nerede buluşalım , sizin için ne zaman uygun?” dedi.” Malum, çok yoğun birisiniz.’
“Aaaa, Elif hanım, hiç olur mu? Siz genelde Londra’dasınız, değil mi? Vizem de var, isterseniz oraya gelirim. Hyde Park’ta çiçekler açmıştır, ne güzel olmuştur, konuşuruz’ dediysem de dinletemedim.
‘Dışarıda buluşmak istemiyorum” dedi. Sizi görürler, fake haberler yaparlar, üzülürsünüz Betty hanım, ünlü olmanın zorluklarını bilirim. En iyisi siz bana gelin” dedi.
Neeeee, Evine mi? Elif Şafağın hem de...Bunu bir tweet atarak herkesle paylaşmak istedim ama Elif hanım bundan hoşlanmaz diye bu büyük sırrın aramızda kalmasına karar verdim. .
Acil alışveriş yapmam lazımdı. Siyah uzun kollu gömlek, iyi kumaştan siyah bol bir pantolon, siyah makosen ayakkabı ve tabii çok kaliteli bir çift çorap. Son zamanlarda at gibi tırnaklarım yüzünden bütün çoraplarımın sağ baş parmağı delikti.
Para umurumda değildi. Çok elit insanların gittiği bir mağazaya gittim. "Önemli bir devlet büyüğünle görüşmem var, bana lütfen çok kaliteli kumaşlardan yapılmış, şunları şunları verin” dedim. Caddede yürürken yürüyüşümün Elif Şafak gibi olduğunu fark ettim.(Onu yürürken hiç görmemiştim, hep otururken görmüştüm ama herhalde öyle yürürdü o da.)
O gün geldi, çattı. Kıyafetlerimi giydim. Saçımı fönlememe rağmen , kuaföre gitmemiş havası versin diye enseden bol bir atkuyruğu yaptım. Şakaklarımdan çıkmış arsız bir tutamı, çıkık elmacık kemiklerime doğru uzattım. Gözlerime çok hafif kalem çektim, mat pembe bir ruj sürdüm. Mevlana figürlü kolyemi taktım. Zengin komşumuz Ayfer hanımdan yalvar yakar pırlanta küpelerini istedim, ırım kırım etti ama Elif Şafak deyince, verdi. “Ama mutlaka benim adımı ver, ona çok selam söyle, “ dedi.
Altı parmağımda da yüzük vardır, bu açıdan revizyona ihtiyaç duymadım yüzükler konusunda. Mistik ve buğulu bir bakış denemesi yaptım aynada. Araba farı gözlerimi açmadan konuşmam lazımdı. Dikkat ettim, entelektüel insanlar gözlerini açarak konuşmuyorlar ; gözler kısık oluyor, kelimeleri yavaş yavaş söylüyorlar, tane tane. Aynada bir iki konuşma denemesi yaptıktan sonra, yola koyuldum. Dolmuşun dolmasını bekleyecek sabrım yoktu. Taksiye atladım.
“Elif Şafağa” dedim. Taksici,” Pardon, anlamadım” dedi.
“Haa, Ay , pardon! Göktürk”e gideceğiz” dedim. “İkinci köprüden”
Çantama Osmanlıca bir kitap attım. Elimde de “Harname” vardı. İnsanlara bağıra bağıra “Elif Şafak”a gidiyorum, naabeeer” diye bağırasım vardı.
Benimle ne konuşacaktı acaba? Kızacak mıydı onun kitabının kapağını çalıp, arsız isimler uydurdum diye. Belki de ortak bir kitap yazalım diyecekti. Belki de ben onun olmak isteyip, gizlemek zorunda kaldığı kişiliğiydim. Ya da kapaktaki fotoğrafımı çok beğenmiş, gizli gizli gülüyordu yazdıklarıma. Belki de yanına gidince ellerini birbirine vurup, omuzumu iteleyerek “Ay, bettycim! senin bloğu okurken güüüül güüüül, öldük Eyüp'le diyecek hali yok ya. Elif Şafak, lan bu! Öyle istediği zaman gülemez, kalp yapamaz, kahkaha atamaz. Erkeklerle ilgili yorumlarıma “Al, benden de o kadar “ diyemez. Ne kadar sıkıcı düşünsene. Ay, ay...
