"Uzaylıdan dost olmaz”ın dünyadaki karşılığı ; "İşyerinde dost olmaz" dır.
İmkansız değil ama zor. Bu zamana kadar çalıştığım yerlerde mutlaka aklı fikri ispiyonlamada, tuzaklar kurmakta olan hatun/erkek kısmı oldu. Haa... bunlar tek benim başıma mı geliyor? Yooo..heryerde var, değil mi? Var tabii, olmaz mı? Ama ben kendimi anlattığıma göre sorun yok.
İnsanların içinde ne kadar kin haset nefret varmış da , yıllarca bunlarla mücadele etmek için Allah beni bu dünyaya göndermiş. Yorgun, umutsuz kalmış ruhumu bir ben bilirim bir de bunu yaşayanlar.(Alt kattaki Zehra teyze'nin sözleri gibi oldu.)
İş hayatını tatmış her canlı” paranoya “hastalığına yakalanır. Kim gerçek dostum?, Bakalım beni gerçekten koruyacak mı? Eee ..hani ben sana aramızda kalsın diye anlatmıştım, sen neden genel müdür”e ilettin bunu? Ama hani, hani biz dosttuk? “ Cümlelerini çok kullanmışımdır..
Eee... kullana kullana paranoya konusunda kaşarlandık. İş hayatımın ilk günlerinde her darbe yiyişimde hüngür hüngür ağlar, krizlere girer, eve yüzü gözü şiş gider, gece de uyuyamazdım. Sonrasında resmen hastalıklara kaldım , insanlardan kaçmaya başladım...
İnsan kısmının iç yüzünü görmek isteyen işe girsin, fazla değil, bir yıl içinde tıbbın kabul ettiği "normal" insan tarifinin içine sıçılmazsa, aha ben de buraya yazıyorum..
O ev kadınları “Ayy.. yoruldum, Ay, çocuklar başımı yedi, ay pazarda her şey pahalı, hasta hasta yemek yaptım” diye şikayet ediyorlar ya, boğasım geliyor onları. “Gel çalışsana bir gün işyerinde o koca götünü kaldırıp” diyorum. "Sen çocukların ve kocanla uğraşıyorsun. Bende yüzlerce koca ve çocuk, bir de akıl hastaları var" diyorum. “Ay... ben çalışamam öyleeeee” diyorlar. "O zaman sus ve yalamaya devam et " diyorum....
İlk işim evimden çok uzaktaydı. Gitmek bir kabus dönmek bir kabustu. Ben de bazen Üniversitenin kız yurdunda kalan kardeşimin yanına gider, gece orada kalırdım. Lazım olur diye de ofisteki çekmecelerimde gecelik, yedek tshirt, don, sütyen, kot falan bulundururdum. Muhasebede şerefsiz bir çocuk vardı. Kendini genel müdür sanan tam bir kro...Ailesinin bilmem kaç kızdan sonra dünyaya getirdiği tek erkeği olduğu için yok yere şımartılmış, küçükken bol bol pipili fotoğrafı olan erkek tayfasından biriydi işte.
Ben bunun dediklerini dinlemez, kendi bildiğim yöntemle çalışırdım. Bu da gücüne tapınmayı adet edinmiş ailesinden gördüğünü benden de beklemeye başladı. Sürekli genel müdüre ispiyonluyordu beni. Bir gün toplantı odasının önünden geçerken içeride adımı zikrettiklerini duydum. Bir adım gittim, geri geldim. Başka çarem yoktu, dinleyecektim. O bilgileri bana başka kimse aktarmazdı. Kalbim tshirtimden çıkacaktı duyduğumda, elimle tuttum, fırlıyordu az daha.
Bu piç, genel müdüre dedi ki” Bu kız çekmecesine iç çamaşırlarını koyuyor yaa..” Gözlerim karardı gerçekten duyunca, kenardaki merdivenin korkuluklarına yaslandım. Bir insan bunu nasıl söyler ?Sen nereden gördün? çekmecemi mi karıştırdın? Evet, aynen öyle yapmış. Genel müdür de “Çekmecesindekiler beni ilgilendirmez” dedi ama bu cevap azdı onun için. Odaya dalıp; "ulan pezevenk! benim işimle ilgili bir hata söylesene. O kadar eşya içinde iç çamaşırları mı kaldı aklında? Sapık! Ben de o zaman cahil cühela tabii, susup susup ağlarım sadece. . Ah ah!! şimdiki aklım olsa. O çocugu bir bulsam var ya....ikinci kez sünnet ederdim.
Sonra benim karşımdaki , üç katım kiloda, 160 boyundaki hatun.. O da başladı, tombul midesindekileri kusmaya. Boyundan büyük şikayetler ediyor zilli. "Yok, onu azarlıyormuşum. Yok, yaptığı işi beğenmiyormuşum. Ah ah! Ofisin dili olsa da konuşsa. O kızın yanlış yaptığı hesapları düzeltmekten anam ağladı. Herkesin kredi kartından iki kez para çekerdi, müşteri sıçıp sıvamak için aradığında o, "Sen güzel kıvırıyorsun , konuşsana şununla” diye bana atıyordu telefonları. Ben de ona “biraz daha dikkatli davran” dedim diye şimdi yalakalık için bunları kullanıyordu zavallı, beyinsiz kadın.
Yüksek sesle konuşmaları işime yaramış, ne menem bir pislik olduklarını öğrenmiştim. Odadan çıkıp yanıma geldiklerinde , öyle rahatlardı ki; biraz önce benim hakkımda konuşanlar onlar değildi sanki. O zaman öğrendim, işyerinde dostum olmayacağını...
Yıllar sonra karşılaştık bu hatunla.. Benim iş yerinden ayrılmamdan 6 ay sonra işten çıkartılmış. O muhasebeciyle beraber hem de. Üstelik karnında çocuğu varken... “Yaa...” dedim “Yeliz hanım, İnsan ektiğini biçiyor ”. Kızardı ve sustu...
Konumuzun başlığı neydi? Paranoya..Sonraki işyerimdekiler ayrı bir muammaydı. Hepinizin başına gelmiştir eminim, benden daha beterleri de vardır öykülerinizin arasında. O kadar ufak şeylerle uğraştılar ki bu insanlar, bazen diyorum insanlar ispiyonlamaktan, çelme takmaktan, kovdurtmaktan nasıl bir zevk alıyorlar? Özel hayatlarındaki mutsuzluğu, tatminsizliği, kırılgınlıkları , evde yapamadıklarını işyerinde mi yapmaya çalışıyorlar? Neden iki insanın konuşması mümkünken bir üçüncü şahsa aktarılı sorunlar?Politikliğinize sıçayım.
Neyse... boğazım fena halde ağrıyor, hafta sonu yaklaştı içinizi karartmayayım. Gidin bi kahve için, ıhlamur için, sevgilinizi öpün, ne bileyim domates biber dikin, kitap okuyun, şiir yazın ama şu etrafınızdakilerle uğraşmayın gereksiz yere...
Hem çok sevdiğim bir söz var. “Mat mısın ki beni mat etmeye çalışıyorsun?” . Mat etmeye çalışanlar hep mat”tır bunu unutmayın...
Geçmiş olsun.
YanıtlaSilKüçük sorunlarla uğraşmak bence daha fena. İşle ilgili olsa eninde sonunda biraz dikkatle "ak g.t-kara g.t" çıkar ortaya ama işle ilgisiz ya da böylesine ufak şeyler olunca... Küçük şeyler için birikse de fırtına koparamıyor insan gemileri yakıp bu yüzden genelde ufak ufak altını oymakla, didiklemekle uğraşıyorlar ya.