Neyse, verilen adrese gittim. Bahçede uzun, beyaz elbiseler giymiş iki adam karşıladı beni. Etrafta hiç ses yok. Bahçe nasıl sükut, nasıl dingin. Elif elif uzandım kapıya; lal oldum, mey oldum, biraz da yok oldum.
Gömlek huzursuz etmeye başlamıştı; orasından burasından çekiştirirken sofistike havamı bozmamaya çalışıyordum. Makosen ayakkabıları biraz büyük almışım o heyecanla, ayağımdan çıkıyorlar. Kendimi resmen o kapaktaki adam-kadın gibi hissediyordum.
“Buradan buyrun” dedi, beyaz giymiş adamlardan biri. Kendi etrafında döne döne kapıya kadar getirdi beni. Göz göze gelmemeye çalışarak, “Elif hanım, sizi sofada bekliyor” dedi Elif hanımın oturduğu yeri işaret ederek.
Vücudum istem dışı bir ileri bir geri atıyordu, stresten hıçkırıp basmıştı, idrar torbam patlamak üzereydi. Biraz zorlansam oraya işeyiverecektim, Ahşap merdivenlerden yukarı çıkarken derinden derinden tasavvuf müziği geliyordu. Ev tütsü kokuyordu...
İşte! Orada duruyordu! Gördüm! Tüm ihtişamıyla!
Bağdaş kurmuş, otururken nasıl da naif görünüyordu. Sanki o muhteşem kurgularıyla o kitapları o yazmamış gibi akince sıradan bir kadın gibi oturuyordu. Hayır, tabii sıradan değildi. Üzerinde lacivert hint işi kıyafet vardı. Saçı ensesinde toplanmış , yeşil gözleri bir zümrüt gibi uzaktan gözlerimi deliyor, derinden derinden gülümsüyordu.Gülümserken sağ yanağındaki gamze belirginleşiyordu.
Ya bu bir komploysa, ya birazdan adamlar gelip, “ sen utanmıyor musun, o kitaba o başlığı atmaya” derlerse diye ödüm kopuyor, ahşap merdivenlerden yamularak çıkıyordum.
“Hoşgeldin, dost” Dedi, elini uzatarak,
Uzun, ince parmakları avucumdan bir tüy gibi geçti, gitti. (Allah'ım! Elif Şafağın o harika cümleleri yazan ellerini tutmuştum)
İnsanmış o da ,
elleri varmış ,
gerçekmiş, normal el yani.
On parmağı varmış.
Ne sıcak ne soğukmuş elleri.
Yüzükleri yüzüklerimle çarpıştı. “Tak!” sesi odada çınladı. Ne kadar da benziyorduk birbirimize , Ya Rabbim ! Sanki birbirimize benzemek için yaratılmıştık! (Tuhaf oldu bu cümle galiba.)
Yerde büyük bakır bir sini vardı. Elif hanım, kocaman fincanından usul usul bitki karışımı bir şey içiyor, yumuşak hareketlerle siniye geri bırakıyordu. O anda aklıma bir gün önceden onun için aktarlarda hazırlattığım yeşil çay karışımı geldi. Elimi çantama uzattım, en azından bir şeylerle meşgul olmak zorundaydım. “Elif hanım, size yeşil çay getirdim” dedim. Tam o sırada çantamdaki Aşık Paşa'nın Garib-Nağmesi'nin ucu çıktı. Başını yan çevirip, kitabın adını okumaya çalıştı. Gördükleri onun yüzünü gülümsetti. Yeşil gözleri bir zümrüt oldu, odayı aydınlattı. Şimdi beni kendine yakın hissettiğini biliyordum. Bu kitap orjinaldi ve Türkiye”de iki kişide vardı. Biri Elif Şafak”taydı...
“Munise hanım, Betty hanıma da yeşil çay getir” dedi. Bol zencefilli olsun.
“Zahmet olmasın” dedim.
“Betty dost ! Nükteli ve barışçıl bir insana benziyorsun. Bazı yazılarını okudum. Eyüp'e de okutturdum. Beğendik aslında. Neden yazıyorsun? “ Dedi.
“Yalnızlığımı bastırmak için, beni bir tek kelimeler dinliyor, çünkü" dedim.
“Hımm. Güzel söz, yarın bunu twitterda paylaşayım" dedi.
"Kaynak belirterek, tabii" dedim.
“Yaaa, twitter r dediniz de aklıma geldi, Beni takibe almışsınız Elif hanım ama inanın, dönüp sizi follow edecek vakti bulamadım"
Gülümsedi, "hiç önemli değil" dedi.
“Her ne kadar popülizme karşı olsam da insan bazen böyle basit, sıradan şeyleri okuyup, gülmek istiyor işte” dedi.
Sıradan olduğumu biliyorum ama şimdi böyle pat diye söyleyince , bir karınca gibi hissettim kendimi, ehehe..
“ Siz de haklısınız” dedim. (Ne deseydim, hepimiz popülistiz aslında, ( mı) deseydim)
“Zaten çıkardığın kitabın kapağından da ne kadar nükteli bir insan olduğun anlaşılıyor” dedi.
“Güzel müzik “ dedim, konuyu dağıtmak için.
Onaylar anlamında başını salladı. "Mesnevi ney" dedi.
“Elif hanım, şey diyecektim ben de tam” ...
İnce zarif parmaklarını dudağına götürdü, o kadar ince o kadar narindi ki, meleğin yeryüzünde bir sureti olsa adı olsa bu parmaklar olurdu ancak. “Şşşşt” dedi. “Sözümü kesme. Dinlemek bir lütuftur, Siz sanırım dinlemeyi değil konuşmayı seviyorsunuz. Ne der mevlana,...
Dedi, (yanaklarım, aşk kitabının kapağındaki renge dönmüştü.)
“Duyduğuma göre yazılarında 4 ya da 2 nokta kullanıyormuşsun 3 nokta yerine”
“Evet, kuralları sevmiyorum Elif hanım” dedim. Yoksa tabii ki imla kurallarına hakimim(Nah!)
“Elif hanım, Kürt Türk meselesi üze...”
“Şişş” diyor, yine. “Ayrımcı olma! Barışın olması kadar onu korumak da önemli” diyor.
Tam büyük bir huşu içinde kendimi neyin büyülü sesine kaptırmışken, içeriden itişe kakışa, bağıra çağıra Emi'rle Şehrazat geldi.
“Anne yaaa, Sünger Bop'u vermiyor bana. Neden ona aldın da bana da almadın? Akşama babamla konuşmamız lazım bu konuyu. “Of , ya anne, hep kitap okuyorsun, hep bu sıkıcı şarkıyı dinliyorsun, bahçemizdeki şu beyazlı adamları ne zaman kovacaksın?" diye şikayetlendi Emir.
“Ne süngeri, ne Bop'u yavrum, Ben sizi televizyondan bu kadar uzak tutmuşken, siz nereden duyuyorsunuz böyle şeyleri? Size iki çanak iki çubuk verdim, sadece bunlarla oynamanızı istiyorum. Sizi siyah sütlerle besledim, yine de istediğim gibi olmadınız" diye şikayetlendi , Elif Hanım.
“Anne yaaa, ne siyah sütü, yavvv. Ne diyorsun, bir şey anlamadım.” dedi Emir.
“Babamı aradım, o da toplantıdaydı. "Annene söyleyin, sizi AVM'lerden birine götürsün. Hamburgerle kola yedirsin“ dedi. Hep sizi siyah sütle beslediği için böyle yapıyorsunuz" diye bağırdı bana" diye ağladı Şehrazad. Birden o uhrevi evden çıkıp, sanki bir AVM'de outletten bir şeyler bakıyormuşum gibi geldi.
Elif Hanım onların kaba etlerini bana çaktırmadan mıncıklayıp, sıkıştırdıktan sonra, odalarına kitleme cezası verdi.
“Yapmayın, onlar çocuk” filan dediysem de beni dinlemedi.
Ev yine eski huzura büründüğünde, çayımdan koca bir yudum aldım, Elif hanımın gözlerine bakarken “glup “ sesi çıktı boğazımdan, bir daha, bir daha. Utandım. Çayın ikinci yudumu ağzımda kalmış, utancımdan yutamıyordum, Çocuklar bağırsa da tekrar şu güzelim çayı içsem diye dua ettim.
“Neyse Betty hanım, şu kapak meselesine gelirsek, sizin nükteli yanınızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Belli ki içinize kötülük tohumu kaçmamış, belli ki çocuk saflığınız hala devam etmekte. Barış yanlısı, insan canlısı, saf bir insansınız. Bana her gün yüzlerce mail geliyor, Elif hanım nasıl görmezsiniz bu kadını, sizinle resmen dalga geçmiş, cezasını verin, kendine gelsin, sizin üstünüzden reklam yapıyor, diye, ama ben insanları bu şekilde cezalandırmayı uygun bulmuyorum” dedi.
Evet, sözleri üzerimde hançer etkisi yaratmış, beni üçüncü gözümden göbek çakramın olduğu noktaya kadar ikiye bölmüştü oysa ki ben bir kitap yazmayı teklif edecek diye heyecanlanmıştım.
“Çok özür dilerim ama canım çok sıkılmıştı o gün. Sizi çok seviyorum, her gün fotoğrafınıza bakıp, o masum yüzünüzdeki gizemi çözmeye, sizin gibi başarılı ve güçlü olmaya çalışıyorum. İnanın size gıpta ediyorum ben de diğer 1,122,304 takipçiniz gibi “
Dedim. Gülümsedi o zaman. Kolunu omuzuma dokundurdu. “Dert etme” dedi. “Hepimiz gelip geçiciyiz. Dert etme, güzel dost” dedi.
Allah”ım dudakları nasıl da güzel kıvrılıyordu. Onda olup bende olmayan neydi? O da kadındı ben de. O da insandı, ben de. Onu da bir anne doğurmuştu, beni de...
Ağzının içine hayran hayran bakarken, beyaz giymiş adamlar döne döne merdivenlerden yukarıya çıkıp, gitme vakti geldiğini hatırlattılar. Elif hanım ayağa kalktı, “ Ne yazarsan yaz, yine yaz, yine gel” dedi.
Gözlerimden yaşlar oluk oluk akıyordu. Mevlana figürlü kolyem ıslanmıştı. Kocaman yüzüklerimin yüzümü çizmesine aldırmadan, göz yaşlarımı sildim. Elini bir kez daha tuttum; sıcacık ve tüy gibiydi, hayal gibiydi, uçuyordu elleri.
Kapıyı kapatıp cadde boyu ilerlediğimde karşıdan Elif Şafağın AŞK kitabını elinde taşıyan iki genç kız geçti. Gülümsedim onlara, ama onlar beni görmedi. Naber kızlar, Elif Şafak'tan geliyorum, hehehe" diyesim geldi ama vazgeçtim.
Elif Şafak muhtemelen akşam yemeği için Osmanlı Kebabı sipariş ediyordu şimdi, Eyüp de birazdan gelir herhalde.
Böyle işte...
"Dixi et salvavi animam meam" (latince)
YanıtlaSilMeali: Söyledim ve ruhumu kurtardım.
:)
:)
YanıtlaSilİlgi çekici bir yazı olmuş. Kıvrak zekan her cümlede kendini belli ediyor. Ama Elif Şafak'a böyle hayran olduğunu da bilmiyordum. Aşk romanına başladım ve senin tersine, onun cümlelerinin sanki hiç kimse aşkı bilmiyormuş gibi bizi aptal yerine koyarak anlatmasına tahammül edemeyip kitabı bir banka bırakıp yoluma devam ettim.
YanıtlaSil(Mevlana figürlü kolyemi taktım) iyimiş ;)
Murat bey,teveccühünüz. Ben döne döne giden adamlar kısmını daha çok sevdim. Bana kapıyı gösteriyorlar ama döne döne:) Ayrıca, onu da severim; edebi yönünü yani. Tanısa o da beni sever:P
YanıtlaSilhttp://www.hurriyet.com.tr/en-cok-incittiklerimiz-aslinda-en-cok-sevdiklerimiz-18271197. Bu güne kadar çözemediğim, bu söyleşide Ayşe Arman ile Elif Shafak neden ayakkabılarını değiştirdiler? Siz tanışmış olduğunuzdan belki bilebilirsiniz.
YanıtlaSil